Mevlana ve Ölüm – Şeb-i Arus

Ölüm; canlı varlıkların hayatiyetinin son bulması ve her canlının er veya geç karşılaşacağı, ondan ayrı düşünülemeyen olayı ifade eden kavramdır. Ölüm kavramı her canlı varlıkta, kiminde his kiminde fikir olarak mevcuttur. Bu his ve fikir, canlı varlıklarda yaşama savaşı ve savunma mekanizmasının ortaya konmasına sebep teşkil etmektedir. Nitekim bu evrensel prensip Kur’an-ı Kerim’de; “Her nefis (canlı varlık) ölümü tadıcıdır”  şeklinde ifade edilerek, varlık alanında yer alan bütün canlılarda ölüm his ve düşüncesinin, bir şekilde mevcudiyetinin gerçekliği vurgulanmıştır.
Ölüm, Mevlânâ’nın da eserlerinde üzerinde durduğu önemli konulardan biridir. Mevlânâ’nın ölüm anlayışı, onun Allah, kâinat, insan, ruh, hayat ve devir hakkındaki görüşlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Mevlânâ’ya göre; bir devir sistemi içinde hayatın anlamı, ruhun ölümsüzlüğü ve Allah’a vuslatın yolu, ölümden geçmektedir.
Mevlânâ, tasavvuf geleneğinde sıkça vurgulandığı gibi ölümü; “İrâdî Ölüm” ve “Tabiî Ölüm” diye ikiye ayırmaktadır. İradî ölümle, tasavvufî terbiye metotlarıyla (seyr ü sulûk), riyazetle ruhun arındırılmasını ve nefsin tasallutundan kurtarılmasını kastetmektedir. Bu husus Hz. Peygamber’in; “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin Mevlânâ dilinden söylenişidir. Mevlânâ irâdî ölümü eserlerinde şu cümlelerle vurgular:
“Riyazetle bedenin ölmesi, diriliktir. Şu bedene zahmet vermek, canı ölümsüzlüğe ulaştırmaktır.”[1]
“Ne mutlu o kimseye ki ölmeden önce öldü. Yani bu bağın, bu üzümün aslından bir koku aldı.”[2]
“Eğer beden ölürse ona baş üstünde yer verirler, onu baş üstünde götürürler.Eğer diri olursa onu çekemezler, başına ayağına kastederler…”[3]
Mevlânâ, Allah’ın kullarından muradının da irâdî ölüm olduğunu belirterek;Allah’ın “…Canına, başına andolsun ki, sen ölmedikçe, benlikten kurtulmadıkça, kendimi sana vermem..”[4] buyruğunu vurgular ve O’na vuslat için adetâ yalvarır ve der ki;
“Ben aşk derdinden öldüm, bir an için olsun bana nefes et, üfür. Üfür de o mübarek nefesle, ben ölümsüz bir hayata kavuşayım.”[5]
Yine Mevlânâ irâdî ölümün, tabiî ölümün korkulan yüzünü sevimli hale getireceğini belirtir ve;
“Ölümde adalet ve din ehline bir başka hayat vardır. Ölümden temiz ruhlara, huzur ve sükun gelir. Ölüm Hakk’a kavuşmadır, cefa etmek kin gütmek değildir. Fakat ölmeyen kimse (öleceğim diye) sürekli ölür, durur. En büyük derdi de budur.”[6]
“Her an gamın beni öldürse de sen beni öldürme. Bırak bütün dünya beni öldürsün, yalnız sen öldürme…Aşkınla dirilttiğini sen öldürme.”[7]
“Ey bengisu, senin aşk şerbetinden kim tattıysa, ömrüne ömür katıldı. Ölüm geldi, beni kokladı, senin kokunu bende alınca, o günden beri ecel ümidini benden kesti.”[8]
“Ben âşıkım, lâ kılıcıyla, yokluk kılıcıyla öldürülmüşüm. Benim canım, yokluk davulunun nöbet vurduğu yerdir.”[9]
“Eğer öğüt dinlersen, iki üç gün çalışır, çabalar ölmeden iki üç gün önce ölür gidersin. Dünya, bir çok kocadan geri kalmış ihtiyar bir kadındır. İki üç gün bu çok ihtiyar kadınla düşüp kalkmasan ne olur?”[10]

Mevlânâ tabiî ölümü ise; ten kafesine mahkum edilmiş, Allah’tan bir parça “nefha-i ilâhi” olan ruhun tekrar aslına dönmesini, âşık ile mâşukun kavuşması (Şeb-i Arûs) olarak niteler. Bu hususu da şöyle takdim eder;
“Ben ölürsem sakın bana “öldü” demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim, beni dost aldı, götürdü.”[11]
“Hayat denizinden geçip giden bir gemide bulunan kişi, karşı kıyıdaki kamışlığın yürüyüp geçtiğini sanır. Tıpkı bunun gibi dünyadan göçüp gidiyoruz da sanıyoruz ki bu dünya gidiyor.”[12]
“…Ecel günü aşkı bırakıp da korkudan can derdine düşen, cana bakan gözden bıkmışım, usanmışım.”[13]
“Eğer senin uğrunda can verirsem sevinerek ölürüm. Senin kölenin kölesi olurum, neşe ile can veririm…”[14]
“Ecel gelince, can bedenden uçar. Eski giysi gibi bedeni sırtından çıkarır atar. Böylece topraktan yaratılan teni gene toprağa geri verir de, kendi eski nurundan bir ten yapar ve ona bürünür.”[15]
“Ölüm tatlı geliyor bana, bu yurttan göçüşüm, kuşun kafesi bırakıp uçması sanki…”[16]
“Dünya aslanı av arar, azık arar. Allah aslanı ise hürriyet arar. Çünkü ölümde yüzlerce varlık görür, pervane gibi varlığını yakar gider o.Ölüm sevgisi, gerçeklerin boyunlarında bir gerdanlıktır.”[17]

Mevlâna’ya göre ölüm, insanın iç dünyasının bir aynasıdır. Ölümden korkanlar, kendi iç yüzlerinin çirkinliklerinden, kötü işlerinin nefislerinde bıraktığı izlerden korkmaktadırlar;
“Ey ölümden korkup kaçan can, işin aslını sözün doğrusunu istersen, sen ölümden korkmuyorsun kendinden korkuyorsun.Çünkü ölüm aynasında ürküp korktuğun ölümün çehresi değil, senin çirkin yüzündür. Senin ruhun bir ağaca benzer, ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir. O yaprak iyi ise de kötü ise de senden bitmiştir. Nasıl ki hoş olsun hoş olmasın, senin gönlüne gelen, her hayal her düşünce senden, senin kendi varlığından gelmişse.”[18]
Mevlânâ ölümü, ruhun aslına dönüşü, “kavuşma” ve “vuslat” terimleriyle ifade etmektedir. Bu, sevenle sevilenin, âşıkla mâşukun kavuşmasıdır.[19]
Hak âşıklarının hayatı ölümdedir.[20] Bu konuda Hallac-ı Mansur’la aynı fikri paylaşmaktadır. Hallâc Dîvân’ında; “Ey fedakar dostlar beni öldürün, çünkü benim hayatım ölümümdedir, Benim ölümüm yaşamaktır, hayatım ölmektir.” diyordu.[21]
Mevlânâ, ölümsüzlüğe erişmenin, asla rucu etmenin ve mâşukla buluşmanın herkese nasip olmayacağını, bunu ancak nefsini tezkiye edenlerin, rûhî tekamülünü tamamlayanların başarabileceğini savunmaktadır. Mevlânâ’ya göre bunun yolu da “Aşk”tır. Bunu da şöyle ifade eder;
“Aşksız yaşama ki ölmeyesin,Aşk yolunda can ver ki, sonsuz bir hayata kavuşasın”[22]
“Gerçeklerden haberli olarak ölen Hakk âşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi erirler. Ötelerden haberdar olanlar, Hak sevgisinde derlenip toparlananlar, şu insan kalabalığı gibi ölmezler. Aslında hak âşıklarından ölüm uzaktır. Onlar ne ölürler, ne de yok olurlar…”[23]
Mevlânâ, eserlerinde irâdî ve tabiî ölüm konusuna kâfî ölçüde yer ayırmış bir düşünürdür. Hayatın bir ayrılık hikayesinden ibaret olduğunu savunan, ölümün korkulacak bir durum olmadığını aksine, Hakk âşıkları için arzulanan bir husus olduğunu savunan Mevlânâ’nın, bütün bu söyledikleri, yolunu takip eden Mevlevîler için bir rehber olmuştur.Özellikle vefatı öncesi dostlarını teskiye etmek için şu gazeli söylemiştir;
“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma.
Benim için ağlama, yazık vah vah deme!
Şeytanın tuzağına düşersen o zaman eyvah demenin sırasıdır.
Cenazemi gömdüğün zaman firâk, ayrılık deme!
Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.
Beni toprağa verdikleri zaman elvedâ, elvedâ demeye kalkışma!
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret. Güneşle aya guruptan hiç ziyan gelir mi?Yere hangi tohum ekildi de bitmedi? İnsan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyor musun?Toprağa konulduğumu sanıyorsun değil mi? Ayağımın altında bu yedi gök vardır.”[24]
“Bizim mezarımızı toprakta arama. Bizim türbemiz aşıkların gönlündedir.”[25]
Mevlânâ’nın bu mesajlarını alan Mevlevîler, onun Allah’a kavuştuğu veya ölümsüzlüğe erdiği geceyi “Şeb-i Arûs” (Düğün Gecesi) metaforuyla ifade etmişlerdir.[26]
[1] Şefik Can, Konularına Göre Mesnevi Tercümesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2001, III,3365-3366, 3395-3398[2] Mesnevi, IV, 1373[3] Şefik Can, Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, Rubai No: 917.[4] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 1424[5] Rubailer, 1279[6] Rubailer, 331[7] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 1138[8] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 904[9] Mesnevi, III, 4099-4100[10] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 1074[11] Rubailer, 573[12] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 577[13] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 585[14] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 1342[15] Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, 1594[16] Mesnevi, III, 3952 vd.[17] Mesnevî, I, 3979-3981[18] Mesnevî, III, 3441-3443*İbtanâme, 650-670*[19] Mesnevî, V, 770-771[20] Mesnevî, I, 1711*[21] Hallaj, H. Mansur, Le Dîwân d’al-Hallaj, (terc. Ve takdim, Louis Massignon), Paris 1995, s. 33-34; Mesnevî, I, 3948-3951[22] Hz. Mevlânâ’nın Rubaileri, 1793* Ayrıca bkz. Dîvân-ı Kebîr, 656, 1353, 2573, 3172.*[23] Dîvân-ı Kebîr, 972*[24] Firûzanfer, s.[25] Dîvân-ı Kebir’de bulunmayan bu beyit Mevlânâ’nın olmak üzere rivayet edile gelmiştir. Bkz. A. Gölpınarlı, Mevlânâ, s. 130[26] “Aşıklara ölüm düğündür…” Sultan Veled, İbtidânâme,  (trc. Abdülbaki Gölpınarlı) Ankara 1976, 6771; A. Gölpınarlı, Mevlevîlik Adab ve Erkanı, İnkilap ve Aka Kitabevi, İstanbul 1963, s. 102-104; S. Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları 1996, s. 364

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çizgi-11 / Behice Kolçak Şark
Ay Benimle Ağladı / Şükran Işık
Sûzinâk Şarkılarla Geçerken Boğazı Erguvan / Mustafa Oğuz
Şiir Konuşuyor / Emre Şimşek
İstiâre Zamanlar / Mehmet Yüzücü
Tümünü Göster