Üsküdarlı Sâfî olarak tanınan şairin asıl adı Mustafa Sâfî’dir. Nükteci bir zat olan divân-ı muhâsebât başkatibi şair Tosyalı Reşidefendizâde Mehmet Emin Nüzhet beyin oğludur. 1862 yılında babasının defterdar olarak çalıştığı Yanya’da doğdu. Bir süre sonra babasıyla birlikte İstanbul’a döndü ve Üsküdar İhsaniye mahallesinde yaşamaya başladı. İlk tahsilini Üsküdar Fındıklı Mektebi’nde tamamladıktan sonra Paşakapısı Rüştiyesi’ne girdi. Rüştiye tahsilinden sonra bir süre Selimiye camiinde Abdurrahman Efendi’nin derslerine devam etti. Abdülkadir Efendi adında birinden Farsça, Arapça ve edebiyat dersleri aldı. 1880’de Üsküdar Bidayet Mahkemesi katipliğine tayin edildi. Daha sonra Fırka-ı Askeriyye Mühimme Katipliği göreviyle Trablusgarp’a gönderildi. İstanbul’dan Trablusgarb’a hareket ettiği gün hıdırelleze tesadüf ettiği için,
Devrân beni me’vâ-yı kadîmimden ayırdı
Oldukları gün Hızr ile İlyas mülâkî
beytini söylemiştir. Buradaki görevinde iki yahut dört yıl kadar çalışmasına rağmen askerî fırka komutanı Arif Paşa ile anlaşamadı ve,
Bir zamân da halefim bezl-i mesâ‘î etsin
Düşmesin ‘ukde-i te’hîre ümûr-ı fırka
İnzivâ-gâh-ı kanâ‘atde yeter ey Sâfî
Bana şimdiden gerü bir lokma ile bir hırka
diyerek görevinden istifa ile tekrar İstanbul’a döndü. Damat Mahmut Celalettin Paşa’nın meclislerine devam etti. Paşanın oğlu Prens Sabahattin’in özel hocalığını yaptı. Bir ara Üsküdar’da attar dükkanı çalıştırdı. Paşanın Avrupa’ya kaçmasından sonra, onunla olan münasebetinden dolayı yapılan bir ihbar üzerine Halep’e sürüldü. Halep mektupçu muavinliği görevinde iken 1901 yılında vefat etti. Mezarı Halep’te hükümet konağı civarındaki Cebîle kabristanındadır.
Manastırlı Rıfat bey, mezar taşına yazılmak üzere, vefatına;
Kalender şâir-i yektâsı asrın
Edîb-i lâ-übâli mîr Sâfî
Tükendi bâde-i zevk-i hayâtı
Ecel câmın nihâyet gördü kâfî
Çıkıp cem‘ söyledi târîh-i fevtin
Safâ-yı cennete azmetti Sâfî
beyitleriyle tarih düşürmüştür.Genç sayılabilecek bir yaşta ölmesine rağmen, yaşadığı dönemde eserleriyle dikkatleri üzerine çeken ve döneminin büyük edebiyatçılarının övgüsüne mazhar olan bir şairdir. Örneğin;Edebiyât-ı Umûmiyye Mecmuası’nda, “Mir‘ât-ı Sâfî’den” başlığıyla verilen bir şiirinin başındaki; “Gayr-i matbu divanından ba‘zı parçalar iktibas edeceğimiz Üsküdarlı Sâfî bey merhum, memleketimizin en büyük şâir ve nâzımlarındandır. Merhum, devr-i sâbıkın en sitem-dîde ve rencîdelerinden olduğundan mâ-teessüf iştihâr etmemiştir. Âsâr-ı manzûmesi kemâl-i itinâ ile mütâlaa olunursa zamanında Nef‘î ayarında bir şâir olduğu tezâhür eder” ifadesi, şairliği hakkındaki değerlendirme açısından ilgi çekicidir. (Bkz. Edebiyât-ı Umûmiyye Mecmuası, nr, 68-37, s.694, 18 Mayıs 1918).
Muallim Naci, Sâfî’nin Cidâl-i Sâdî bâ Müddeî” isimli kitabına yazdığı takrizde, “Sâfî efendi, herkesin ma‘lûmu olacak derecede şöhret almış bir şair olmadığı halde şuarâ-yı meşhûremizden çoğuna tab‘an ve iktidâren tefevvuk etmiş bir gençtir” demektedir.Yine aynı esere bir takriz yazan Namık Kemal de;
…
Rif‘at-i kadrine olur bâdî
Nâzımı vâye-dâr-ı şöhret olur
Kudret-i tab‘ını eder izhâr
ifadelerini kullanmaktadır.Süleyman Nazif ise, 12 Haziran 1338 tarihli Peyâm-ı Sabah gazetesindeki “Edebiyatımızda Gazel” isimli yazısında, “…Vadisinde bu şairi kimse taklit edemez. Eş‘ârının kısm-ı a‘zamı, hayatı gibi ve hayatıyla beraber perişan olmuştur” ifadelerini kullanmaktadır.
Rıza Tevfik de; “Şu dağda anlaşılmaz bir sadâ var” mısrasıyla başlayan şiiri için; “Evet, hakikaten bir şeyler var! Gönlümüzün hassas tellerine dokunuyor. Bu şair Sâfî pek çok kişilerin hiçbir şey duymadıkları yerde bir şey duyuyor; görmedikleri yerlerde bir şeyler görüyor. Mistik bir ruh her şeyde Allâh’ın sırlarını görüyor. Demek her şeyi bir mucize şeklinde görüyor. Bu görüş, bu duyuş herkese müyesser olmuş kabiliyetlerden değildir!” ifadelerini kullanmaktadır. (Bkz. Rıza Tevfik, “Hurûfî mezhebine sâlik bir şâir: Sâfî”, Yeni Sabah, 23 Haziran 1944).
Özellikle, “İslâm-ı Hazret-i Ömer Yâhud Bir Harika”(İstanbul 1308/1890)[1] isimli mesnevisi ile yine mesnevi tarzında Sâdî’nin Gülistan’ından manzum olarak tercüme ettiği “Cidâl-i Sa‘dî Bâ-Müddeî” (Kostantiniyye 1303/1896) adlı eseri çok beğenilmiş ve okunması tavsiye edilen kitaplardan olmuştur. Gayr-i matbu bir divanı da bulunan Sâfî’nin basılmış bir diğer eseri ise “Şi‘r-i Sâfî” adını taşımaktadır.Ölümünden iki yıl önce, 1317 (1899) tarihinde Dersaadet Kasbar matbaasında basılan Şi‘r-i Sâfî isimli bu eser, “Bazı Gazellerim” başlığıyla verilen toplam 29 şiirden oluşmaktadır.
Sâfî’nin şiirlerinde dikkatimizi çeken konulardan biri sevgidir. “Muhabbetdir” redifli gazelinde tamamen sevgi konusu üzerinde durur. Ona göre insanlar ve cinler seven konumunda olduğu gibi, kâinâtın ruhu da sevgi üzerinedir.
İns ü cân hep muhibdir ey Sâfî
Rûh-ı kevn ü mekân muhabbetdir
Her ne kadar tüm insanları seven konumunda görse de, bir başka gazelinde sevginin sadece aşıklara ait bir sermaye olduğunu, saf cahillerin ise serveti sermaye zannettiklerini söyler.
Sermâyeyi aşk ehli muhabbetde bulurlar
Sâfî cühelâ serveti sermâye sanırlar
Sâfî’ye göre dünya bir imtihan yeridir. İnsan dünyada yaşadığı müddetçe bir çok zorlukla karşılaşacak, başına türlü belalar gelecektir. İnsan, vefasız dünyada imtihan içinde olduğunu bilerek, bu durumdan şikayette bulunmamalıdır.
Mihen ü meşâk yağsa başıma şikâyet etmem
Bu cihân-ı bî-vefâya ben o imtihâna geldim
Üsküdarlı Safî’nin bir gazeliyle yazımıza son verelim.
Ehl-i zemîne âlem-i bâlâyı söylesem
Açsam dehân-ı râzımı dünyâyı söylesem
Nâm u nişânı dilberimin müncelî olur
Halleylesem rumûzu muammâyı söylesem
Mir’ât-ı hüsnü içre neler gördü gözlerim
Hayrân kalırsınız o temâşâyı söylesem
Rü’yâ içindeyiz bu cihânda umûmumuz
Bilmem kimi bulup da bu rü’yâyı söylesem
Mâzînin ehl-i hâle abesdir tezekkürü
Bir gün zamânım olsa da ferdâyı söylesem