Kudüs, Mısra-ı Bercestedir -Kudüs Şiirleri Üzerine-

Ve Kudüs şehri
Gökte yapılıp yere indirilen şehir
Sezai Karakoç

Kudüs, mümin yüreklerin ebedi şiiri, yeryüzü şehirlerinin mısra-ı bercestesidir. Kudüs, “gökte yapılıp yere indirilen şehir”dir. Yeryüzü şehirlerine “üs” olan “eksen şehir”lerden biridir. İnsanlığı aydınlatan eşsiz bir lamba, çöle inen nur, yüreklere doğan güneş, kaleme “isra”nın esrarını fısıldayan Cibril’dir.

Kudüs, direnişin daimi sembolü, duanın ve davanın şehri, vahyin ve vahdetin göstergesidir. Çağlar üstü bir “çağrı”nın arşa yükselen yıldızı, erişilmez bir sevdanın “gül”e dönüşümüdür. O, yeryüzün en güzel beldelerinden biridir. Öyle ki, O’na “hummalı şiirler büyüten şairlerin yürekleri” kadar zarif ve nazlıdır.

Kudüs, annedir. Kudüs, çocuk… Kudüs, “külbe-i ahzan”dır. Tur’a yansıyan yanıyla Musa, Mirac’a yükselen yanıyla Muhammed, dirilen yanıyla İsa ve minarelerden yükselen sadasıyla Davud’dur.

Tûr Dağı’nı yaşa
Ki bilesin nerede Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum

Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur… (Pakdil, Anneler ve Kudüsler)

Şuuru, şiire taşıyan Pakdil, “an’a sığdırdığı mekânı”ın bütün zamanlara sirayet eden taraflarını ince ince işlerken Tur’a yansıyan ile Kudüs’te tecelli edenin aynı olduğunu bilir. “Oku” emrine muhatap olan mümin yüreklerin asli görevi bu şuura sahip olmak değil midir? Kadim bilginin bilgeliğine inanan kalplerin önünde eğilmez mi şehir? Kayıp bir atlas değil ki Kudüs… Kaybedilmiş yitik bir emanet, durmuş saatlerimizin kurma koluna ayarlanmış kalp akrebi ve ruhumuzun yelkovanıdır Kudüs.

Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar (Pakdil, Anneler ve Kudüsler)

Anne olmak… Anne ve çocuk… Ve kutsanmış bir şehir yaratmak bir çocuktan… Metafizik
aşkınlığın yüreğe inen işaretiyle kuşanmak belki… “Denizi çek annemin başörtüsüyle ey sevgili/ At geçer o zaman denizi/ Cezayir’e atlarla gidilirdi/Babam atla bağa gelirdi /Yeni Ali/ Paris’i atla dolaşacak… Pakdil, tarihin şahitliğine çağırmaktadır insanlığı. Musa’nın asasına yol olan git’leri kadar, firavunları boğan gel’leri çoktur denizin. Kim bilir belki de Selahaddin’in atına gıpta ile bakan çocuk gözlerin masumiyetinde gizlidir her şey. Geleneğin ve geçmişin “Düldül”üne revan olan çocukların düşlerinde büyüyen “Zülfikar”dır. Kudüs, annelerin dua ile beslediği yüreklerde “muştulu düşler” görmektir. Hakikat, Batı’ya (Paris’e) varmadan Doğu’nun bütün renkleriyle kuşanan “çocuk Kudüs”ün şuuruna ermektir.

Eylem öğlesi
Gülkurularını birbirine bağladık
Ekmeğimize bulaşan çağın hakkını
Kitabı açarak
Yonttuk… (Pakdil, Anneler ve Kudüsler)

Çağını hakkını “hamasi nutuklarla değil, kitapla yontmak”tır vazifemiz. Daimi bir direnişin imgesidir Kudüs. Ve gül remzi… Sonsuza açılan kapıların aşkın gölgesinde eşiğe yatan mümin gönüllerin duasıdır bu şehir. Bize düşen, arşa yükselen “gül”ün kokusuyla “sımsıkı sarılmaktır O’nun ipine”… Ve “damarlarımızda dolaşan kan gibi /Hamid çizgisi”yle “eylem öğlesi”ne varmayan yüreklerin ikindiye yatması sadece bir düştür. Hamid, “değer oluşturma”nın adıdır. Maddi olandan uzaklaşıp manevi olana yaklaşan fizikötesi bir ruhun arşa yükselen değeri… Yüreğe dokunmamış her şey biraz yavan, biraz yanılgı değil midir? Hakkı tutup kaldırmanın erdemine inanmış olan kalbin aynasıdır Hamid…

Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin… (Pakdil, Anneler ve Kudüsler)

Ve yürümek… Pakdil’ce yürümek, kutlu bir zafere giden yolun ilk yolcusu olarak “eylem öğlesi”nde olma cesaretini göstermek. Gücünü, Miraç’ın kutsiyetine atfedebilme erdemine inanan yüreklerin ayaklarıyla yürümek… Daimi güzelliği bu kutlu yürüyüşte arama iştiyakı, neticelerin en önemlisidir.

Büyüyor elinde bomba
bombanın gerçeği yumuk çocuk eli
ama çocuk
aykırı görülür ölüme… (Pakdil, Anneler ve Kudüsler)

Kudüs’ü nasıl görmeli? Neye teşbih etmeli? Bir annenin üzerine titrediği yavrusu gibi mi? Hiç büyümemiş bir çocuk mu?… İsra’nın sırrına ermiş bir annenin gözüyle daima taze ve narin mi? Yoksa sıkılmış bir yumruk, yüreğini avucunda taşıyan bir çocuğun patlamaya hazır yüreği mi? Yahut “sakındıran ve ebedi güzel olana çağıran çocuk Musa’nın duasına eşlik eden Harun mu? Kutsal ölümler devşiren annelerin gözleri önünde acıya ve adağa ve İsmail’e uzanan çizgide zamanın eleğinde kaderi elemek midir Kudüs?

Kudüs, Yusuf’u kaybeden Yakup’un hüznüyle eş bir şehir… Nizar Kabbani, O’nu bu gözle görür ve
şöyle der:

Ey Kudüs, ey hüzünler şehri
Ey gözlerinden kocaman yaşlar akan
Kim durduracak düşmanları
Üzerine çullanan, ey dinlerin incisi
Kim silecek kanları duvarlarından
İncil’i kim kurtaracak
Kim kurtaracak Kur’an’ı
Kim kurtaracak Mesih’i kendisini öldürenlerden
İnsanlığı kim kurtaracak… (Nizar Kabbani, Kudüs)

Hüzünler şehri… Gözleri kör eden bir intizarın hüznüyle büyümek… Muştulu bir gömleği bekleyen Yakub’un sabrıyla, kan duvarlarını kanlı gömleğe teşbih eden yanıyla beklemek… “Ey parmakları yanan güzel çocuk / Hüzün var gözlerinde, ey iffet şehri”… Ey nidalarına alışık mıdır bilinmez lakin umudun ve aşkın kıblesi olarak Kudüs, hepimizin çocukluk emanetidir.

Kudüs’e şiir gömlek dikişi annenin
gösterir yönümüzü iğneden çıkan ipliğin konumu
kare ya dikdörtgen
annenin çocuk yanağındaki izi… (Pakdil, Anneler ve Kudüsler)

Kudüs’e şiirden gömlek diken annelerin elleri duadan başka ne olabilir ki? Yusuf’a uzanan ellerin uzak çağrışımları arasında Aşk’a/ Züleyha’ya varan esrik bir hikâyenin kübist yaklaşımları arasında sıyrılan apaçık hakikattir Kudüs.

Kudüs, teşbih etmek ile tespih etmek arasında tembih edilmiş bir çocuktur. Dişe dokunan her kelimenin her harfin saf güzelliğidir. Bundandır ki ona ağıt değil, şiir yakışır. Çocuk yüzü, hürriyetin ve geleceğin güneş ülkesidir.

Ağıt yakışmaz
şiire ve çocuk yüzlerine
ki çocuk yüzleridir getirir bizlere
gereğini bağımsızlığın… (Pakdil, Anneler ve Kudüsler)

Akif İnan, Kudüs’ü Mescid-i Aksa ile anar. Kudüs, düşlerin “anka’sı olarak mümin dimağların ebedi intizardır. Vahyin, vahdetin, ulûhiyetin imgesi; masumiyetin başkentidir.

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnını koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu… (İnan, Mescid-i Aksa)

Mescid-i Aksa ağlayabilir, lakin ağlanacak hale gelmemelidir. Çağlar boyu barışın ve tevhidin sembolü olmuş bir şehrin müşahhas bir çehreyle ağlaması, bir çocuk suretinde düşlere girmesi kabul edilebilir ancak, siyahlara bürünüp yas tutulacak bir eylemin nesnesi değildir. O, Müslüman yüreklerin daimi öznesi, vuslatı beklenen nazlı sevgilisidir.

Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu
acaba herkes… (İnan, Mescid-i Aksa)

“Ve Kudüs şehri / Gökte yapılıp yere indirilen şehir”dir Karakoç’un nazarında. O, Tanrının ve insanlığının şehridir. Ruhları aydınlatan lamba, ifriti insana döndürecek gücün ve gizemin şehridir. Düştüğü günden bugüne dek “kan sızıyor kaburga kemiklerinden…”

Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgâr gibi esen zehriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lut şehrinden kaçar gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez…
(Alınyazısı Saati, Sezai Karakoç)

Bugün tuzdan heykele dönen ruhlarımızın çaresizliğiyle kalakaldığımız kör yalnızlığımızda elimizden tutup aydınlığa götürecek rehberlerimizin olmaması ne acı… Kudüs, kendisini terk eden güzelliklerin arkasında boyun eğmişken “dua”sında ve “düş”ünde onu göremeyen mümin ruhların tesellisine ne demeli?

Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik göğdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri… (Alınyazısı Saati, Sezai Karakoç)

Kudüs, acımasız yüreklerin ellerinde Tevrat’ın ve İncil’in ve Kuran’ın bütün hükümlerine muhalif bir çaresizlikle kıvranmaktadır. “Öldürmeyeceksin!” hükmünü tersine çeviren utancın pişkinliği içinde zalim zalimliğinde kavi… Miraca çıkan şehrin damarlarında hakikati arayan hücrenin hakkını kim gözetsin!

Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir
Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten

Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar… (Alınyazısı Saati, Sezai Karakoç)

İbrahim’in Yakup’un Musa’nın şehri, “hüzünler evi” şimdi. Babil’in asmalarında “siyah üzümler” göz göz olmuş küçük esmer yüzlerinde çocukların. Roma’nın Asur’un kadim güzellikleri bürünüş örtüsüne karanlığın… Suskun ruhlar tekkesine bağdaş kurmuş dervişin intizarı hakikati kaldırmaz düştüğü yerden… Bir “eylem öğlesi”ne durmalı insanlar, insanlık: fitne bastırılıncaya kadar!

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Birlik / Ay Vakti
Kandillerinde Yakılmak Üzere / Şeref Akbaba
Göklerin Yeryüzü Kederi / Necmettin Evci
Kudüs, Mısra-ı Bercestedir -Kudüs Şiirleri Üzerine... / Salih Uçak
Tüm Saatler Kıyamete Kurulmuştur / Mehmet Baş
Tümünü Göster