bir ben mi kaçıyorum
gittiğim yerde
benden başka kimse yok
altmış sekiz adımlık tarihi Yeşilçam Sokağı’nda çok siyah-beyazdı manzara
yolculuğuna öyle başlamıştı diye mi, evlerimize ilk öyle geldiği için mi
yoksa gerçekten mi öyleydi; köhne ve siyah-beyaz yani
hani eskiden renkler yokmuş gibi düşünmeme neden oldu
her şeyi kaderine terketmek kültürümüzün genlerinde vardı biliyorum
ve bu film sokak da bundan payını belli ki almıştı
insanları kaderine bıraktığı gibi, şeyleri de aynı kuyunun içine atıyor;
çok kolay harcıyor, umursamıyor, eskitiyor, yaralıyor
sonra da işi düşerse ara sıra uğrayıp yıkıl
ama yok olma mesajı veriyordu bu kültür
sol tarafta Melek mi desem Emek mi desem bilemediğim,
sağ tarafta Sinepop sineması
içler acısı bir terkedilmişlik hissediyorum Beyoğlu’nun kalbinde
aynı terkedilmişlik kendi içimde de var biliyorum
şu ben’i haklı görmüyorum da Şirâze
herkes haklıymış gibi davranınca
acımasızlaşıyor kelimelerim, dilim, elim, sesim
böylece yine bana yapıştırılmış buluyorum suçlu etiketini
bıldırcın beslemeliyim belki de,
insanlarla atışmak, kapışmak yerine
sadece kedilerimle dertleşmeliyim
kedilerden gördüğüm sevgiyi kimseden görmediğim için belki
gelenekle anlaşamadığım kesindi madem,
bu sokağı da kendi haline bırakmalıydım
bırakmayı istediğim gibi başkalarının bana dayattığını
bu kültüre bulayıp kendilerinden yapmaya çalıştıklarını
unutmamalıyım
o ben değilim Şirâze
çok başka biri var içimde
birilerini hata yapmaya
birileri iter
cezayı çekmekse
yapana düşer
neden kızıyorsunuz adımı değiştirmeme, kendimi gizlememe
hayata küslüğüme, siyaha olan düşkünlüğüme, aramıza koyduğum mesâfeye
bütün bunların nedeni
siz değilmişsiniz gibi