“Ey insanlık ! Okuduğunuz / okuyacağınız ifadelerde geçen şair ve şiir, kutsal kitabımızın Şuârâ suresinde yer alan, Yaradanın lütfuna mazhar olmuşlardır.”
ŞİİR VE GÜNÜMÜZ
Şiirin, batı dünyasında / Avrupa’da bitme aşamasına geldiği, çünkü Avrupa insanının, Avrupa Birliğiyle başlayan ve hâlâ devam ede gelen süreçle refahta olduğu, derdinin ve tasasının sona erdiği, hâliyle Avrupa şairinin yazdığı şiirlerin kuş tüyü kadar hafif olduğu âşikardır. Kanaatim, her ne kadar popüler kültürün egemen olmasına karşın – ki popüler kültür orta sınıfın kültürüdür- Türk şiirinin özellikle son zamanlardaki gelişiminin, Avrupa şiirinin bayraktarlığını yapmasına gün doğuracağı şeklindedir. Bu noktada, şiirin; bir defa daha diğer sanat dallarından farklı olduğunu beyan ettiğini, üzerindeki sisin biraz daha dağılıp daha da netleştiğini söylemeliyim. Aynı Avrupa’da,neden resim sanatı tükenme aşamasına gelmemiştir ? Neden müzik, hâlâ hükmünü devam ettirmektedir ? Aynı sanat dallarını icrada bir sıkıntı, bir çile ve bir emek / işçilik yok mudur ? Gayriciddi bir tavırla hayata geçirilen (aslında doğmadan öldürülen) bir çalışmanın, kazı çalışmasından öteye geçemeyeceğini söylüyorum; ama dertlerini rafa kaldıran ve kendisini delirtmeyen toplumda yaşayan bir bestekârın, bir ressamın, bir heykeltraşın hâlet-i ruhiyesini eserine yansıtmada bütün bu aşamaların dışında olabileceğini, çünkü popüler kültürü tamamlayacak yönü olduğunu, ama şiirin asla böylesi bir lükse sahip olamayacağını söylüyorum.
Modern şiirimize yöneltilen bir başka eleştiri de noktalama işaretlerinin hiç kullanılmaması yönündedir. Bireysel noktadaki yerinden gayet memnun olan şiire ilk etapta yakışır gibi görünse de, özünde paylaşım dengesini bozacak bir yaklaşım ve aşırı duyarsızlıktır bu. “Ben” merkezli bir zemine inşâ edilen günümüz şiirinin harcına, hamur mayasını da karıştırırsanız dengeyi sarsmış olursunuz ki, bu da binanın yıkılmasına sebep olacak nedenlerdendir. Daha somutlaştırırsak, ilk okumada anlaşılması daha da güç olan şiirimizin üzerine böylesi ağır bir yük çok saçmadır. Ama demiş olsanız ki, Halk Edebiyatımızda bu gibi işaretlerin uygulanmaması gerekir; o zaman hak veririm size. Dönemimin usta Halk şairi Karacaoğlan/dan, iki dörtlük yazmak istiyorum: (Buarada, Karacaoğlan/ın :“Şiir benimle bitmiştir; yazılması gereken her şeyi yazdım.” dediğini küçük bir not olarak alabilirsiniz; günümüzün en iyi şarkı sözü yazarı olarak gördüğüm Cemal Sâfi/nin yalancısıyım. Günümüzün Karacaoğlan/ı olarak da Abdurrahim Karakoç/u gördüğümü belirtiyor, devam ediyorum)
“Bir eyilik et ki, çıkasın başa.
Ak gerdanda benler ola temâşâ.
Âşık mâşuk ile sarıp sarmaşa
Yorgan zahmet çeksin, kol incinmesin.“
Dörtlüğümüzün ilk ve ikinci mısraları nokta ile bitiyor; gördüğünüz üzere. Pekâla, üçüncü mısrada noktanın olmaması, dördüncü mısra ile bağlantısının olduğunu, ve ilk iki mısranın noktasından dolayı birbirinden bağımsız olduğunu mu gösterir acaba? Çünkü Karacaoğlan “… temâşâ âşık mâşuk ile” gibi bir anlamı düşünmediğinden böylesi bir tercihte bulunmuştur. (Zaten düşünseydi, günümüz şiirini yazmış olacaktı farkında olmadan; ki bazı şiirlerinde –hatta bu dörtlüğünde dahi-böylesi bir görüntü hâsıl olmuştur.) Bu noktada, üçüncü ve dördüncü mısranın, nokta konmadığından bağlantısı olduğunu sandığımız görüntü çok ilginçtir. “sarmaşa yorgan zahmet çeksin” gibi bir anlam da çıkıyor ama inan olsun Karacaoğlan bunun farkında bile değildir. Zira, dediğim üzre, her dönemde şiir şairin bir adım önündedir. Bu bakış açısından hareketle, virgül veya noktayı bu dörtlükte kullanmasa idik,acaba anlam karmaşası mı olacaktı ? Karacaoğlan’ın ne demek istediğini anlamayacak mıydık ? Hayır ! Zira konuştuğumuz şiir Halk şiiri; yani halk diline en yakın dil… Ama bütünüyle içsel olan günümüz şiirine aynı tercihi uygularsak,gözü kapalı bir arayış olur bu. Arayış, diyorum, zira noktalama işaretlerinin olmadığı şiirleri de olanlardanım; arayışımızın gözü kapalı olmamasıdır istediğim / istediğimiz… ikinci dörtlüğe geçmek istiyorum:
“Kalk gidelim atım, harab hâneden,
Kısmatımız versin Mevlâm Yaradan.
Eğrikol’da yem yedirem, atıma;
Gece Eğrikol’da yatalım, atım.“
Yedi yerde bulunan noktalama işaretlerini kaldırdığınız vakit, herhangi bir anlam bozulmuyor. Divan edebiyatımızda da noktalama işaretleri yoktur. Yani, günümüz şiirine bu yönüyle de benzeyen bir şiir… Şiire dair beklentilerimizi uzaklarda aramamalıyız galiba. (Aynılık tesbitime imgeler örgüsü girmiyor; zira, eski şiirimiz mitolojisizdir; istisna mısralar dışında imgelerden muaf)Ama sanılmasın ki, her günümüz şiirinde noktalama işaretleri yoktur; hayır,elbette… Noktalama işaretlerinin tecridiyle ilgili eleştiriye bir noktada katılmak açısından, noktalama işareti olan bir şiirle devam etmek istiyorum:
“çevresi çizgili gözleri hüzzam…
diz üstünde battaniyesi
geçmişi ısıtır…”
Nesrin Kültür Kiraz’ın bir şiirinden aldığım bu bölümde, “hüzzam” dan sonra“…”-üç nokta – işaretini kaldırırsanız, “hüzzam diz üstünde” gibi harika bir anlam çıkar ortaya. O zaman “battaniye” kelimesini bir alt satıra almalısınız,anlamın selâmeti açısından. (Bu arada, “kadından şair olur” diye ısrar eden kalemlere, Nesrin Kültür Kiraz’ın, güzel olan ama çok güzel olacak bir şiire nasıl haksızlık ettiğini, ve bu şiirinin de içinde bulunduğu kitabının “Arkadaş Z.Özger şiir ödülü”nün sahibi olduğunu ve kendisinin de jüri üyesi olarak hayata devam ettiğini hatırlatmak isterim. Elbette çok güzel şiirleri vardır kadın yazarlarımızın ama sadece şiirleri; o kadar…İtirazım, şiir çarklarında devamlılığın gelmemesine yöneliktir; her çıkılan yolda gereğinden fazla mola verip, zamanla mola verdiği yerde konaklamasına içerlemektir. Kadın yazarlarımız için, şiir mi düz yazı mı derseniz, elbette düz yazı derim;şiirimizin ve düz yazımızın selâmeti açısından)
Yukarıdaki örneğe bir örnek daha vermek istiyorum; durumu netleştirmek açısından.
“döşümde şehrin âhengini bozan ay resimleri
ve geceyi korkutarak durduran tasarımlar.
Geçtim kara yağlar sürünerek…”
İsmet Özel şiirinden aldığım bu bölümde, “tasarımlar”dan sonra noktayı görmezden gelip devam ettiğimizde “tasarımlar geçtim kara yağlar sürerek” gibi (yumuşak bir ifade olacak ama) bir “anlamsızlık” çıkıyor ortaya. Zaten içsel ve derin olan (kimine göre zaten anlamsız olan) şiirin / şiir tarzının, dinlenme molasına dinamit koymuş olursunuz noktalama işaretini kaldırırsanız. Unutulmamalıdır ki, molayı hak edenler yorulanlardır.
Resim çizmek, beste yapmak (bunun içinde müzik aletlerinin nasıl çalındığını öğrenmek de vardır), heykel yapmak için mutlaka bir eğitimin alınması gereklidir; hatta bunun için üniversitelerde bölümler dahi olması doğaldır ancak, şiir için bu durum söz konusu olmamalıdır. Şiirin bir okulu, bir eğitimi olmaz savunmasındayım. Bu tür iyi niyetler şiirin kötü niyetini ortaya çıkarmaktır diye düşünüyorum. Hece vezniyle aruz vezninin ne olduğu / nasıl yazıldığı, şairin, serbest tarzda şiir yazarken içindeki müziği yakalamak için kelimeleri nasıl bestelemesi gerektiği eğitimle olabilir, ama o eğitimi alan kalem, şair olabilir mi, işte orası kanımca hayır/dır ama tartışmaya açık olan bir husustur da… Zira bu noktada, Türk şiirinde isim yapmış onlarca belki de yüzlerce ismin alaylı olduğu savı çıkar; ki bu ise yanlış bir tesbit olacaktır.
Tanpınar’ın, “Paris’te amelelere şiir yazmayı öğretti…” dediği bu tür şiir okulları açılmamış değildir. Şiirin hislerin sanatı olduğu; Fuzulî bir minyatürcü olsaydı, içindeki aşkını sevgilinin yüzünde görecektik, savunmasındayım. Bu gibi çalışmaların, tek tip şair imajını ortaya çıkaracağını, (yoktan değil, var olanı bulma noktasındaki) yaratıcılığa bir engel olacağını düşünüyor, maddenin mânâya hükmüne karşı olduğumu belirtiyor,iyimser bir yaklaşımda olduğumu şerh düşüyorum. Sert bir ifadeyle, zamanın değiştiğini söyleyenleri, bir ünlemle selâmlamak istiyorum: Şiir zamanlarüstüdür !Geleceğin edebiyatının şiir ekseni üzerinde olacağını düşünüyorum. Günümüz insanının günlük hayatında artık hızlı, beklemeyen / bekletilmekten hoşlanmayan,zamana ayak uydurup hızlı ve sürekli hareket hâlinde olan ve konuşmalarını kısa kısa cümlelerle oluşturan bir tarzı benimsediğini görüyorum. (Zamanı hızlı ve sürekli görürken, zamanı, yaşamdan tecrit eden İbn-i Sina’yı görmezden geldiğimi belirtmeliyim) Bu hızlı ve sürekli akış, Ağabey’den âbi’ ye geçen süreçtir. Bu sürecin doğru olup olmadığı tartışılabilir; ama “tesbit” mi “tespit” mi sorusuna, dilimdeki müzik açısından “tesbit” cevabını verdiğimi söylüyorum;TDK’ya isyan bayrağımı açarak… Asıl iyileştirilmesi gereken yaranın yanında çok beyaz kaldığını da söylemeliyim; bu gerçeğin. Ne en kısa örneği bile en uzun şiir kitabı kalınlığında olan roman, ne de çocukların uykusunun gelmesi için söylenen masal kültürünün çağdaşı öykü / hikâye… Şiir, düz yazıyla bir noktada birleşir : ROMANtizm… Bu satırların yazarı DÜZ/yazı cenahındaki boşluğunu, şiir üzerine yazılan düz olmayan yazılarla desteklemektir; öyle sürükleyici,heyecan verici ve duygusal sahneler var ki… Hülâsa, onlar “hikâye” anlatırlar;şairse hayatı; şiiri anlattığını vurguluyorum. Her iki hayatın kendisi olan tek edebiyat kolu şiirdir, şiir olacaktır ve gelecek de şiirle sonlanacaktır diye düşünüyorum. Böylesi icra edilen devasa bir sanat için şu tanım çok uygun olacaktır: Şiir edebiyattan ayrıdır; edebiyatın bir kolu olduğunu sizler söylüyorsunuz. Sizlerin yalancısıyım.