Bugün, Yeşilçam denince herhalde şu ya da bu şekilde sinemayla ilgilenen hemen herkesin söyleyeceği iyi kötü bir şeyler mutlaka vardır. Özellikle de eleştirmenler, siz dört dörtlük bir film de çekseniz, muhakkak eleştirecek bir gedik bulurlar. Hadi onlar görevini yapıyorlar diye mazur görelim. Ya hiç eleştiriden anlamayan laf ebelerine ne demeli?
Her zaman savunduğum bir tez vardır; bir şeyi eleştirirken, yapıldığı şartları mutlaka göz önünde bulundurmak lazım. Mesela filmde yönetmen öyle bir sahne çekmiştir ki, siz hiç beğenmezsiniz. Ama o sahne öyle zor ve ağır şartlarda çekilmiştir ki, yönetmen çekebildiğine şükreder, hatta ortaya çıkan sahne onun için büyük bir başarıdır.“Davulun sesi uzaktan hoş gelir,” atasözü mucibince, izleyici filmlerin çok kolay çekildiğini düşünüyor olabilir. Haydi, bir anlık o davulun sizin boynunuzda olduğunu varsayalım. Bakalım vereceğimiz örneklerden sonra sesi o kadar da hoş gelecek mi? Küçük bir hatırlatma; belki uzaktan davulun sesi hoş gelebilir ama yakından, hele de sizin boynunuzdaysa, davulun kulakları sağır eden bir sesi vardır.
Haydi gelin, şu filmlerin nasıl çekildiğine yakından bakalım. Yaklaşın canım, beğenmezseniz bir daha eleştirmezsiniz, olur biter!Mesela bir filmin montaj safhası… Bugün, teknoloji nimeti sayesinde montajlar artık bilgisayar ortamında yapılmakta. Senarist olarak çizgi film ve belgesel film piyasasına da çalıştığımdan ve zaman zaman hobi olarak montaj da yaptığımdan iyi bilirim. Bir proje makineye girer, kötü bir makineniz varsa montaj esnasında projeniz birkaç kez çöker, yeniden başlarsınız. Şükür başıma hiç gelmedi ama gelenleri de çok gördüm. Birkaç şanssızlıktan sonra nihayet proje biter, yapımcıya izletilir. Yapımcı, and içmiş gibi montajı asla beğenmez. Yeniden montaja girilir. Son izleme sırasında bizim “ballı kaymaklı” diye tabir ettiğimiz bir drop atar. Siz tekrar o görüntüyü temizlemeye uğraşır, yapımcı ile izleme için bir başka gün alırsınız. Bu böylece uzayıp gider. Belki 40 dakikalık bir belgesel filmin montajı, bir ayı, hatta daha fazlayı bulur. Ve siz, evlerinizde kahvenizi yudumlarken oturup izlediğinizde, filmi beğenmezsiniz.
Çoğu kimse bilmez, sinema salonlarında yahut televizyonda birkaç saniye gösterilen bir sahnenin çekimi, aslında saatlerce sürmüştür. Böyle bir vakaya bizzat şahit olmuş idim. Bundan yıllar evvel, “Bizim Ev” dizisinin çekimlerine misafir olarak katılmıştım. Çekilecek sahne şuydu: Hülya Darcan evden çıkacak, elindeki telefonu bahçede duran Cüneyt Arkın’a verecek, o da telefondakiyle birkaç kelam edecek. Efendim, Hülya hanım, elinde telefonla evden çıktı, “aman, yanlış terlik giymişim!” diyerek geri döndü. Bu nevi ufak tefek ayrıntılar yüzünden oyuncu birkaç kez evden çıkıp tekrar girdi. Hülya hanım evden yeniden çıktı, telefonu Cüneyt Arkın’a verdi. Bu kez güneş, bulut arkasına geçti. Hemen ışık aksamı kuruldu. Sahne baştan alındı. Hülya hanım evden çıktı, telefonu Cüneyt beye uzattı. Bu kez de çekim setinin tam üzerinden uçak geçmez mi! Gürültü çekilene kadar çekime tekrar ara verildi. Uçak geçip gittikten sonra, sahne en baştan alındı. Hülya Darcan evden çıktı, telefonu Cüneyt Arkın’a uzattı.Herhalde buraya kadar okurken bile sabrınız taşmıştır. Merak etmeyin, nihayet o sahne çekilebildi. Ama sırf merakımdan tuttuğum saate göre, hiç abartısız tam iki saatte çekilebildi!Ve eminim, bazı seyirciler belki o sahneyi beğenmedi. Örnekte olduğu gibi, çekim zorluklarından en fazla etkilenenler oyuncular olsa gerek.
İşte Nedret Güvenç’ten böyle bir hatıra daha. 1998 yılında yaptığımız “SİNEMA” isimli radyo programımıza misafir olan sanatçının ağzından, aynen kendi anlatımıyla:“Film setleri çok meşakkatlidir, yorucudur. İçeride çalışırsınız ayrı, dışarıda çalışırsınız ayrı. Hele günler günü güneş beklersiniz. Hiç unutmam, Gönen’de Kanlı Değirmen diye bir film çeviriyordum. 15 gün güneş bekledik. Şimdilerde olsa, güneş çıkmasa da çekebilirdik. O zamanın ilkelliği işte. Sanıyorum 1957 yılındaydı. Bir de benim büyük bir zorlukla çalıştığım, Veysel Karani filmidir. Onu Urfa sıcağında çektik. Aylardan temmuz muydu, ağustos muydu, kaynıyor Urfa… Aman Yarabbim, şemsiyeler altında kafamda serin tülbentlerle bekliyordum. Motor, diyor, koşa koşa gidiyordum, sahneyi oynayıp, o Harran evleri vardır ya, tersine dönmüş arı kovanı gibi kubbeli evler, hemen onun içine kaçıyordum. Yoksa bayılacağım. İnsan ölebilir o sıcakta. O Veysel Karani’yi ne zorluklarla çektik, bilemezsiniz siz.”
Ah, bir de Yeşilçam filmlerini hiç beğenmeyiz!Evet, oyuncuların zorlukları bu kadarla da kalmıyor. Bir de kaldıkları mekanlardaki zorluklara ne demeli? İşte aynı programda Reha Yeprem ve Bahadır Tok ile konuştuğumuz bir başka zorluk örneği:Bahadır Tok, “rezalet bir yerde kaldık. Çok büyük zorluklardı,” diyor, sözü Reha Yeprem alıyor: “Yatağımızın altını kaldırıyorduk, örümcek ağları. İnip aşağıya söyledik, biraz daha temiz bir yer… Adam, ‘ya ne diyorsun kardeşim, biz orayı 6 ay önce temizledik,’ demez mi? Öyle yerlerde kaldık. Eşref Kolçak, elinde muslukla aşağıya indi. Musluğu tutmuş, kökünden çıkmış musluk. Eşref ağabeyin elinde musluk. Dışarıda –7 derece miydi, -10 derece miydi, soğuk var. Her taraf buz, mahvolmuşuz. Dağda bayırda böyle çalışıyoruz.”
Onlar bu şartlarda çalışadursun, seyirci de, eleştirmen de oyuncunun performansını asla beğenmez! Hazır söz kardan buzdan açılmışken, bir hatıra da Yeşilçam’dan aktaralım. Hayri Caner’in “Yeşilçam Filmleri” isimli kitabında, Derman filminin çekimleriyle ilgili Hülya Koçyiğit’in anlattıkları:“Tüm çağdaş iletişim şartlarından uzakta, mahsur kalmıştık. Değişik, bilmediğimiz bir mekanda çalışırken kar tipi ve sis bastırdı. Birden her şey görünmezliğe büründü. Saatlerce öyle kaldık. Neredeyse hepimiz donarak ölecektik. Yeşilçam’ın cefakar setçileri yolu buldular ve kurtulduk.Murat çayının donmuş suyu üzerinde film çekerken, kızakla geçiş sahnesi var. Çekim bittiğinde arkamızda dehşet verici bir görüntü… Tüm buzlar kırılmıştı. Buzlar çekim sırasında kırılmış olsaydı, çayın dibini boylayacaktık.”
“Aman canım, Yeşilçam filmleri mi!” der, yine beğenmeyiz! Herhalde filmciler ağızlarıyla kuş tutsalar şu seyirci ve eleştirmen milletine yaranamayacaklar!
Peki bunca zorluk arasında oyuncu her filmde başarıyı nasıl yakalayabiliyor? Hiç yılmıyor mu? “Her kompozisyonda başarılı olmanın sırrını” Hayri Caner, Şener Şen’e sormuş. İşte cevabı. Sanırım bu, bizim yazımıza da bir cevap teşkil ediyor: “Bunun sırrı yok! Zorlukları yenmek; filmi izleyince de zorlukları unutup mutlu olmak! Filmlerde çekilen çileler, böylece unutuluyor.” Haydi şimdi elinizi vicdanınıza koyun da bir kez daha düşünün. Türk filmleri gerçekten o kadar kötü mü?
Bu Sayının Diğer Yazıları
Yak Beni / Murat KahramanVird-i Leyla / Ebubekir Koçak
Güle Dair / Feride Sezer
-İsimsiz Şiir II- / Taner Taştekin
Vakit Tamam / Naz
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…