Bir Medeniyet Münevveri: Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar, kültürümüzü “bir iç âlem medeniyetinin” tezahürü olarak görür. Bu iç âlemden kasıt kendi ruhi derinliğimizden sudur eden anlayış ve kavrayışımızdır. Eserlerinde Doğu ve Batı arasında kıvranan Anadolu insanını anlatmıştır. Bu insan kendi öz varlığıyla Anadolu coğrafyasını imlerken, fikir ve düşünce babında kafası karışık kendisi olamamış talihsiz tutunamayan bir şahsiyettir. “Huzur” romanında Mümtaz amcasının oğlu İhsan ve eşi Macide tarafından yetiştirilmiştir. İhsan, Galatasaray Lisesi’nde tarih öğretmenidir. Küçük yaşta hayatta tek kalan Mümtaz’ı yanına alarak eğitimine ve gelişimine yardımcı olur. Mümtaz onun sayesinde edebiyata ilgi duyar. Tanpınar, Mümtaz’ın ağzından kendi düşüncelerini aktarır. Bu yüzden Mümtaz’ın romanda oldukça yoğun tartışmalara girdiğini görürüz. Mümtaz’ın iç konuşmaları ve kendisiyle hesaplaşmaları bir bakıma Türk Aydınının derin çelişkilerini temsil eder. Mümtaz ağzıyla sürekli dile getirilen iç huzursuzluk geri planda Tanpınar’ın öz huzursuzluğudur. Sadece Huzur romanında değil, diğer eserlerinde de bu konu çokça yer edinir. Huzur 1949 yılında yayımlanır. Bu tarih, Türk siyasi tarihinde önemli olayların peş peşe gelmesiyle Tanpınar’ı ister istemez o konulara itmiştir. Fakat Tanpınar bu politik çalkantıların hiçbir zaman sıradan bir siyasi aktarıcısı olmamıştır. Bu talihsiz hadiselerin bilhassa Türk Aydını üzerindeki derin çelişkileri, Türk münevverlerinin bazı konuları anlama ve kavrama noktasındaki acziyetleri ironik tespitlerle eserlerinin alt metinlerinde kendisini göstermektedir.

Özellikle Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında Hayri İrdal karakterine yapılanlar tam bir trajikomiklik arz eder. Yurt dışında afilli diplomalarla ülkesine dönen münevverlerden birisi olan Hayri İrdal’in psikiyatri doktoru H. İrdal’in gördüğü rüyaları kendisine anlatmasını ister. Doktorun amacı Freud teorilerini kullanarak rüyaları açıklığa kavuşturmaktır. Ancak H. İrdal bir türlü rüya göremez. Doktor onu bir odaya kapatır ve zorla rüya görmesini dayatır. H. İrdal bu durumu bir türlü anlayamamakta ve daha çok ruhi bunalımlar çekmektedir. Bu kadar çarpık bir Batılılaşma Tanpınar’ın gerçek hayattaki huzursuzluğunu sürekli katmerlendirmiştir. Çünkü Türk medeniyetinin bir anda Batı’ya açılması Türk insanını, gerçek hayatta akla ziyan çarpıklıklar içende bırakmıştır. Tanpınar özünde Batılılaşmaya karşı değildir. Ancak hızlı bir değişimin yol açtığı faciaları çok net bir şekilde önceden kestirebilmektedir. O, temkinli bir değişime açıkken bir ayağının da sürekli Doğu’da yere bastığını unutmamaktadır. Tanpınar sanatçı yönüyle romanda, şiirde, hikâyede, eleştiride tam bir mükemmeliyetçidir. Kusursuz bir estetik kaygıyı kelimelerinin arasına serpiştirmiştir. Eserlerinin satır aralarında daima aradığı bu kusursuzluk uğraşını görmek mümkündür. Türk medeniyetinin kendi öz sanatından, edebiyatından ve musikisinden gelen asli damarlarını bir anda kesmeye çalışması, Tanpınar’ın icra ettiği eserlerini bir aydın sorumluluğuyla tam da bu trajedinin üzerine kurmasını gerekli kılmıştır. Bu bakımdan Tanpınar, ciddi bir sosyolojik okumaya tabi tuttuğu bu toplumsal karmaşamızı eserlerinde mütemadiyen dile getirmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla Osmanlı Devleti çöküşünü tamamlamış, I. Dünya Savaşı toplumda derin yaralar açmış ve Kurtuluş Savaşı ülkeyi ekonomik ve siyasi bir bunalıma sokmuştur. Osmanlı Devleti’nin ardından gelen yenileşme hareketleri milletin kafasını karıştırmıştır. 1939 yılında 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla oluşan siyasi belirsizlik kaotik bir ortamı da beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin bir anda Doğu’dan çıkıp, Batı merkezli bir yaşam tarzına yönelmesi o dönemde Tanpınar ve birçok aydının dikkatini çekmiştir. Bu konu, Tanpınar’ın eser-lerinde çoğunlukla eleştirel bir üslup-la kendisini gösterir.

Eleştiri Ahmet Hamdi Tanpınar’da bir yazarlık vasfı olduğu için Hikaye, Roman ve şiirlerinde de görülmesi gereken bir husustur. Sanat eserinin kurgusunu eleştirel bir temel üzerine inşa eden yazar, aynı zamanda çağının da genel bir karakterini yansıtır. İdeolojilerin ve dünya görüşlerinin kıyasıya savaştığı bir çağ ancak eleştirel yaklaşımla kavranabilir özelliktedir. 18. Yüzyılın felsefi ve 19. Yüzyılın bilimsel karakteri 20. Yüzyılda yerini ideolojilere terk eder. Dolayısıyla 20. Yüzyıl büyük savaşların, derin çatışma ve ayrışmaların yüzyılı olur. Böyle bir karakteri doğru tahlil edebilmek için eleştirel hareket etmek bir zorunluluk haline gelir. Ahmet Hamdi Tanpınar’da bunu yapmaya çalışır.”¹

Romanın başkahramanı Mümtaz, dönemin sosyal ortamında büyümüş bir karakteri temsil eder. Her siyasi hadise, Mümtaz’ı adeta beslemekle kalmamış dönemin yaşantısını kendi iç âlemine konuk etmiştir. Denilebilir ki Huzur romanı Mümtaz’ın iç hezeyanları olmadan eksik kalırdı. Mümtaz aslında romanda bir simge unsuru olarak kabul edilebilir. Çünkü Tanpınar kendi düşüncelerini Mümtaz’ın ağzından aktarır. Mümtaz aslında sadece bir roman karakterini değil, o dönemin toplumsal psikolojisini de simgeler. Zeynep Bayramoğlu’nun tespitiyle “Mümtaz, Huzur’da çatışmalar ve zıtlıklarla parçalanan Türk toplumunu temsil eder. Nasıl ki Osmanlı medeniyetinin küllerinden yeniden doğmaya çalışan, kendi değerleriyle çatışma halindeki Türkiye’nin yeni bir terkibe ihtiyacı varsa, Mümtaz’ın da huzura kavuşmak için bir iç nizama gereksinimi vardır. Bir bakıma Türkiye’nin düzene kavuşması demek Mümtaz’ın da kurtuluşa ermesi demektir. Yani, “Mümtaz, romanda tıpkı ülkesi gibi kimliğini bulmaya çalışan bir estet entelektüeli temsil etmektedir.”² 

Tanpınar romanlarını şiir diliyle yazar, fakat şiirdeki aşırı sembolizmi romana taşımaz. Çünkü romanı, toplumu aydınlatmanın, temel kilo-metre taşlarından birisi olarak görür. Romanı daima bir musiki etrafında oluşturur. Tanpınar’ın kusursuz estetik kaygısının nihayeti musikidir. Kendisi de bütün sanatsal uğraşlar nihayetinde musikiye dönecek, der. Ertuğrul Aydın’ın³ bu konudaki tespiti şu şekildedir. “Tanpınar, şiirlerinde kullandığı sembol ve niteliklere ait ipuçlarını romanlarına taşır. Şair sanat anlayışında, estetik kadar hayatı algılama biçimini de ortaya koyar. Hatta her ikisini aynı pota etrafında birleştirir. Bunda sembolist şair ve ressamların etkisi büyüktür. Bergson, Schopenhauer, ve Nietzsche’nin rolü büyüktür. Tanpınar’ın şiiri toplumsal değil, ferdidir. Tanpınar sosyal meselelerin şiirde anlatıldığını kabul etmez. Roman ve düzyazıda toplumu derinlemesine inceler. Konularını hayat, tabiat, ölüm, aşk ve sanat oluşturur. Bunlarda din, felsefe ve sanatın ortak paydasında birleşir.” 

Bir musiki sanatçısı Ahmet Hamdi Tanpınar, eserlerini de musiki üzerine inşa etmiştir. En önemli özelliklerinden birisi de geleneksel Türk musikimiz üzerine yaptığı tespitlerdir. “Tanpınar’a göre Türk musikisi üç büyük eser etrafında gelişti. Bunlar sırasıyla Merâgi’nin Segah makamındaki kar’ı⁴, Itri’nin Nevakar’ı ve Dede Efendi’nin Ferahfeza peşrevindeki Mevlevi ayini. Nevakar’ın yanına yine Itri’nin olan Naa’t da ilave edilebilir. Yine Tanpınar’a göre acemaşiranlar, mahurlar, sultanîyegâhlar, bütün bunların hepsi kendi içimizde zaman zaman kaybolacağımız açık kapılara benzerler. Zaten Huzur, Neyzen Emin Dede (Emin Yazıcı) üzerine kurulan bir eser, hep Dede Efendi’nin bestelerinden bahsetmektedir Tanpınar. Romanın bir ayağı hep musiki üzerinden yükselmektedir. Beş Şehir’in İstanbul bölümü onun yüksek müzik zevkinin işaretidir. Mahur Beste’nin ismi bile kusursuz musiki estetiği için yeterlidir. Tanpınar’ın Dede Efendi için söylediği ‘Onun kartalı doğrudan doğruya güneşe kanat açar, zamanında ve daha ötesinde konuşan tek ses onun sesidir, diyebiliriz ki, daha ilk notalarda bizi kendi zamanımızdan çıkarır, onun bize hazırladığı zamana gireriz. Yeni kurulan CRR Türk Müziği Topluluğu⁵ 13 Mart 2013 tarihinde Hakan Talu6 eşliğinde yazarın romanlarında, öykülerinde, makalelerinde bahsettiği bestekârların eserlerinden bir repertuar oluşturdu.

CRR Türk Müziği Topluluğu ‘Tanpınar’ın Satır Aralarından Musiki’ konserinde Türk Müziğinin temelini oluşturan bestekârların eserlerini seslendirerek Tanpınar’ın yüksek musiki anlayışı ve zevkini altmış yıl aradan sonra bugünün dinleyicileriyle paylaşmıştır. Talu’ya göre Tanpınar, “Teknik müzik bilgisine sahip değil ama çok iyi bir dinleyici ve müziğe bakışı çok üst seviyede. Hocası ise yine müzik ile ilgilenmiş olan Yahya Kemal Beyatlı idi. Yahya Kemal, Fransa’ya öğrenime giderken yanında Tamburi Cemil Bey’in bütün plaklarını götürür.” Huzur’da halk müziği ve batı müziğinin yanı sıra dini musikilere de yer verilir (Tağızade Karaca, 2005:113). Mümtaz’ın arkadaşları da kendisi gibi kültürlü, sanatsever gençlerdir. Bir araya geldiklerinde gençlerin sohbetlerini türküler ve İlahiler renklendirir. Bu ilahilerden biri de Nuran’ın dayısı Tevfik Bey’in Trabzon’da kadınlar tarafından söylendiğini ifade ettiği Hicaz makamındaki 

‘Gülden kurulmuş bir Pazar 
Gül alırlar, gül satarlar 
Gülden terazi tutarlar 
Alanlar gül, satanlar gül’

İlahisidir. Bu ilahi, Mümtaz’ı birdenbire Florasanlı ressam Fra Filippo Lippi’nin Güller içinde Çocuk İsa tablosunu andıran bir kâinat içinde bırakır.⁷

Tanpınar, Musikiye önem verdiği kadar resim sanatına da çok önem vermiştir. Hayatı boyunca, resim şehri olarak lanse edilen Paris’i dünyadaki iki hasretinden biri olarak tanımlamış ve oraya gitmeyi istemiş. Bu isteğine de 1953 yılında kavuşabilmiştir. Paris’in ressamlar diyarı olması Tanpınar için cezbedici unsurdur.

Abidin Dino, Fikret Mualla, Avni Arbaş, Tanpınar’ın Paris’te görüştüğü Türk ressamlardan bazılarıdır. Bazen gezilerine rehberlik eden Türk ressamlar, onu yerli ve yabancı arkadaş çevreleriyle tanıştırır. Böylece Tanpınar döneminin bazı yabancı yazarları, şairleri ve ressamları ile de tanışmış olur.

Tanpınar, Floransalı ressam, heykel sanatçısı ve mimar Orcagna için ‘ Orcagna üslubu, bol altın’ ifadelerini kullanır. Altın ve çağrışımı dahilindeki kelimeler, Tanpınar’ın üslubunda özellikle şiirlerinde belirgin bir yer tutar. Tanpınar, Bizans tarzını devam ettiren İtalyan ressam Ugolini di Nerio’nun National Gallery’deki tablolarını ‘fevkalade’ bulur. Tanpınar, tablolardaki renk akışının takibini de yapar. İtalyan erken Rönesansının temsilcilerinden Vivarini’nin kullandığı krem ve mavi renkler dikkatinden kaçmaz. ‘Vivarini de, Crivelli’de, hep o krem, hatta o mavi renk görülür, hatta Bellini’ye kadar. (Enginün vd. 2007:87)⁸

Ayrıca Tanpınar için renkler de pekâlâ önem arz etmektedir. Renklere bir şiir gibi derin anlamlar yüklemiş ve renkleri aynı derinlikte yorumlamıştır. Renk uyumuna çok dikkat etmektedir. “Özellikle sevdiği renkler hangisiydi bilmiyoruz ancak, Tanpınar’ın genel olarak renk uyumuna dikkat eder. Dostlarından birisinin kızına aldığı sarı renkli tulumu anne, bir başka renkle değiştirince, Tanpınar ciddi ciddi gücenir ve sarıyı küçük kızın ‘ billur tenine, kınalı saçlarına’ yakıştırdığı için tercih ettiğini söyler (Uçman vd. 2002:579)⁹

Tanpınar resim tablolarını adeta şiir okur gibi değerlendirir. Füreya’nın bir seramik parçasını anlattığı yazısında, renkleri de şahsi çağrışımları ile birlikte yorumlamıştır. Sarı rengi zih-ninde çok güzel, huysuz, kıskanç bir kadını çağrıştırması ya da tablodaki “üç beyaz lekeyi” itiraf pişmanlığı ve ümidi şeklinde renklere anlam yüklemiştir. Renklerin uyumu ve musikinin kusursuzluğu Tanpınar estetiğinin başat unsurlarındandır, diyebiliriz.

Huzur’da İstanbul ve denizin manzarası Nuran ve Mümtaz’ın aşkını perçinleyen mekândan ziyade artık bir roman karakteri olarak karşımıza çıkar. İki sevgili, boğaz manzarasını birlikte seyretmekten büyük bir zevk alır. “Ne Mümtaz ne Nuran o akşam ikide bir kabaran dalgaların lacivert rengini başka zaman gördüklerini pek hatırlıyorlardı. Bu lacivert rengi, sanki bir ara Fra Angelico tablosu hazırlanıyormuş gibi koyu yaldız ve mücevher tozu ile birleştiren son bir dalga, hakikaten bu ressamın ve ona eşit velilerin ruhlarındaki mağfiret tufanı gibi ışık içinde bir dalga onları Kanlıca iskelesine adeta fırlattı. O kadar ki kayığın bir ucu neredeyse rıhtımda kalacaktı.”¹⁰ Böylece, Boğazın lacivert suları ile İtalyan ressam Fra Angelico’nun tablolarında belirgin olarak kullandığı lacivert renk, Mümtaz’ın zihninde aynı karede buluşur.¹¹

Ahmet Hamdi Tanpınar, sanat anlayışını kendi zaviyesinden güçlü bir terminoloji ile dile getirmiştir. Nitekim eserlerindeki, tespitler, teşhisler, ter-kipler, söz sanatları, bakış açıları, kendi üslubuna has kelimeleri ve cümle kurmadaki ustalığı benzersizdir. Eserlerinde bir çok konuda kendine özgü tespit ve mülahazalarını görmek-teyiz. Bazılarını ise araştırmacılar hala açığa çıkaramamış, onlar Tanpınar’ın zihninde kalmıştır. Nitekim Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi bünyesinde Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Araştırmaları Merkezi kurulmuş ve Tanpınar hakkında gün yüzüne çıkarılacak bütün detaylar araştırılmaya başlanmıştır. Orhan Okay, Tanpınar’ı araştırırken bazı anahtar kelimeler üzerinde durduğunu söyler.

Örneğin kader kavramını araştırmacıların önüne anahtar kelime olarak sunmuştur. Tanpınar her üslubu kendine özgü biçimde kullandığı gibi kader kavramını da alışılagelmedik bir biçimde kullanmayı bilmiştir. Kader eserle-rinde fazlaca görülebilir. Bu konuda Okay şunları söylemiştir, “Her şeyden önce Tanpınar’da kader kavramının dini manada veya doğrudan doğruya İslami bir ıstılah olarak kullanılmadığını belirtmeliyim.”¹² Kader kavramını Tanpınar geniş bir perspektifte ele alır. Tanpınar bazen Mümtaz’ın penceresinden kadere baktığı gibi bazen de İstanbul olmuş ve kaderi bir şehrin gözüyle görmüştür. Tanpınar’da yalnız insanın değil, insanla beraber onun dışında oluşan bazı kavramların, değerlerin de kaderi vardır. Aşkların, dostlukların, milletlerin, coğrafyanın, sanatın vs. Bu açıdan bakıldığında Huzur romanında Nuran ile Mümtaz’ın aşkları Suat’ın intiharına kader ile bağlanacaktır. Zira Nuran ile Mümtaz’ın kavuşmalarına başka hiçbir şey engel değildir. Eserde Suat’ın ölmesiyle birlikte Nuran, Mümtaz’a Bursa’dan bir mektup yazar. Mektupta şöyle der, “Ne yapalım Mümtaz; kader istemiyor! Aramızda bir ölü var. Bundan sonra beni bekleme artık! Her şey bitmiştir.¹³

Nuran, Mümtaz ile olan aşklarına rağmen kavuşamamayı Suat’ın ölümüne bağlamaktadır. Bir nevi kadere bağlanış. Oysa Tanpınar, hiçbir zaman kaderci olmamıştır. Yani Mümtaz bir bakıma Nuran’a kaderci tutumundan ötürü kırgındır. Toplumun kaderine gelince. Her toplumun, milletin de kaderi vardır. Yaşaması gereken dipnotları vardır. Tıpkı Mümtaz’da olduğu gibi. Bütün yaşanan talihsiz-likler üzerine Mümtaz’ın hayatında büyük öneme sahip, onu yetiştiren İhsan, Suat’ın intiharı ve Nuran’ın uzaklaşmasının ardından yıkılan Mümtaz’a şunları söyler:

‘Şimdi hayata açılacaksın! Hislerinin değil, düşüncenin adamı olman lazım! Suat sizin saadetiniz üzerinde ısrar ettiği için kendini yıktı. Hiçbir şeyi kendimize kader yapmaya hakkımız yoktur. Hayat o kadar geniş ve insan o kadar büyük meseleler içindeki…’(s 402). Demek ki Mümtaz’ın aşkı o kadar büyük meselelerden biri değildir. Büyük meseleler nedir? İhsan’a göre Mümtaz’ın çalışmalarına, yani tarihe, yani toplumun değerlerine dönmesi.”¹⁴ Bu ise toplumun kaderine bir örnektir. Tanpınar her ne kadar ferdi kaderi dile getirmişse de toplumun kaderinin de fertten bağımsız olamayacağını belli eder. Toplum fertleri, fertler de toplumu dönüştürür. Tanpınar, bir bakıma tanık olduğu dönemin toplumunun kaderine çekildiğini ve hayatının iplerini bıraktığını; edilgen, pasif, kadere boyun eğen memleketin içler acısı halini ima eder.

Sonuç olarak Tanpınar, edebi, fikri ve kuramsal eserleri, bilhassa tenkitleri bakımından Türk Edebiyatı’nda eşsiz bir yerde durmaktadır. Çok yönlü velut bir yazar olan Tanpınar’ın edebi ve sanatsal derinliği, disiplinler arası birikimi oldukça hacim-lidir. Tanpınar’ı anlamak için bütün eserlerini minimal okumalara ciddi tetkiklere tabi tutmamız gerektiği açıktır. Huzur, Tanpınar’ın kendisini anlattığı ve bunun yanında kültürümüzü bizlere sunduğu, hayalindeki huzuru tasvir ettiği, ruhi derinliğini daima pekiştirdiği nadide bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Huzur’un arka planında Tanpınar’ın acıları, kaygıları, çelişkileri ve tecrübeleri bizlere büyük bir sanatkârın hafakanları olarak yansır. Onun dünya görüşü, siyasi fikirleri ve yazdıkları, Türk Edebiyatı için hala başucu kaynaklarıdır. Eserlerindeki musikiye kulak verebilir, siyasi tespitleriyle tarihimizi öğrenebilir, Doğu ve Batı medeniyeti hakkındaki düşünceleriyle kendimizi sorgulayabiliriz. Türkiye’nin doğusu ve batısı yoktur. Türkiye, hem Doğu’dur hem de Batı.

Coğrafyamızın kültürel ve sanatsal canlılığı sürekli kendisini yenilemekte ve dönüştürmektedir. Çok zengin bir coğrafya üzerinde nefesleniyor, kendi gök kubbemiz altında sanat ve edebiyatımızı terennüm ediyoruz. Muhayyilemiz maziden getirdiğimiz güzelliklerin açlığını çekiyor. Gelecek kaygımız, ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz güzellikleri gölgelemektedir. Bugün durduğumuz yerde ne tamamen maziye kapanabilir ne de tamamen geleceğe gidebiliriz. İşte bu korkulu belirsiz-likler içinde bizlere fikir verecek, yol gösterecek münevver zihinlerden birisi de Tanpınar’dır. Tanpınar’ın düşüncesi, kendi coğrafyamızda ayağımızın yere basmasını önceleyerek, bizi daima diri tutacak yeni bir terkip, yeni bir söz, yeni bir ruhla, Doğu ve Batı Medeniyetlerine açık kapılarımızın olmasıdır, diyebiliriz.

___________________________

1- Mehmet Erdoğan, “ Bir Eleştirmen Olarak Ahmet Hamdi Tanpınar”, Dergah Yayınları, İstanbul 2009, s. 73 

2- Age, s.77 

3- Doğu Akdeniz Üniversitesi, Türkçe Öğretmenliği Bölümü Öğretim Üyesi

4- İçinde çeşitli makamları anlatan Türk müziğinin en büyük formu 

5- Cemal Reşit Rey Türk Müziği Topluluğu 

6- Türk Müziği Tambur sanatçılarımızdan

7- Doç. Dr. Nezahat Özcan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Resim, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 2012, s.100

8- Özcan, age, s 159

9- Özcan, age, s.49

10- Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergah yayınları, İstanbul,2011, 19.baskı, s.225-226

11- Özcan,age, s.98

12- Hece Dergisi, Ahmet Hamdi Tanpınar özel sayısı, M. Orhan Okay, Kaderin eşiğinde Tanpınar, s.9

13- Tanpınar, age, s. 354 

14- Hece Dergisi, Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı, M. Orhan Okay, Kaderin eşiğinde Tanpınar, s.13

KAYNAKÇA 

1. OKAY, M. Orhan, Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, İstanbul, Eylül 2012

2. ERDOĞAN, Mehmet, Bir Eleştirmen Olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, İstanbul, Nisan 2009

3. ERDOĞAN, Erbay, Doğumunun Yüzüncü Yılında Tanpınar’ın Huzur’unda Musikinin Büyülü Dünyası, Aktif Yayınevi, Erzurum, 2001

4. ÖZCAN, Nezahat, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Resim, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 2012

5. BAYRAMOĞLU, Zeynep, Huzursuz Huzur ve Tekin Saatler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Ekim 2007

6. TANPINAR, Ahmet Hamdi, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul, Aralık 2011

7. AKYILDIZ, Hülya Bayrak, Tanpınar’ın Romanlarında Metinlerarası İlişkiler, Ankara, 2008

8. TAĞIZADE KARACA, Nesrin, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Musiki, Hece Yayınları, Ankara, 2007

9. MORAN, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İletişim Yay, İstanbul, 1987

10. Hece Dergisi, M. Orhan Okay, Kaderin Eşiğinde Tanpınar adlı yazısı, Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -91 / Şiraze
İnşirah Kapıları / Selami Şimşek
Turnike / Nurullah Genç
Dilimde Uzayıp Giden İmren, Ağır Ağır Kıvranır Dol... / Ali Yaşar Bolat
Her Şeyi Değiştiren Bir Şey / Necmettin Evci
Tümünü Göster