Mecmuadan Mecmuaya

TÜRK EDEBİYATI’NIN GAYRI RESMİ TARİHİ-I- (1850-1923)          
Dergi yayıncılığı da Türkiye’ye Avrupa’dan yaklaşık 200 yıl sonra girmiştir. Batı’nın bilinen ilk dergisi, 1665’te Paris’te yayımlanmaya başlayan Journal des Savants’dır. Bu ilk dergiyi, yine aynı yıl İngiltere’de (Londra’da) yayın yaşamına giren Philosophical Transaction ile  1668’de Roma’da çıkarılmaya başlanan Giornale de Letterati izlemiştir.
Osmanlı’nın ilk dergisi, 1850’de aylık aralıklarla,Türkçe ve Fransızca olarak olarak basılan Vekayii Tıbbiye (Tıp Olayları) adlı süreli yayındır. Bunu 1861’de Münif Paşa’nın başkanlığını yaptığı “Cemiyeti İlmiyei Osmaniye” tarafından yayımlanan Mecmuai Fünûn (Bilimler Dergisi) adlı dergi izlemiş.
Türkiye’de ilk çıkarılan dergi unvanını (vakayi-i tıbbiye’ dergi olarak kabul görmeyenler çoğunlukta) taşıyan Mecmua—i Fünun Fizik, kimya, felsefe, ruhbilim,tarih, sosyoloji ve coğrafya gibi konularda makalelere yer verilen mecmua 50 sayı yayımlanır. Münif Paşa, çeşitli salgın hastalıklar (kolera gibi) yüzünden yayınına ara verdiği dergiyi iki defa daha çıkarmayı dener. Fakat, ilkine gösterilen ilgi diğerlerine gösterilmeyince dergi kendiliğinden kapanır.
Tanzimat Edebiyatı döneminde bir iki dergi dışında ciddi bir atılım olmaz. Dahası bu dönem, dergiden ziyade gazeteciliğe önem verilir. Şinasi, Namık kemal  ve Ziya Paşa fikirlerini ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval gazetesinde neşreder.
Servet-i Fünun dönemine geldiğimizde ülkede siyaseten bir kaos olmasına rağmen edebiyat ve kültür alanında büyük hamleler yapılır.Bu bunlar arasında süreli yayınlar ve dahası mecmualar ön plana çıkar ki dönem de ismini bir dergiden yani Servet-i Fünun’dan alır.
Daha önce Şafak Mecmuası (1886) ve Umran Mecmuasını (1889)  çıkarmış olan Ahmet İhsan Tokgöz,o yıllarda edebi bir mecmua neşrine izin verilmediği için kendisine bir fen mecmuası çıkarılabileceği bildirilmişti.Bunun üzerine gayr-ı müslim yazar Nikolaidi Egendi Galata’da neşrolunan Servet gazetesinin başına Fünûn sözünü ilave ederek Servet-i Fünûn mecmuasını kurdu.(1891) Mecmua bir müddet sonra Ahmet İhsan’nın ruhsatına geçer.Mecmuanın 27.sayısında ilk defa çingokrafi  tekniğiyle Tophane caddesinin resmi basılır.Edebiyatımızı büyük bir popülariteye kavuşmaya çalışan bu mecmua epey başarı sağladılar.
Ayrıca bugün klasik romanlar diyebileceğimiz ve ilk başvuru kaynağımız olan Aşk-ı Memnu,Mai ve Siyah ( roman enteresan ki Halit Ziya Servet-i Fünun Mecmuasının kuruluşunu ve tabi ki bir jest şeklinde telakki etmek lazım Ahmet İhsan’nın hayatını anlatıyor.)Araba Sevdası,Eylül gibi romanlar tefrika edildi. Nabizade Nazım,Ahmet Rasim. Recaizade Mahmut Ekrem,Tevfik Fikret,Halit Ziya,Cenap Şehabettin gibi şair ve yazarlar bu mecmuanın kadrosunu doldurmuştu.Günümüz dergilerinde bile örneğine az rastlanan bir iş bölümü vardı.
Mesela Tevfik Fikret Şiir yazar,buna mukabil Halit Ziya roman yazardı.Biri diğerinin alanına el atmazdı.Onların bu hareketleri Fransız edebiyat dergilerinden alınmadır.Yine bu mecmua o zamanlar Batıda baş gösteren (bilhassa Fransa’da) savaşlar,huzursuzluklar,üzüntüden kaçış yolları,melankoli,hayal edilmiş beldelere gitmeye çalışan  bir yazar zümresine dönüştüler.Mecmua sütunlarında solgun çiçekler,düşmüş sarı yapraklar,bütün bunlara benzeyen veremli kızlar,intihar,kadın denince ancak veremlisi makbuldür hissini veren yazılar eksilmezdi.
Cenab’ın, “Birlikte terk-i cism edelim mevte bir gece Mest-i garam iken” mısralarında olduğu gibi aşkı ölümle neticelendirmek, nihayet Mehmet Rauf’un intihar teşebbüsü aksine bir kesimin dillendirdiği İSTİBDAT (bu kelimeyi okuyucuların affına sığınarak kullanıyorum)yönetiminden değil dönemin Avrupa’sında baş gösteren melankoli edebiyatıdır.
Bu mecmuadan hemen sonra çıkan Malumat (1 Şubat 1892) özellikle Muallim Naci taraftarlarının toplandığı bir mecmua olarak göze çarpmakta .Körü körüne batılılaşmayı değil de algılayarak,sorgulayarak bir batılılaşmanın ülkemize ve milletimize hayırlı olacağı düşüncesinde idiler.Bu nedenle bu mecmua çevresinde toplanan yazarlar ve şairler edebiyatımızda MUTAVASSITIN diye adlandırılırlar.Servet-i Fünun edebiyatçılarının ismi ise Ahmet Mithat’ın deyimiyle DEKEDAN’dır.
Bu mecmua her ne kadar Servet-i Fünun’a karşı çıkmış ise de asıl varlığını Abes-muktebes kafiye tartışmasıyla duyurur.Hasan Asaf adlı bir genç  “Burhan-ı Kudret” adlı bir şiir gönderir.Mecmuanın editörü Mehmet Ziver şiirin hemen altına “Ha !hem (abe) ile (muktebes) takfiye edilemez.” Diyerek bu genç şairi eleştirir.Bu itirazın kaynağı aslında şiir söylenir mi yazılır mı,olduğu noktasında başlamaktadır.Hasan Asaf da bu cevabi yazısında bu Recaizade’nin kulak için kafiyeye cevaz verdiğini söyler.Bu itiraza Mehmet Ziver’in cevabı sert ve alaycıdır.Bunun üzerine Ekrem Maarif Mecmuasına gönderdiği yazıda Mehmet Ziver’e yüklenir ve üstadı Naci’nin kendisi hakkında yazdığı kıt’ada “akreb ile hep” kullandığını söyler.Ziver ise Ekrem’in daha önce merhum Naci’yi hatırlatan sözlerine mukabil “her nerede Zemzeme getirilirse Demdeme’yi ensesine bindirmelidir.” cümlesiyle üslûbunu sertleştirir.Ekrem Naci’nin şakirtlerine karşı sessiz kalır.
Malumat mecmuasının Servet-i Fünun’a karşı mücadelesi bununla kalmaz Ali Ekrem’in Servet-i Fünun’nu eleştirdiği bir yazısı Tevfik Fikret tarafından beğenilmez ve bazı yerleri çıkarılıp neşredilir.Ali Ekrem eleştiriye kapalı olan Fikret’in bu tutumuna sinirlenerek makaleyi orijinal haliyle Malumat’da yayımlatır.
Ali Ekrem makalesinde Fikret’in şiir anlayışını tenkit eder. Cenab’ın bu eleştiride Cenap da nasibini alır. Cenab’ın şiiri lafızlara boğdurduğunu söyler.Fikret cevabi yazısında Ali Ekrem’in bu yazısının uygun olmadığını (etik bağlamında) söylese de Ali Ekrem’in karşılığı daha sert olur.Cenab da Ali Ekrem’e cevap verirken onun tenkitçi olamayacağını ileri sürer.Rıza Tevfik de Cenab’a karşı Ali Ekrem’i savunan bir yazı yazar ve Cenab’ı susturur.Malumat bu cesur yazarları sayesinde Servet-i Fünun sürekli kan kaybeder.Yine Padişah Abdülhamit yönetiminin bu dergiyi kapatması onlar açısından kapatmaya iyi bir mazaret olarak gösterilir.Halbuki kapanma sürecine girmişlerdi.
Bu dönemde bu iki büyük mecmuanın yanında İstanbul’da şu mecmualar da seslerini duyurmuşlardır.Aşiyan:Haftalık çıkan bu mecmuanın sahibi Selim Sırrı,Müdürü Ahmed Cevad kurucusu ise Mustafa Namık Efendi’dir.İlk sayısı 24 Ağustos 1908’de çıkar.Edebi,ilmi bir dergidir.Felsefe Mecmuası:1910 yılında Baha Tevfik tarafından çıkarılır.Bu mecmuayı ilginç kılan,manşetinde “Muarızlara hürmet,lakaydlara merhamet” adlı yazıydı.Fırsat buldukça çıkanlardandı. İctihad: Haftalık çıkan bu mecmuanın sahibi İlhami Safa’dır.1904 yılında kurulur.Künyesinde “hüriyyet-i fikriyyeye hadim,” yazısı bulunmaktadır .Mecmuay-ı Edebiye :1900 yıllarında çıkan bu mecmua Mehmet Erkek sorumluluğunda neşrolunur.Musavver Edeb: 27 haziran 1909 çıkar.Sahibinin gayr-i müslim (Léon Lütfi) olduğu ikinci mecmuadır. Diğer mecmua Servet-i Fünun’du. Bu dergiler arasında dini bir hassasiyet güden tartışmasız Sırat-ı Müstakim’dir. Felsefe,edebiyat ve hukuk alanlarında da yazılara yer veren mecmua bir süre sonra isim değiştirerek Sebilürreşad ismini almıştır.Bu mecmuanın diğer bir vasfı milli şairimiz Mehmet Akif’in başyazar oluşuydu.Safahat’da yer alan şiirlerin çoğu evvel bu mecmuada neşredilmiştir.Mehmet Akif’in dışında Musa Kazım,Mahmut Esad,İsmail Hakkı ve Eşref Edip ( sahibi) bu mecmuanın yazarlarındandı.
ANADOLU’YA AÇILIRKEN
Ülkemizde ilk mecmua İstanbul dışında nerede çıktı sorusuna Bursa diye cevap verebiliriz.Ulaştığımız kaynaklara göre Bursa’da ilk dergiyi çıkarma onuru, Türkiye’nin ve Bursa’nın öncü sanat adamlarından biri olan Ferâizcizâde Mehmet Şakir Efendi’ye aittir. Ferâizcizâde, 1879’da vali Ahmet Vefik Paşa tarafından kurulan “Bursa Osmanlı Tiyatrosu” nu desteklemek amacıyla oluşturulmuş “Tiyatro Muhipleri Encümeni” üyelerindendi. Gerek bu tiyatronun, gerekse Türk tiyatrosunun gelişiminde onun da önemli katkıları olduğu bir gerçektir. Öte yandan Ferâizcizâde’nin, Türkiye’ nin ilk oyun yazarları arasında da seçkin bir yeri bulunmaktadır. Ferâizcizâde, daha 1883’te Bursa’nın ilk özel basımevini kurmuş ve bu basımevinde 1884’ten itibaren kendi tiyatro yapıtlarının basımını yapmaya başlamıştı. “Ferâizcizâde Matbaası”, Alacamesçit mahallesinde ve günümüzde kendi adıyla anılan Ferâizcizâde sokağında idi. 1974’te Bursa Hakimiyet gazetesinin ilk sayılarında yayımlanan bir araştırmada, basımevinin “litoğraf” taşlarının bir duvar kenarında durmakta olduğundan söz edilmekte ve bu taşların bir fotoğrafına yer verilmekteydi. Ferâizcizâde’nin matbaasında basarak yayımlamaya başladığı Bursa’nın ilk dergisi Nilüfer’in birinci sayısının tarihi 1 Rebiülevvel 1305 (9 Aralık 1886) idi. Sahipleri Ferâizcizâde Mehmet Şakir ile Yenişehirli Fenârî Kemâlettin Mahmut’tu.
Bursa’da yayımlanan öteki süreli yayınlar:
Bursa’da basınyayın yaşamının başlayışından, “Sivas Kongresi” kararlarının uygulamaya konulduğu  Ekim 1919’a değin çıkarılan öteki süreli yayınların başlıcaları şunlardır: Barikai Irâd (1908), Bursa Sergisi (1909), Karagöz Özel Sayısı (1909, tek sayı yayımlandı), Bursa Sergisi (1909), Ertuğrul (1910), Hukuku Ibâd (1912), Yavuz (1912), Bursa Mecmuası (1918) ve Âlemi Mûsiki (1919),Kurtuluş Yolları(1913)
Dönem içinde Bursa basınının, günümüzde yerlemiş “basın özgürlüğü” kavramına uygun yayın yaptığından söz edilemez. Valilik tarafından Vilâyet Matbaası’nda bastırılarak çıkartılan Hudâvendigâr, resmî nitelikte bir yayın organıydı ve dolayısıyla resmi görüşün dışında bir düşünce veya oluşumu savunması olanaksızdı. Ferâizcizâde’nin Nilüfer ve Gündoğdu adlı mecmuaları ise, esasen felsefe ve sanat alanlarında yayın yapmayı ilke edinmiş bulunmaktaydı.
Bursa’dan Selanik’e
Bursa’dan sonra esas sırayı yurdumuz dışında bulunan ve bir zamanlar yurdumuzun kaderini belirleyen bir memlekette ilk mecmualardan bir çıkmıştır. Selanik’te Nesimi Sarım imtiyaz sahipliği başkanlığında Genç Kalemler adıyla bir mecmua neşrolunur.(1910)Mecmua, Ali Canip,Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’i  bir araya getirdiğini tevafuka mı yoksa tesadüfe mi yoralım,bilmiyoruz.Bildiğimiz bir tek şey var ki bu üç şahıs o dönem filizlenen Yeni Lisan Hareketlerinin hazırlayıcıları ve reformcuları olmuştur.Ömer Seyfeddin,Ali Canib’e  bir mektup yazarak yeni lisanın hususiyetlerini açıklar.
“…….Edebiyattan nefret ettiğimi ve nefretimin iğrenç ,tiksindirici bir nefret olduğunu yazmıştım. Bu nefretim edebiyata olmaktan ziyade lisanadır. Bizim lisanımız her zaman düşündüğümüz gibi berbad ,perişan,fenne ,mantığa muhalif bir lisandır.Garp edebiyatını biraz tanıyan ,mümkün değil bu nefretten kurtulamaz”
Ömer Seyfeddin’in bu mektubunda görülüyor ki aydın sapması ve medeniyet krizi dediğimiz olayla karşı karşıyayız.Aydınlarımız,hele batı medeniyetinin o şaşaalı gürültüsünden nem kapanlar,Cemil Meriç Merhumun nezleye benzettiği ideoloji buhranlarına itiyordu toplumumuzu ve geleceğimizi.
Bu mecmua dışında, Selanik’te Hak,Hüsn ve şiir,İzmir’de; Köylü (1911),Talebe(1911),Adana;Altın yurd(1923)Diyarbakır;Küçük Mecmua (1922, kurucusu ve sahibi ;Ziya Gökalp)
Bu dönem İstanbul’da neşrolunan diğer mecmualar da şunlardır:Tarih-i Osmani,Büyük Duygu,Halka Doğru,Türk Sözü,Büyük Mecmua,Darülfünun Edebiyat Mecmuası,Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası,Yeni Turan,Türk Yurdu,Muallim,Milli tetebbular,Hadisat.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Türkçe Dilbilgisi / Muhittin Fırıncı
Gogol’un Kaputu Sihirli miydi? / Ahmet Sıvacı
Eylül’de Yeniden ve Yine Ölebilmek / Nesrin Çaylı
Ömrümüz Eylül Arası / Reşit Güngör Kalkan
Sana ve / Bu Yüzden / Her Şeye Veda / Taner Taştekin
Tümünü Göster