Göklerin Yeryüzü Kederi

“Filistin toprakları yağmur beklerken
Kan kokuyordu.
New York balkonlarında beyaz kadınlar gülüyordu.
Azrail gelmese de çocuklar ölüyordu.”

70’li yılların sonlarına doğru yazmıştı bu şiiri Kadir Gültekin. Kendisi de fazla geçmeden tenine değmek için hainlikten kıvranan bir kurşunun hedefi oldu. Gültekin bu şiirinde bolluk, barış, bereket bekleyen Filistin’in beynelmilel kumpas odakları tarafından nasıl zorlu bir kadere mecbur edildiğini, anlamı açık metafor ve imgelerle bize hissettirir. Şimdi değişen ne? Maddi manevi yitiklerimizle birlikte çoğalan acılarımıza tutunarak canlılığını koruyan haklı öfkemiz.

Müslümanlar Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte aralarına hasret duvarları örülmüş yaralı coğrafyalarında hiç olmazsa onurlarıyla, namuslarıyla yaşama mücadelesi verdiler. İsrail denen terör odağının işgal ve zulümlerine karşı yapılan direniş, bütün bir Müslümanların ruhunun dirilişine yol açacak mahiyete sahipti. Çünkü kafese kapatılmış kuş gibi çırpınan kalbimizle yaşadığımız coğrafyaları bize dar eden işgal, Cahit Zarifoğlu’nun ifadesiyle önce zihinlerimizde oluşturuluyordu.

Yönlendirilmiş zihinle düşünmek, sadece yenilgiye hazır duruma gelmek değildir; bundan da kötüsü yenilgi psikolojisini benliğe dönüştürmektir. Bu anlamda yenilmiş olmak iman iddiamızı unutmak, onur ve özgürlüğü imanla eşitlemiş bir hayatı terk etmekle mümkün olabilir. Oysa Kudüs onur ve haysiyetimizden ayrı düşünülemeyecek özgürlük ateşini canlı tutan önemiyle yüksek bir sembol ve değerdir. Kudüs temelleri adeta gökyüzünde ve imanla atılmış bir şehirdir. İmandan beslenir, imanı besler. Sözün tam da burasında her şeyin en iyisini bilen o ilmi inceliklere fazlasıyla sahip kimi entelektüel edaların özgün İslâm düşüncesi adına bu beslenmeyi önemsizleştirecek fikri bir tutum içine gireceklerini biliyorum. Mescid-i Aksa yani ‘Uzak Mescit’ terkibinin neyi kastettiği bir yana, bu düşüncelerin hangi amaç sahiplerinin işine yaradığı malumdur. Bazen iman kavgası veriyorum derken zulme hizmet eder bir duruma gelinebilir. Eğer en az yüz yıldır ruhumuzu istila eden müzmin bezginlikten sonra Kudüs hayali derleyip toparladığı ümmetin ruhunu ateşliyorsa bu bir iman meselesidir. Bu yüce, bu kutlu kararlılık ilişkisini Nuri Pakdil ne özlü ifade ediyordu: “İmanımdan vazgeçmedikçe Kudüs’ten vazgeçmem” Kudüs bizzat Cumhurbaşkanı’nın dilinden ifade edildiği için umudumuzu daha bir canlı algı olarak hayata katmaktadır: “Biz Müslümanlar için, mübarek beldelerimizi korumak imkân değil, iman meselesidir.”

En yüksek ve anlamlı değer olarak imanı fiiliyata geçirmenin yolları vardır. Değilse hayat anlamsızlaşır. Allah’a, ahret gününe inanan bir topluluk için imanı sevdasız, sevdayı umutsuz, heyecansız bırakmak zillettir. Kudüs onurumuzun, özgürlüğümüzün somut kilit taşıdır. Bir mimari yapının üzerine oturduğu kemerin kilit noktası neyse Kudüs bizim için odur. Varlığımızın anlamını istinat ettiğimiz dayanaktır. Kudüs’le müşahhas bir duygu ve hareket karakteri kazanan Filistin davası, hayatımızın asli değerini bulduğu istikametidir. O nedenle Kudüs’e bizim değer vermemiz hatta özgürleştirmemizden önce Kudüs’ün bizi değerli kıldığı, özgürleştirdiği daha doğrudur. Kudüs göklerin yeryüzüne bir izdüşümü gibidir. Çünkü bütün semâya yönelişlerin kıblesi orada kesişir. O sonsuzluktan bir yansımadır, sonsuzluğa açılan bir kapıdır. Sonsuz ve sürekli barış, sonsuz ve sürekli kardeşlik. Bütün bu yönleri ile Kudüs hiçbir farklılığı ötekileştirmeyen İslâm ve insanlık medeniyetinin en önemli savunma ve direniş hattıdır.

Bu duyguların insani temel ve kaynaklarını anlayamayanlar, bütün bir insanlığın değer ve birikimlerini işgal ve imha eden zalimlerdir. İsrail bu zulmün adıdır. İnsanlığa, barışa, medeniyetlere düşman karanlık yapıların ittifakıyla maruz kaldığımız çetin sınav. Canımız, canlarımız pahasına sınavımızın zorluğu, hayata, imana ve insana saygısız düşmanlığın, kendisi dışındakilere uyguladığı tutumun aynısını veya benzerini onlara gösteremeyeceğimiz sebebiyledir. Bundan imtina ediyor oluşumuz Müslümanlar olarak imandan, adaletten, insanlık değerlerinden yana olduğumuz içindir. Çünkü İslâm tarihi boyunca ismi ‘Dar’üs Selâm’ yani ‘Barış Yurdu’ olarak anılan Kudüs’ten yana olmak kayıtsız koşulsuz barıştan yana olmaktır. Eğer Kudüs sancısı, direnişin son dayanma hattında bizi mecbur ederse, var olmak için arkalarına saklandıkları nesneler bile onların yok oluşlarına sevinecektir. Arif Ay’ın “acıların da sabah serinliği vardır elbet” dizelerinde ifade ettiği gibi bu sancıların sağaldığı sabahlar da olacaktır bir gün.

“acıların da sabah serinliği vardır elbet
açılırken pencerem umuda ve bahara
Filistinli çocukların taş atan eliyim
hasret kasırgasıdır ruhumu altüst eden
sevgilim Kudüs Bağdat Semerkant buhara
….
“başımı alıp filistine mi gitsem”

Necip Fazıl en az 70 yıldır kanayan Kudüs yaramızla birlikte büyüyen öfkemizi üslûbuna alışık olmadığımız bir açıklıkla dile getiriyordu. Demek mesele Filistin ve Kudüs olunca anlamı kapalı imgelere gizlemeye gerek duyulmuyor. Ya da mesele Kudüs ve Filistin olunca bir şey gizlenemiyor.

“Yıkılasın İsrail! Enkazını göreyim!
Sana ülke diyenin, yüzüne tüküreyim!”
*

Genelde dünyanın, özelde Müslümanların asla gündeminden düşmeyen işgal ve saldırı altındaki Kudüs merkezli kutsal topraklar, ABD Başkanı Trump’ın Evangelist Siyonistlere diyet ödemek için verildiği açık olan sorumsuz kararı ile birlikte yeniden mücadele konumuz oldu. Evet Kudüs ve Filistin tartışma, fikir sohbeti değil bizim mücadele konumuzdur. Kudüs işkence görürken neleri yapıp yapamayacağımız esasen varoluş samimiyetimizle ilgili bir husustur. Yani onurun, izzetin özgürlüğün sembolü olarak Kudüs, aynı zamanda imanda ve cihatta, zulme karşı koymada samimiyetin ifadesidir.

Özgürlüğü alınmak, zincire vurulmak istenen Kudüs’ün feryadı bizi nasıl etkilemektedir? Kudüs bizden ne bekliyor, biz Kudüs’ten ne bekliyoruz? Beklentilerimizin karşılanma oran ve biçimi nedir, ne kadardır, nasıldır? Onun için Zarifoğlu’nun dediği gibi “Kudüs bir sınav kâğıdı’dır…Her
mü’min kulun önünde” Bütün bir yeryüzü kavimlerinin, inananlarının test edildikleri bu sınav hiç bitmedi, hiç bitmeyecek gibi. Bu sınavı hakkıyla veremediği duygusu ile Kudüs Fatihi Selahaddin, esenlik haberine kadar, hep üzüntüyle yaşadı.

Yüzündeki hüzün, içindeki ıstırabın yansımasıydı kuşkusuz. “Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim?” diyordu. Büyük komutan Âkif İnan’ın dizelerinde ifade ettiği ruh halini yaşadı. Kudüs’ten ayrı, uzak olmak onun için tam manasıyla öksüzlüktü, yetimlikti sanki.

“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu”

Selahaddin olmak ayrılığına dayanamadığı Kudüs’ü kucaklama aşkıyla yanıp tutuşmaktır. Selahaddin olmak inançları sebebiyle zulüm gören gerçek mazlumların kalbini duymak, onların kalbiyle hissetmektir. Zalim emperyalistlerin din dahil her şeyi ayaklar altına almaktan çekinmeyen, işgal, talan ve katliamlarına karşı adaletin öfkesini büyütmektir. Gücünü adil ve haklı olmaktan alan o öfkenin korkusuz cesur sesi dahası kararlı, akıllı savaşçısı olmaktır. Selahaddin bitmeyen umut, tükenmeyen hayaldir. İmandır, azimdir, sabırdır, dayanmadır ve
elbette direnmedir, cihattır.

Asıl kuvvet ve stratejik üstünlüğü, katıksız, ödünsüz imanında gizli olan büyük komutan Selâhaddin! Dünyaya fazla yöneldiğimiz için ‘gökte yapılıp yere indirilen bu şehir’den kalben uzaklaştık. O’nun gibi olmak elbette kolay değil. Ama hiç olmazsa onun idealiyle, kalbimizi, öfkemizi, umudumuzu, hayalimizi canlı tutmalı değil miyiz? Kudüs davasına gönül veren herkes bir Selahaddin yüreği taşımalıdır. Veya kalbi Selahaddin’in davasıyla çarpmalıdır. Gerçek fetih gittikçe büyüyen inançla, heyecanla, ümitle yapılır çünkü.

İmanı, ümidi, hasreti, değeri olmayanlar, fetih yapamazlar. Bu konuda da Büyük Selahaddin’den örnek verelim: Selahaddin çocuktur. Ahşap bir mimber yapan bir marangoza bunu nereye yaptığını sorunca aldığı cevap küçük Selahaddin’in dünyasında şimşekler çakar:

“Mescid-i Aksa’ya yapıyorum.”

İyi ama Kudüs işgal altındadır. Selahaddin’in dile getirdiği bu duruma usta’nın verdiği cevap onun hayallerini harekete geçirecektir.

“İşim gereği ben Aksa’nın mimberini yapıyorum. Bir yiğit de gelir bu mimberi yerine kor.”

Küçük Selahaddin o andan sonra o mimberi yerine koyma işini kendine asıl amaç edinir. Bu amaç kimileyin fırtınalı hayallerin toz dumanı, kimileyin özlenen kavuşmanın heyecanı ile kalbini, ruhunu ve bütün benliğini yakıp tutuşturur.

Ve bir gün elbet gökyüzü açılıp vurur ışıklarını üzerimize.

Biz her zaman Selahaddin’lerin olduğunu biliyoruz. Kocaman yürekleri ile belki çocuk, belki genç veya belki hali hazırda iman varsa imkânın yok olmadığının bilincinde liderlerimiz.

Kimseye düşman değiliz. İslâm, varlığının anlamını çatışma ile değil, uyum ve yardımlaşma ile açıklar. Ancak var olmaları için İslâm varlığını yok etmek isteyenler, Müslümanların kendi yerlerinde ve kendileri gibi var oldukları zaman yok olacaklardır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Birlik / Ay Vakti
Kandillerinde Yakılmak Üzere / Şeref Akbaba
Göklerin Yeryüzü Kederi / Necmettin Evci
Kudüs, Mısra-ı Bercestedir -Kudüs Şiirleri Üzerine... / Salih Uçak
Tüm Saatler Kıyamete Kurulmuştur / Mehmet Baş
Tümünü Göster