Kitâb-ı Fasl-ı Bahâr
Bahar kelimesi etimolojik olarak incelendiğinde, parlamak, ışık saçmak, parlak olmak, hayrette bırakmak, göz kamaştırmak, gözünü almak gibi anlamlara gelen Arapça be-he-ra fiilinden türemiştir. Biz kavram olarak kış ile yazın arasında bulunan mevsimi ifade etmek için bahar kelimesini kullanmaktayız. Bahar üzerinde düşünüldüğünde, kelimenin anlamıyla kavramsal anlamın birbirini tamamladığı görülür. Nitekim kavram olarak bahar, renk mevsimidir; güneş, rengârenk çiçeklerin, yeşilliğin ve yağmur bulutlarının arasında gülümser ve bütün renkleriyle gökkuşağı tuvalde yerini alır. Göz kamaştıran bu resim, rüzgarla da birleşerek insanın içinde doyumsuz bir esenlik bırakır.
Bahar, sıkıntılı kış günlerinin bitmesi anlamına geldiği gibi, havaların ısınması, karların erimesi, dere, çay ve nehirlerin coşması, ağaçların yeşermesi, çiçeklerin açması, göçmen kuşların dönmesi ve çevreyi sesleriyle doldurmaları, sevgililerin bahçelerde gezintiye çıkmaları, kurulan kır sofraları, demlenen sohbetler, eğlence ve işret mevsimi gibi anlamları çağrıştırmaktadır. Bununla birlikte bahar, dîvân şairinin anlam dünyasında bir mevsime sığmayacak kadar geniş anlamlar tedâi ettirmektedir. Mesela bu şairler, bahar mevsiminde açılan çiçekleri yazı ile ilgili unsurlara benzetirler; onlara göre, her bir çiçek sevgiliye yazılan bir nâmeden ibarettir. Bu şairlerden biri olan Nev’î (ö. 1599) de baharı nüshaya ve kitaba benzetmektedir. Nüsha da yazılı bir metnin sûreti olduğuna göre, bahar ya müellif nüshası olan esas kitap, ya da onun çoğaltılmış bir sûretidir. Eski dilde mevsim yerine kullanılan fasıl kelimesi, kitabın bölümü için de kullanılmaktadır. Esasen bütün bir hayat, ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış adlı dört bölümden oluşan bir kitaptan ibarettir. Nüshanın diğer bir anlamı da muskadır. Bahar, sıtmalı bir hasta gibi rüzgarda sallanıp duran ağaç için yazılmış bir muskadır. Nitekim baharla birlikte yaprakları ve çiçekleri açacak olan ağaç, meyveye duracaktır.
Tâ kim hatt-ı benefşe ile nüshâ-i bahâr
Nahl-i çemenden eyleye def’-i teb-i hazân
Kitâb-ı fasl-ı bahâra idüp nazar nergis
Çerâğını çıkarur subha giceler nergis
Bahar kelimesi, Nev’î’de olduğu gibi, hepimizde farklı çağrışımlar yaratır; kimimiz bereketin sembolü olan nisan yağmurlarını düşünür, kimimiz de açan çiçekleri ve öten kuşları… Ben bahar kelimesini duyar duymaz, her şeyden önce hafif hafif, tatlı ve serin esen rüzgarı hatırlarım. Rüzgar nefestir; nefes hayat demektir. Sanki açan çiçekler, yağan yağmur, ötüşen kuşlar, parkta ve bahçede doyumsuz oyunlarına dalmış olan çocuklar o rüzgarın eseridir. Bahar rüzgarı hayat bahşediyor, tıpkı İsâ’nın nefesi gibi. İsâ, kendisine sunulan ilâhî nefesle nasıl ki ölüleri diriltiyor, hastalara esenlik getiriyorsa, bahar rüzgarı da ölü topraklara hayat veriyor. Bahar, rüzgardır; yağmurdur; berekettir; çiçektir. Bahar, hayattır; diriliştir. Bu yüzden divân şiirinde sevgili, bahara benzetilmiştir. Bu benzetmede hem sevgilinin âşığa hayat bahşetmesi fikri vardır, hem de yüz hatlarında ve ölçülerinde ölçülü ve mükemmel olması etkili olmuştur.
Araplar, bahârât kelimesi yerine, daha çok bahar kelimesini kullanırlar. Zaten karanfil, tarçın gibi kokulu bitkileri ifade etmek için kullandığımız baharat kelimesi baharın müennes çoğuludur. Biz bu çoğul kelimeyi almış, tekil anlamıyla dilimize kazandırmışız. Böylece bahar kelimesiyle daha çok Baharı, bahârâtla da kokulu bitkileri isimlendirmişiz. Bununla şunu söylemek istiyorum, bahar, biraz da koku değil midir? Bahar rüzgarı rengarenk açan çiçeklerin ve nisan yağmurlarıyla kabaran toprağın güzel kokularını bütün bir kainata taşır. Bahar, güzel kokudur. Bahar kokusunu bir de yeni doğmuş bir bebeğin teninden duyumsarsınız. Bu koku, masumiyetin ve fıtratın kokusudur. Kokladıkça insanda, tarifi imkansız bir haz dünyasının kapılarını aralamaya, tefekkür ve muhabbet boyutuyla düşünmeye imkan verir. Bilhassa sanatçıyı derûnî boyutuyla kuşatarak iç aleminde farklı ilhamların hayat bulmasını sağlar. Baharla tabiat renkle ve kokuyla güzelleşip yenilenirken; bu güzelliğin kuşattığı insanın da bundan nasiplenmesi kaçınılmazdır. Mamafih bu güzelliğin farkında olan, ona alıcı gözle bakabilen, onu alıcı duygularla teneffüs edebilen insan da güzelleşecek, yenilenecek ve tekamül edecektir.
Bahara alıcı gözle bakan divân şairi, bahar mevsiminin nihayetinde bir mevsim olduğunun ve bitip tükenecek zamanı imlediğinin farkındadır. Bu sebepten olsa gerek onu farklı isimlerle nitelendirerek adeta o tükenmeye mahkum olan zamanı çoğaltmak istemiştir. Nitekim onların dilinde bahar, fasl-ı bahar, nev-bahar, mevsim-i gül, mevsim-i gülşen, mevsim-i gülzâr, mevsim-i sahrâ, mevsim-i sefer, vakt-i gül, zaman-ı ferah, devr-i gül, devr-i câm ve eyyâm-ı adl gibi isimlerle de anılmaktadır. Onlar bu isimlerle de yetinmemişler, yaşadıkları hazzı ve neşeyi bahar olarak telakki etmişler; bugün için kullanılmasa da kültürümüze bahar-ı şevk tabirini kazandırmışlardır. Bahar-ı şevk, şevki, neş’e, arzu ve huzuru bahar olarak düşünmektir. Benzeri şekilde sevgilinin güzel ve hoş endamı bahâr-endâm tabiriyle bahara tekabül etmiştir. Bununla da yetinilmemiş, bahar, yağmur ve bulut ilişkisi, kavuşulamayan aşkın destansı metinleri olan gazellerde ebr-i bahâr ifadesine hayat vermiştir. Ebr-i bahâr, yağmur getiren bahar bulutları demektir. Bir bahar olan sevgilinin naz ve edası bahar rüzgarı, aşığın vuslat arzusuyla durmadan akan göz yaşları da ebr-i bahardır. Kezâ bahar sadece sunduğu güzellikleriyle mütalaa edilmemiş, aynı zamanda ilk günlerindeki acı soğuğu ile de konu edilmiştir. Bu günlere acı bahar denilmiştir. Aşk kitabında âşıkla mâşûkun arasına giren râkib de soğuktur; onun bahar olan sevgilinin yanında bulunması, acı bahara delalet eder.
Esdi Nesîm-i Nev-Bahâr
Dîvan şairinin muhayyilesinde farklı çağrışımlara sebebiyet veren bahar, sadece çeşitli benzetmelerin ve mazmunların oluşmasında ilham kaynağı teşkil etmez. Aynı zamanda bahâriye ifadesiyle bahar tasviri ile başlayan kasîdelere ad olmuştur. Taşıdığı şâirânelik ve insan üzerinde bıraktığı olumlu etki dolayısıyla baharın gelişi nevrûz ve hıdırellez gibi adetlerle bir yandan bayram havası içerisinde gelişi kutlanırken, öte yandan da devlet ve ikbâl sahiplerine kasîde sunmak için bir vesile olarak görülmüştür.
Bahar vesile edilerek sunulan kasîdelerde şair, övdükleri kişileri baharın gelişi dolayısıyla kutlar ve onlar için bu mevsimin uğurlar getirmesi temennisinde bulunur.Genellikle müretteb dîvânlarda bahâriye kasîdelerinin başında “bahâriye der…” şeklinde bir başlık bulunur. Bununla birlikte bazı bahâriyelerde bu başlık bulunmaz; okuyucu kasîdenin teşbîb bölümündeki bahar tasvirinden yola çıkarak o kasîdenin bahâriye olduğuna hükmeder. Mesela Nef’î (ö.1635)’nin Sultân Murad’a sunduğu bahâriyede başlık bulunmaz. Bu kasîdesinin matla’ beytinde Nef’î, bahar rüzgarının esmeye başladığından ve güllerin açmasından söz etmektedir. Baharda ilk açılan çiçek, benefşe ve güldür. Bu sebepten her iki çiçek de baharın habercisi olarak telakki edilmektedir. Şair, “artık bahar rüzgarı estiğine ve güller açıldığına göre, bahar da gelmiştir; ey sâkî, artık bizim de gönlümüzün açılmasının vakti gelmiştir; bize Cem’in kadehini sun!” demektedir.
Esdi nesîm-i nev bahâr açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun câm-ı Cem
Nef’î, ilerleyen beyitlerde baharla birlikte kâinâtın adetâ cennete ve efsanevi bir mahiyet kazanmış olan İrem bağlarına dönüştüğüne atıfta bulunmaktadır. Bu atıf, bizi Tanrılık iddiasında bulunan Âd kavminin kralı Şeddâd’a ve onun cennete benzeterek yaptırdığı, ancak bir tufan sonucu yerle bir olan bahçesine götürmektedir. Benzerî mazmunlarla kasîdesini tezyîn eden Nef’î, gül devri olan baharı âşıkların bayramı olarak da nitelendirmekte ve kurulan bir işret meclisinin tasvirini yapmaktadır.
Bahâriyeler, bir bakıma dîvân şiir geleneği içerisinde tabiat şiirleri olarak nitelendirilebilir. Ancak bu şiirlerde birebir tabiatın doğal yapısı ile tasvir ve tavsifinden öte, diğer İslam sanatlarında olduğu gibi, mutlak güzelliğin bir tezahürü olarak ele alınmaktadır. Metafizik, fizikî gerçekliği mücerret bir muhayyile içerisinde yeniden anlamlandırmış oluyor. Bu sebepten yapılan tasvirler birebir gerçekliğe tutulan ayna değildir. Diğer bir ifade ile dîvân şairinin objektifine yansıya bahar manzarası, onun dünya görüşünden ve estetik duruşundan yansıyarak okuyucuya ulaşır. O söz ve mana sanatlarıyla resmini çizerken, tuvalinde kullandığı renklerde manâ ve mazmûna denk düşecek şekilde müdahale etme imkanına sahiptir. Bu sebeptendir ki baharla birlikte şenlenen bahçe bir ordugâh gibi tasavvur edilebilir. Bu ordugâh, yeşil yapraklarını açmış ağaç çadırlardan oluşmaktadır. Burada çimenlik ülkesine akın etmek amacıyla zambak komutasında toplanan bulut ve çiçek askerlerinden oluşan ordu konaklamaktadır. Ordunun sancağı, laledir; servi de sancaktar olmuştur. Ordu akınını sabah vakti öten kuşlardan oluşan mehter bölüğünün manevi desteği ile başlatacaktır. Bu alegorik tasvir, Bâkî (ö.1600)’nin Sadrazam Semiz Alî Paşa’ya sunduğu bahâriyesinden yola çıkılarak yapılmıştır. Bâkî’nin kasîdesindeki ilgili beyitler aşağıdaki gibidir:
Rûh-bahş oldı Mesîhâ-sıfat enfâs-ı bahâr
Açdılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr
Taze cân buldı cihân erdi nebâtâta hayât
Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenâr
Döşedi yine cemen nat-ı zümrüddün-fâmın
Şîm-i hâm olmış iken ferş-i harîm-i gulzâr
Yine ferrâş-ı sabâ sahn-ı ribât-ı çemene
Geldi bir kâfile kondurdı yüki cümle bahâr
Leşker-i ebr çemen mülkine akın saldı
Turma yağınada meger niteki bâgi Tâtâr
Başına bir nice per takınur altun tellü
Hayl-i ezhâra meger zanbak olupdur ser-dâr
Dikdi leşger-geh-i ezhâra sanavber tûgin
Haymeler kurdı yine sahn-ı çemende eşcâr
…
Subh-dem velvele-i nevbet-i şâhî mi degül
Sact-ı mürgân-ı hoş elhân u sadâ-yı kûhsâr
….
Mevsim-i rezm degüldür demi bezm irdi diyü
Sûsenün hançerini tutdı serâpâ jengâr
…
Baharın nefesleri İsâ’nın nefesi gibi can bağışlayıcı oldu, çiçekler yokluk uykusundan gözlerini açtılar.Bütün dünya taze can buldu, bitkilere hayat geldi. Artık selvi ve çınar ağacının hareket etmeleri ellerindedir.Gül bahçesinin içi ham gümüşten bembeyaz döşenmişken, çimen yine zümrüt renkli döşeğini döşedi.Yine kervancı başı olan sabâ rüzgarı, çimenlik hanının avlusuna yükü bahar çiçeklerinden olan bir kafileyi getirip kondurdu.Bulut askeri çimenlik ülkesine akın etti; âsi tatarlar gibi durmadan her şeyi yağmalamakta. Zambak, başına tâc gibi bir sürü altın teller ve kanatlar takınmış; sanki çiçek ordusuna komutan olmuş.Çam ağacı, çiçeklerin ordugâhına tuğunu dikti. Ağaçlar yine yeşillikte çadırlarını kurdu. Pâdişâhın mehterân bölüğünün çaldığı nevbetin kopardığı gürültüyü andırmaz mı, sabah vakti hoş nâmeli kuşların sesleri ve dağlardan yankılanması…Artık savaş mevsimi geçti , işret meclislerinin kurulma zamanı diye, susen çiçeğinin kınından çıkarmadığı hançerini baştan başa pas tuttu…
Esasen baharın askerî kavramlarla tavsifi, askeri gücün toplum içerisindeki önemine atıf olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte eski askerî terimlerden birinin adı da bahâriyedir. Padişahın her sene yeniçeri ağasından itibaren ocak ağalarıyla yeniçeri katibine yazlık ve kışlık olarak senede iki defa verdiği elbisenin yazlık olanına bahâriye, kışlık olanına ise, zemistâniye denilmektedir. Bu kavramı çağrıştırıcı mahiyette olsa gerek, dîvân şairi baharı tabiatın giydiği yeni giysi olarak tasvir eder.
Netice itibariyle bahar, bakabilen için zengin anlamlar ihtiva eden bir ilham kaynağıdır. Bu sadece şiirde değil, resimde ve mîmârîde de kendini gösterir. Ayrıca günümüzde örnekleri olmasa da, mûsikî tarihi içerisinde bahar adı verilen bir makam vardır. Kim bilir belki kadirşinas bir müzikolog çıkar da bu makamı yeniden kültür dünyamıza sunar.
Efendim bahâr-ı hüsnünüz tükenmesin.