Türk Sineması’nda Erkek ya da Jön

Geçen sayımızdaki yazımıza, “kuşkusuz sinema, erkeklerin egemenliğinde olan bir sektördür,” diye başlamış; “bu durum, dünya ülkelerinde böyle olduğu gibi ülkemizde de aynıdır. Sektörü tepeden incelemeye başlarsak; yapımcı, yönetmen ve senarist zincirinin şaşmaz bir kural olarak çoğunlukla erkeklerden oluştuğu görülür. Tepeden biraz aşağı indiğimizde, oyuncuların da erkek ağırlıklı olduğu görülecektir. Zincirin son halkalarına baktığımızda, görünüm yine aynı… Set işçilerinin tamamı da erkektir. Hal böyle olunca, filmlerdeki kahramanların yarıdan fazlasını neden erkeklerin oluşturduğu herhalde açıkça ortaya çıkıyor. Çünkü filmlerin % 80’i, erkek elinden çıkmadır,” diye devam etmiştik. Öyleyse, bu yazımızda Türk sinemasındaki “erkek” etkenine daha yakından bakalım…Herhalde Türk sinemasında erkek egemenliğinin en vazgeçilmez olduğu nokta, sermaye hususudur. Zira film çekmek için parayı veren zaten erkektir. Peki sermayenin tek söz sahibi olan erkekler, kendilerini beyazperdede nasıl ve ne kadar ifade edebildiler? Kendilerini doğru ifade edebildiler mi? Seyirciye sunulan “jön”, aslında kimdir?Jön, bir vazgeçilmezdir! Bazen saf bir delikanlı ama ille de yakışıklı, bazen bir mafya babası ama kadına söz geçiremeyen, ya da zengin ailenin şımarık oğlu ama laftan anlayandır.
Şimdi gelin, bunları daha da açalım ve hem seyircinin bu “jön” profiline nasıl baktığını hem de yanlış sunumlarla “jön” dayatması altında kalan seyircinin bu filmlerden nasıl etkilendiğini inceleyelim.O kadar emek verilerek çekilen Türk filmlerinde eğer başrol oyuncusu erkekse, mutlaka ve mutlaka yakışıklı olacaktır, pek süzgün bakacaktır. Diğer özellikleri de sırasıyla şunlardır: Mert, dürüst, güçlü, yenilmez, hata yapmaz, vurdu mu devirir, astığı astık kestiği kestiktir, severse tam sever, asla ihanet etmez, oyunlara gelse bile finalde muhakkak aklını başına devşirir, yardımcı oyunculuğu üstlenen hanımefendi ve seyirci tarafından affedilir.Oysa beyazperdenin gerisinde, yani gerçek hayatta herkes kendince başroldedir, fakat  herkes yakışıklı değildir ve herkes her an dürüst, mert, güçlü olmayabilir. Çünkü şartlara göre kişi kendini ayarlamasını bilir. Mesela kimse bir jön gibi kolaycacık yirmi kişinin içine “heeeyt!” diye dalıp dövüşmeye kalkmaz. Mafya babasının önüne dolu silahı koyup da sırf mertlik olsun diye arkasını dönerek kapıdan çıkıp gitmez.Yine o kadar çok para harcanarak meydana getirilen Türk filmlerinde, jönümüz zengin bir delikanlıysa muhakkak fakir bir kıza aşık olur, temiz ve saf bir aşkla onu delicesine sever, aşkı uğruna tüm zorluklara göğüs gerer, hatta babasının razı olmamasını bile hiçe sayarak evlatlıktan, mirastan reddedilmeyi göze alır, sevdiği saf ve temiz fakir kızla mutlu olur, finalde de babası tarafından affedilir, koca fabrikatör ve yaşlı baba fakir kızın ayağına düşerek özür ve mutluluk diler.
Şimdi yeniden bir reklam arası verelim… Beyazperdedeki Türk filmimizin arasında reklamlar oynarken biz düşünelim: Az evvel anlattığımız konu, hayatın gerçeklerine ne kadar uymaktadır? Atalarımız, davul dengi dengine demiş. Dün olduğu gibi bugün de zengin zenginle fakir fakirle oturup kalkıyor. Elbette bunun dinimizde yeri yok, zengin fakiri gözetmek zorunda. Fakirle aynı sofraya oturmayı bilmeli en azından ya da inancının emri üzerine fakiri asla hor görmemeli. Ancak bu filmlerin çekildiği tarihe bakarsa -günümüz gençliği de aynıdır- eğer delikanlı zenginse çevresi de zengin insanlarla dolu olur, arkadaşlarının maddiyatı kendi ayarındadır. Bir de zenginliğin vermiş olduğu şımarıklığı eklersek, böyle bir gencin fakir biriyle ilgilenmesi bir yana fakir birini fark etmesi bile abes kaçacaktır. Siz deyin yanılgı, ben diyeyim önyargı, bu varsayımlar ne yazık ki gerçeği değiştirmeyecektir. Üstelik zengin genç fakir kızla ilgilense bile sanırım bunun temiz ve saf bir aşk olacağını kimse garanti edemez. Ne yazık ki, bir dönem sıkça işlenen bu tür konular, gerçekten saf ve temiz Anadolu genç kızlarını kandırmış, filmlerdeki gibi bir aşk yaşayacağını zanneden bu zavallıların bir çoğu Beyoğlu’nun arka sokaklarında “bir gün beyaz atlı prensimi bulacağım” hayaliyle avare ve hem de biçare dolanmıştır.   Yine o kadar çok zaman harcanarak çekilen Türk filmlerinde, jönümüz babaysa ve karısı tarafından ihanete uğradığı yönünde bir aldatmacanın içine girerse, kadını asla dinlemez, mutlaka kulaktan dolma söylentilere inanır. Bununla da kalmaz, kendisini aldattığını düşündüğü karısını pek feci biçimde cezalandırır, bunun için de tek yol onu yavrusundan koparmaktır. Finalde saçları ağarmış jön ve karısı, gerçeği anlarlar, kadının masumluğu ortaya çıkar, anne ve babayı bir araya getiren ise sokaklarda büyümüş olan zavallı yavrudur.Hayatın gerçeklerine baktığımızda, böyle bir durumda yapılacak en mantıklı şey, erkek iddiayı çürütemiyorsa kadını boşaması, çocuğunu da onunla birlikte hayatından çıkarmasıdır. Batıda herhalde bu böyle olmalıdır, doğuya gidildiğinde ise töre cinayetleri dediğimiz olaylar vuku bulmaktadır. Ama düşünmeden edemiyorum, acaba böyle filmlere inanıp da karısını sokağa atan çocuğunu dilencilere veren kaç Türk erkeği vardır?         
Yine o kadar çok enerji harcanarak çekilen Türk filmlerinde, mafya babası nedense konunun vazgeçilmezidir. Ancak bunların çoğu, kadın karşısında kuzu gibi olur, mafyalığından –acımasızlığından- eser kalmaz. Örneğin jönün sevgilisini zorla kaçıran mafya babası, kadını bir odaya kapatır, kadın “bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla,” der, acımasız olarak tanınan mafya babası kadının gönlünü kazanana kadar ona el sürmez.Gerçek hayatta ise bu durumların nasıl olduğunu izaha lüzum olmasa gerektir. Özellikle de karşıdakinin bir mafya babası olduğu ve her olayda silahların konuştuğu düşünülürse…
İşte yıllardır sinemalarda gösterilen, akın akın seyirciyle buluşan ve hala televizyonlarda yayınlanan Türk filmlerinin tahlil sonuçları (nın bir kısmı) bunlardır. Şimdi gelin siz karar verin; cemiyetimizin niçin bu kadar arabeskleştiğine, niçin böylesine çarpık ilişkilerin, mantıksız yaklaşımların yaygınlaştığına… Unutmayalım ki sinema, çağımızın sanatıdır ve toplum üzerindeki en etkili iletişim aracıdır. Necip Türk milleti, yıllardır beyazperde önünde böylesine kandırılmış, iyi niyeti böylesine suistimal edilmiş, gerçek hayattaki mert, dürüst, özentiyi hak eden “Türk erkeği” modeli filmlerimizde verilememiş, işlenen jön karakterleri abartılı hayal mahsullerinden öteye gidememiştir.   Esef verici yanıysa, cilalanmış jönlerin basının da desteğiyle pek özendirici olmasıdır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Türkçe Dilbilgisi / Muhittin Fırıncı
Gogol’un Kaputu Sihirli miydi? / Ahmet Sıvacı
Eylül’de Yeniden ve Yine Ölebilmek / Nesrin Çaylı
Ömrümüz Eylül Arası / Reşit Güngör Kalkan
Sana ve / Bu Yüzden / Her Şeye Veda / Taner Taştekin
Tümünü Göster