Yıldızlar Ağlar Yalnızlığıma

Kimsesiz bir çocuk gibi kalakalırım hayatın ortasında geceleri. Öylesine titrek, öylesine mahzun, öylesine ürkek… Ve ağlayışlara kapılmış, öylesine ürpererek… Siyahın sonsuzluğunda ruhumdaki acıları dindirecek bir iz arıyorum. Varlığımı sürûrlandıracak bir ses, bir nefes, bir can arıyorum.
Gelip geçer, acılar zincirinin halkalarına takılmış insanlar önümden bir bir. Düş kırıklıkları, hüzünleri, bakışları ele veriyor hayat karşısındaki mağlubiyetlerini. Derin çizgili yüzler, kırışmış alınlar, uğradıkları hayal kırıklıklarını adeta resmediyor. Kavgalardan… Sevdalardan… Acılardan  yorulmuş… Keder yumağı yürekleri harabeye dönmüş ve hayatları hatıralarında gömülü kalmış insanlar… Kimi paranın, kimi “Sara”nın yendiği insanlar…
Yıldızlar ağlar yalnızlığıma…
Geceleri sokaklar benimdir. Caddeler de… Gündüzün sakinleri köşelerine çekilip ortalık boşalınca, ben çıkarım meydana ve sahiplenirim; yıldızlarla birlikte sessizliği paylaşan, kendi dillerinde dertleşen bu mekanları. Çarşılarında, pazarlarında yankılanan sesleri dinlerim. Geçmişte kalanları ve bugün yapılanları anlatırlar birbirlerine. Benden haberleri yokmuş gibi davranırlar; insanlardan şikayet ederler. İnsanları hikaye ederler. Vefasızlıklarına kahrederler. Kadirbilmezliklerine, kabalıklarına hayret ederler. Eskiyle yeniyi kıyas ederler. Yıllardır hizmetinde bulundukları insanoğlunun, çöküşlerine seyirci kalması bir kere daha yıkar onları. Nasıl bu kadar duygusuzlaştığına bir anlam veremezler.
Yıldızlar ağlar yalnızlığıma…
Köşe başında bir müskir müptelası, elinde şişesi… Teselli bulacağını sanarak yürürken bir bilinmeze doğru… Meçhuller caddesinin yolcuları olan bizler… Ve ben… Dilimdeki türküyle, zihnimdeki şiirle yıldızları saran gecenin sessizliğini, yalnızlığını paylaşırım. Önce türkü. Bir yıldız çeşitlemesi… Aşık Veli Aydın’dan alınma bir Tokat türküsü… Türkülerin vasisi Muzaffer Sarısözen derlemiş. Zaten çoğu onun gayretiyle bugüne gelmemiş mi?

Akşam oldu gün dolaşmaz
Sabah oldu Ülker açmaz ey
Benim yarim benden geçmez
Niye doğdun sarı yıldız
Kanlı m’oldun kenli m’oldun
Niye doğdun evler yıkan
Beller büken zalim ayrılık, dön
Parmağında hatem yüzük
Kolunda altın bilezik
Sevilmeyen kıza yazık
Niye doğdun sarı yıldız
Kanlı m’oldun…

Yıldızlar ağlar yalnızlığıma…
Saçlarımı ıslatır yağmur. Bir güzellikle, bir ahenkle düşer şehre. Tıkırtıları nağme olur doldurur susuz yürekleri. Serinlik, rahmet ve bereket getirir yeryüzüne; rızkın müjdecisi, temizliğin vesilesi yağmur… Sıkıntının bunalttığı bedenleri kendine getirmeyi de becerir yağmur. Her damlası bir mesaj getirmektedir bizlere. Şiire ne de güzel yakışır yağmur.
“Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.”

Yıldızlar ağlar yalnızlığıma…
Yalnızlığımıza… Yalnızlıklara… Yalnız olmanın ne demek olduğunu bile anlamadan hayatını tamamlayanlara… Zamanı bir masal gibi yaşayanlara… Ne kalmışsa masaldan geriye, bu hayatlardan geriye kalacak olan da odur.

Yıldızlar ağlar yalnızlığıma…
Uzaklardan gelen bir ney sesiyle titreşti kainat. İncelikler çağından ayrı düşenleri musikinin altın iklimine davet eden bu lahûti ses; ruhları hüzünle doldurdu. Gamdan hisar çekti etrafımıza. Lâmekâna kalboldu hayat. Düşüncelerimiz bölündü. Aklımız duygularımıza mağlup oldu. Ve sorgulayan bir şarkı oldu neyden dökülen ses.

“Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perdeyi zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime”

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çizgi-3 / Behice Kolçak Şark
Bekleme, Dönmem Bu Bahar / Hakan Özbek
Ağustos Yüzlü / Erol Erdoğan
Kanı Güneş Gibi Bir Çocuk: “Alâeddin Özdenör... / Selami Şimşek
Kasıt / Esra Karabiber
Tümünü Göster