Olmayı Bilmek

Dekîre üzüm bağına gitmeyi severdi her sabah, sabahın serinliği daha dolaşırken evlerin arasında. “Burası serin topraklar” derdi dedesi hatırladığı zamandan beri. Bu serin topraklarda işte Dekîre, babasının peşine takılabilmek için sıcak yatağından kalkmaya hiç üşenmezdi. “Güneş doğarken biz de doğardık sabahlara, batarken biz de yumardık gözlerimizi” derdi dedesi. Bu yüzdendi belki de Dekîre’nin güneşin her sabah penceresini tıklattığını düşünmesi.
Üzüm bağları bir tepeden başlardı, öte tepenin gerisine dek uzanırdı. Dekîre asmaların arasında koşar koşar, basmadık toprak parçası bırakmaz, nefes nefese kalınca da sırtüstü uzanıverirdi yere. O gün yine koştu saatlerce. Artık üzümler olgunlaşmaya başlamış, renk gelmişti tanelerine. Sevincine bir de bu sevinç eklenince Dekîre inanılmaz bir hıza ulaştı. Sonra, sonra birden düşüverdi bir şeye çarpıp. Neydi bu? Nereden gelmişti buraya? Daha önce neredeydi? Kimden izin almıştı da dikilmişti karşısına? Bir yığın soru ile uğraştı Dekîre. Bir yığın soru öyle kolay içinden çıkılası değildi. Aklı karıştı. İçinde bir bulantı, başında bir dönme… Kendini pek fena hissetti. Çarptığının karşısına durabildiğinde kendisine gelebilmeyi nihayet başarabilmiş, ama biraz öfkeli küçük bir kızdı.
“Nesin sen?” diye sordu önce.
“Ben bir korkuluğum” dedi karşısındaki ürkerek.
“Ne işin var burada?” diye sordu Dekîre daha bir celallenerek.
“Alıp getirdiler beni buraya, ben istemedim gelmeyi” dedi korkuluk üstü başı berbat.
“Çok çirkin görünüyorsun” dedi Dekîre başındaki şapkadan başlayıp bakmaya.
“Biliyorum” dedi korkuluk başını öne eğip.
“Neden?” diye sordu Dekîre.
“Böyle olunca korkarmış kuşlar benden, üzümleri yemeye gelmezlermiş o zaman.”
Dekîre inanamadı duyduklarına. Şaşakaldı korkuluğun karşısında.
“Sen” dedi, “güzel kuşlar gelmesin diye varsın öyle mi?”
“Evet, üzümler yaşasın diye.” Dekîre çöktü olduğu yere. Üzgündü kuşlar için.
“Korkutmayın kuşları” diye mırıldandı ve hızla kalktı ayağa. Yine koştu. Bu sefer içinde sevinç değil; acı, hüzün, öfke karışımı bir his dolanmadaydı. Babasının yanına varana dek hiç durmadan koştu Dekîre.
“Baba, korkuluk korkutmasın kuşları, gitsin buradan, kuşlar korkmasın hiç baba” feryadı döndü durdu dilinde sabahtan akşama. Baba güldü geçti. Dekîre’de öfke daha da büyüdü. Büyüdükçe büyüdü. Heybetlendi içinde. “Korkutmayın kuşları” diye bağırdı. Kimse duymadı onu. Kimse anlamadı ne demek istediğini.
Ertesi sabah üzüm bağına varır varmaz korkuluğun yanında aldı soluğu Dekîre. Bir de baktı ki korkuluk pek mutlu. Kuşlara olmuş yuva. Kuşlara olmuş dost. Ne eskimiş şapkası, ne yırtık yamalı elbisesi korkutmuş onları, ne de karanlık yüzü. Dekîre’de bir sevinç, bir heyecan, bir kanatlanma hissi içinde.
“Söyleme sakın korkunç olmadığını, atmasınlar seni buradan uzak yerlere.”
“olmayı bilmedim belki ben olmayı bilmediğimden olamadım ne yâr, ne yâr, ne de yâr bir tek ağyar sükût içinde pürfeveran olmayı bilmediğimden olamadım ne yâr, ne yâr, ne de yâr”
Çizici Dekîre’ye dokundu çizgileriyle. Dedi
“kimin ne olacağını kimse bilemez; olan olur da olanı olduğundan kimse çeviremez, güç yetiremez kimse, dileyen dilemiştir olması gerekeni, ötesine kimse geçemez.”
Dekîre olmayı bilmek gerektiğini işte o an işledi yüreğine.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Türkçe Dilbilgisi / Muhittin Fırıncı
Gogol’un Kaputu Sihirli miydi? / Ahmet Sıvacı
Eylül’de Yeniden ve Yine Ölebilmek / Nesrin Çaylı
Ömrümüz Eylül Arası / Reşit Güngör Kalkan
Sana ve / Bu Yüzden / Her Şeye Veda / Taner Taştekin
Tümünü Göster