Kudüs al ipeklerle işlenmiş bir gül gibi durur başucumda
Kudüs deyince kuşlar kanat çırpmaya başlar dilimin ucunda
Bense demirden bir kafesin içinde çırpınıp dururum
Mavi göklerin yeşil ağaçların yamacında bir çöl büyür
Bir çöl büyür baktığım her noktada
Gidip gelemediğim bir ülkenin işgal edilmiş şehirlerinde
Kuşlar bile pasaportsuz uçarken göklerinde
Öksüz bir ezan sesiyle yıkanır duvarlar
Miraca çıkmış bir Nebi’nin dönüşünü beklerken
Çöl kızlarının saçlarını savuran bir rüzgâr eser
Bir çocuk rüyasında Ömer’i görür
Eski bir düşün kaybolan renklerinde
Sorsam Kudüs nerdedir şimdi
Bir gaflet bulutu doldururken gökleri
İnsan ki kendi kendine perdedir şimdi
Dağlanmış bir yara gibi kabuk bağlamış zülüm
Taşlar bile kalplerden daha yumuşaktır burada
Ruhsuz zamanların kalbinde kıbleyi şaşırırken
Sargı tutmaz hüzünler şu kanayan yarada
Kudüs kurbanlık koyun gibi uzatır başını
Artık tüm saatler kıyamete kurulmuştur
Bir çığlık yükselir göklere doğru
Bir çığlık taşları yerinden söker
Ebabiller taş yağdırsın diye beklerken göklerden
İlk kıblenin acısı silinmez yüreklerden
Yeryüzü fil ordularının geçişini seyreder
Kesilmiş bir orman gibi ağlar bütün şehirler
Hikâyesi eskidir atını karlı dağlara doğru süren süvarilerin
Mahşer benizli bir akşamın bardağında içilir gök kubbe
Kelimelerin gölgesinde derin bir uykuya dalarken
Dört bilinmeyenli bir denklem gibi sorulur Kudüs
Artık her yağmur damlası çöle değen bir melek kanadıdır