Bahaettin Karakoç ile Söyleşi

“Sevmeden, çilesi çekilmeden şiir yazılmaz! Ben daha çocukken şiiri
Allah’ın rızasını gözeterek yazacağıma söz verdim. Şiirlerimi beğenseniz de
beğenmezseniz de ben mükâfatımı alacağım yerden fazlasıyla alıyorum.
Ne kendime ne sevdiklerime ne de şiir severlere, dostlarıma asla ihaneti
düşünmedim. Rabbim kalbimi bu esas üzerine inşa etti. Yalan yanlış, tamamen
hayali çizgilerden ibaret, marazi çırpınışlar benim semtimde var olamaz!
Rabbime şükürler olsun ki hala hayattayım, hala şiir atının dizginlerini
kısmadan koşturabiliyorum. Sizlerin sevgisi bana yeter! Başka bir beklentim de yoktur!”

Değerli ağabeyim, şiiriniz ve hayata bakışınızla alakalı size naklettiğim değerlendirmenizden yola çıkarak, öncelikle Ay Vakti okurları ve daha geniş kitlelerin istifade etmesi amacıyla sizinle bir söyleşi yapmak istedim. Kıymetli vakitlerinizi ayırdığınız için öncelikle teşekkür ederim. Seyran’la başlayan ve sayıları yirmiyi aşan şiir kitaplarınız var. “Mutlak gerçeğe, mutlak güzele yönelmenin dillenişi ve kalbin dirilişidir” dediğiniz şiirleriniz var. Kitaplarınızla aranız nasıl? Kendi şiirlerinizi okur musunuz? Sonradan müdahale ettiğiniz şiirleriniz var mı?

Ben kendi kitaplarımı sık sık okurum. Şiirlerimi okuyorum. Yok, şiirlerime müdahale etmem, şunu değiştirsem demem. Çünkü o an, o çatlak düşünceye sahibim, onu sonradan değiştirip de yani sık sık yapılmamış bir yemek gibi çomça elinde karıştırmayı sevmem. Yazdığım şiir, ilk yazdığım haliyle kalır ve öylece de yayımlarım.

Kendi kitaplarınızı tekrar okuyup yazacağınız yeni şiirleriniz için beslenir misiniz?

Yok, o tarz üzerine gitmem, ben tarzları denerim. Değişik tarzlar geliştirme, şiirde ses neye gidiyor, hangi biçimde yayımlanırsa daha güzel olur bunu düşünürüm. Sen yeni baskılarını gördün mü kitaplarımın. Yayınevi yeni getirdi. Bütün eserlerim beş cilt halinde nar yayınlarından çıktı. “Seyran”, “Kar Sesi”, “Bir Çift Beyaz Kartal”, “Beyaz Dilekçe”, “Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman”.

Kitaplarınızın yeni baskıları hayırlı olsun. “Beyaz Dilekçe”nin yazılışını bir de sizden dinleyelim üstadım?

İşte bütün eserler Beyaz Dilekçe ismiyle yayınlandı. Beyaz Dilekçe yeni baskının içerisinde ayrı bir bölümden oluşmaktadır. Aynı zamanda, bu yeni baskıda, diğer kitaplarımdan Aşk Mektupları, Menzil, Gündemde Yine Aşk Var isimli kitaplarımda Beyaz Dilekçe içinde yer almıştır. Kitaplarımın yeni baskılarını kontrol etme zamanım da olmadı.

“Beyaz Dilekçeye Beyaz Bir Önsöz” le başlanıyor. Bu şiirin birinci bölümünü yazmıştım o zaman, Kıbrıs elimizde değil. Balkanlarda bir avuç toprağımız yok, dostumuz yok, giremiyoruz, çıkamıyoruz, hep demir perdeydi. Balkanlar da öyle, Kafkaslar da öyle, giremediğimiz yerler ama bu şiiri yazdığım zaman buralar dahil bunların hepsinden bahis ediyorum. Benim o bahsettiğim yerlerin hepsi sonunda ben yaşarken daha kitabım geniş okuyucu çevreye ulaşmadan beğenilip çırpmadan oraları gördüm. Allah’ım oralara gitmeyi nasip etti, oralar özgür oldu, çoğu bizim oldu yani. Cenabı Allah ne istediysem verdi. Bu tamamen İslam coğrafyasını, değerini kucaklayan bir hadise, ben içimden geldi de yazdım.

Bu birinci bölüm dediniz, ikinci bölüm?

Bu 999 mısradır. Bu sekiz mi dokuz bölüm müdür, daha sonrasında yazdım onları. İlk defa iki bölümle Diyanetin açmış olduğu yarışmaya katıldım, onu da Mustafa KÖK diye felsefe hocası bir arkadaşım illa ısrar etti ver göndereyim diye, ben de sen göndereceğine ben göndereyim niye o kadar korkak davranayım diye seslenişte bulundum, öyle gönderdim biri ikiyi. Biri de iki de kazandı yarışmada birine birinciliği birine üçüncülüğü vermişler. Seçici kurulda görevli Hayrettin Profesör soyadını hatırlayamadım, oydu onların tertip komitesinden sorumlu. Şiirlerim için bunların birisini yarışmadan çektireceğiz demişler. Ben de dedim ki bunun hakkını teslim ederseniz parası sizin olsun kime verirseniz verin dedim. Öyle de oldu, Şiiri çektim dereceyi de parayı da almadım onu da yine yanımda Dolunay’da yazanlardan Adem KONAK’a verdiler. Orada Kültür Bakanı var, Azeri şairler var, hepsinin huzurunda söyledim bu böyledir. Yarışmaya girdim, daha önce de girdim, onlara verildi. Ama bana gelince bu teklif geldi, bu teklifi yapmaya hakları var mı yok mu bunu da bilmiyorum. Sen dereceden çekil, şiirini çek, biz dereceyi başkasına vereceğiz, senin ki zaten daha önceden dereceye girdi dediler. Zaten parayı da almıyorsun dediler dereceyi de parayı da ona verdiler.

(Bu günün anısına bu şiirinin tamamına yakınını okudu, hala aynı heyecanla, şiirin yaşamında yerini koruduğunu gözlemledim.)

Kitaplarınıza ve şiirlerinize isim koyarken nelere dikkat edersiniz?

Dünyada kullanılmamış kelime kalmamış ve biz hep aynısını tekrar ediyoruz, ben buna karşıyım. Bunu bir züğürtlük sayıyorum. Şairin amacı dili zenginleştirmek değilse, demek ki burhani değildir, rahmani değildir. Bunu sen güzelleştireceksin. Bu hak sana verilmiş. Şair yani sihir, şu bu eklemeler nedir bunu taramak lazım. Ben şiir yazdım Mehmet. Bu benim en eski şiirimin yayımlandığı Memleket Şiirleri Antolojisi, benim kitabım değil. On iki yaşındaydım bu şiirim bu antolojide yayımlandığı zaman.

İlk şiirinizi on iki yaşındamı yazdınız?

On iki yaşımda ilk şiirim antolojide yayımlandı. Ben ilk şiirimi ilkokul üçüncü sınıftayken yazmıştım. Cela Köyü idi o zamanlar köyümün adı, köyümde yazdım. Bu “Memleket Şiirleri Antolojisi” Behçet Kemal Çağlar’ın çıkarttığı bir dergi var, Yurt adında, orada yazdım bu şiirimi.

Bu dergiden, Behçet Kemal Çağlar’dan alıp antolojiye koyduk, bunu hazırlayan Afyon Milletvekili, ismini unutmuşum, onun da burada bir şiirini gördüm.

İşte bu şiirlerinizin ve kitaplarınızın ismini nasıl koyuyorsunuz demiştim.

O zaman ben de herkes gibi sıradan yazıyordum. Şu olur bu olur, şu olur bu olur kendi kendime sordum bu şiirlerin adı böyle olmasa, benim canımın istediği, yakıştırdığı şekliyle başka koysam. İnsanın içinde bir dünya vardır, bir de dış dünya vardır, gördüğü taklit ettiği, iç dünya ise kendine has olan, var ettiğidir.

En sonlarda, ben artık şiirde tam yetkili olduğum zaman hocalara sordum, Profesörlere sordum. Yahu, ben şiirden anlarım, her şeyi anlarım, Türk Edebiyatının duayenlerindenim diyorsunuz, Çağdaş Türk Edebiyatı diyorsunuz ama Tanpınar’ın yazdığı teknik Fransızca. Hececiler şuna buna yazıyor, peki bu adı vereceksen bunu nasıl kurtaracaksın, nasıl kendi şiirimizi oluşturacağız bunları sordum. Bu şiir bizim şiirimiz değil dedim. Onun için buna kendi ruhumuzu vereceğiz, kendi musikimizin sesini aktaracağız. Bir şiirin yansımalarında musikide var, bu çoklu bir meseledir bunları düşündüm. Ve en son İstanbul’dan önce Ankara bunu hisseti, Gazi bunu hissetti. Hocalara anlatmış olduğum bu düşüncelerimi, mesajlarımı onlar fark etti, Gazi fark etti. Onların fark etmesiyle şimdi gelişme var ama bu dönem tamamen bitti şiir. Çünkü şairler köleleştiler. Ben hiçbir zaman köle olmadım.

Köleleştiler derken, burada ne demek istediğinizi biraz açar mısınız?

Şairler hiçbir zaman mucit olmadı, yani kendi içindeki sesi yakalayamadı, bulamadı daha doğrusu. Bulamadı, başka bir şablonu aldı, başkalarının kullandığı şablonu tekrar ettiler. Tekrar nasıl kendin olursun? Şiirlerimin ve kitaplarımın ismi tamamen değişik. Ben “Beyaz Dilekçe” derken, her şey yeniden gök gibi bembeyez kainat, Rabbin aklığı var. Ve Rabbin aklığı üzerine yazdığı yazısı var, ona yakışır bir şiir o Beyaz Dilekçe. Bütün isim koymalarım bu düşünceyle.

Şiir okumayı seven ve şiir yazan gençlere neler tavsiye edersiniz?

Her kim yazmaya teşebbüs ederse kınamam. Taklitle başlasın, şununla başlasın, bununla başlasın ama arkasını getirsin. Kendi çatısını kendi kursun, kendi kurduğu çatı altında ev döşesin. Filan gibi yapayım, falan gibi yapayım, şöyleymiş böyleymiş, onlar çıkıyor zaten, kendisi olabilsin. Şairin eğitim amacı olması lazım, şairim ben düşündüm, her zaman düşündüm, ilkokul çocuklarından tut üniversite mezunlarına kadar insanları düşündüm.

Bunun her birinin bir değişik aşk anlayışı var. Aşkı bile bilmiyorlar bana göre. Dikkat ediyor musun, ben aşk üzerinde sürekli duruyorum. Bunu atlamıyorum, şiir koyuveriyorum kendi sosyal paylaşım siteme. Yazdım kitap olarak çıkaramadım deniliyor ama yenisi konulmuyor kendi paylaşım sitelerine, koyamazlar ki. Geçen birisi, kendini bir şey zannediyor, kalkmış beni övmeye kalkıyor.

Allah aşkına bu adam ne diyor dedim incir çekirdeği kadar bilgisi yok, güler misin ağlar mısın. Mehmet bilirsin, ben Türkiye’de şairlere onur kazandırdım. Hiç birisini kıyıdan köşeden, yani memur durumuna sokup amir hükmüne teslim etmedim, devir teslimi yapmadım. Ayırdım, hiçbir zaman protokol kuralları işletmedim. Çünkü Şairin olduğu yerde protokol olmaz.

Her yıl “Dolunay Şiir Şöleni” yapıyorsunuz, buradaki asıl amacınız nedir. Sizden sonra bu geleneğin devam etmesini sağlayacak birilerini yetiştirdiniz mi?

Dolunayda yetişen şairlerin sayısı kabarık ama ciddi, hepsi ciddi. Ben hiç bir zaman küçük görmedim, kötü örnek olmadım. Bir iki kişi var, gidip hanımıma yalvarıp, kendisini yani istemeye istemeye “Dolunay Şiir Şölenine” aldığım olduydu, birkaç kişidir bunlar. Ama hala söylüyorum, hanımımın hatırını kırmadım, aldım bunu şiir şölenine çıkarttım. Ben Bahaettin Karakoç’un talebesiyim, ben şuyum, buyum diyorlar.

Şunu diyebilir miyiz, şair bir başkasının desteği ile basamak çıktığı zaman orada kalamaz.

Evet Mehmet, ben bir köy çocuğuyum. Köyün en aydınıydı babam, görevi icabı da öyleydi, yirmi sene muhtarlık yaptı. Aynı zamanda CHP’nin köyde temsilcisiydi, onu bıraktı, Demokrat Parti temsilciliğini kurdu. Haberler dergisi çıkardı, o zamanlar başka dergiler de vardı. Babama dergilerin hepsi gelirdi, okuyordu, babamızdan gördükçe bizler de okuyorduk, çocuk yaşta dergilerle tanıştık. Kimse derginin ne olduğunu bilmezdi. Ben o günlerde şiir dedim.

Yurt dışına gittiğim zaman bile hep şiirlerimi takdir ettiler. Yazarlar Birliği ile de gittim, şairlerin içinde, uçakta, dönüşlerde gösterilen ilgiden, Balkanlarda gördüğümden mutlu oldum. Uçaktan inerken, ülkelerine yaklaştığım zaman, seni ülkemde kim bilir nasıl karşılayacaklar dediklerini ve karşılamalarını gördüm.

Şair toplumsal olayların elbette dışında değildir. Dolayısıyla, Kudüs’ün başkent olmasını Amerika’nın tanıması, ülkemizin etrafında süregelen acılar ve işgaller hususunda sizinde görüşlerinizi almak isteriz.

“Ben Senin Yusufun Olmuşum” kitabımda, “Evimiz İpotekli” şiirimde bu sorunun cevabını bulabilirsin. Ben bu şiirimi 13.01.1998’de yazdım. Cellatlar ve kurbanlar, bunları neye demişim? Genç Osman’a yapılan zulmün, Türkiye’ye yapılan, hatta Erdoğan’ın Belediye Başkanıyken şiir okuyup hapse düşmesinin şiiri de var.

Uzun uzun bahsettim, benim yazmadığım hiçbir konu yok. Ben ne yazdımsa, ne dedimse sıradan düşünmüyorum. Benim bütün kitaplara bakın, Azerbaycan’a yapılan saldırılar var, şuna, buna, hepsine hepsine şiirleşen arzularımı vermişim. Sahiplerinden evvel, ülke kurtuluşundan evvel ben vermişim.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Birlik / Ay Vakti
Kandillerinde Yakılmak Üzere / Şeref Akbaba
Göklerin Yeryüzü Kederi / Necmettin Evci
Kudüs, Mısra-ı Bercestedir -Kudüs Şiirleri Üzerine... / Salih Uçak
Tüm Saatler Kıyamete Kurulmuştur / Mehmet Baş
Tümünü Göster