Yalom’un Yansımaları veya Trene Binmek

I.
80’li yılların sonlarına doğru, popülist Amerikan romancılarının tüketim adına ne varsa kullanmaya başladığı dönemde, Avrupalı ve Amerikalı psikoloji  uzmanlarının bu furyada rol aldıklarını görürüz. Ortaya koydukları onlarca bilimsel yayına rağmen belki gerekli teveccühü görmediklerini düşünerek, yılların akademik birikimini enstitülerin tozlanmış raflarından indirip, popüler psikolojinin (günlük psikoloji) sahasına saçtılar.

Örnek mi? Irvın D. Yalom. Annesinin seslenme tarzıyla Örvi, bilim dünyasına kazandırdığı temel yapıtlardan başka, Nieztsche Ağladığında isimli romanıyla kazandığı ün, Annem ve Hayatın Anlamı’na kadar devam eden psikolojik ve felsefi yazım akımı, onu ders hocalığından , psikiyatri kliniğinden alarak, bir edip edasıyla roman dünyasına taşımıştır. Her ne kadar psikoloji uzmanlarınca bilimsel eserlerinden aldığım zevk ve öğretiyi romanlarından alamadıysam da, yaşamın gerçek yüzünün, psikolojik vakaların bir roman dili içerisinde bilimsel öğretisi de eksik olmadan anlatımı, bilimsel olarak kurgulanmış yaşantıların bir roman içinde nasıl verileceğini gösteren en yalın örneğidir. Mesleği ile romancılığı ve mesleki birikiminin romana yansıması, bize en azından psikolojik romanın ne demek olduğunu gösteren unsurlardır diye düşünülebilir.

II.
Bize ve Tren’e gelmeden önce 90’lı yıllarda ensest mağdurları hareketinde aktif görev alan ve dört yıl satış rekorları kıran, “Babam Öldüğünde Hiç Ağlamadım”ın yazarı Irıs Galey’in yapıtlarında, psikolojiyle ilişkisi yalnız tedavi olmak olan yazarın, yaşamını bize tahlil etmesinden başka bu bir felsefe veya psikolojik tanımlama yapmamasına karşın, özellikle  Ruh Tecavüzleri’nde derin kişilik tahlillerine, bir klinisyen oturaklığıyla kendini ve yaşamını özümleme esasını ortaya koyması, bir psikiyatristin  dahi öğretilerine katkıda bulunacak düzeyde yorumlara ulaşması, bu yönde eser vermeye niyetli olan herkese ışık tutacak niteliktedir.

III.
Tartışmasız kabul edilebilir ki ilk psikolojik romanımız Mehmet Rauf’un “Eylül”üdür. Ama sonrasında Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”, Adalet Ağaaoğlu’nun “Ölüme Yatmak”ı gibi romanlarla devam eden bu geleneğin ne ölçüde batılı anlamda birer psikolojik roman olup olmadıkları tartışılabilen bir şeydir. Hemen ardından Berna Moran, Şerif Aktaş’tan yola çıkılarak denilebilir ki içinde psikolojiye ait kavramların, tahlillerin,tanımlamaların olduğu anlatılara psikolojik roman denmediği gibi, mesleği psikiyatri veya psikolog olanların sayfalarca yazdıkları da hatıra veya anlatının ötesine geçemeyecektir.

IIII.
Engin Geçtan’ın romanı ”Tren”, yukarıda anlatılanlar bağlamında nasıl vasıflandırılır? Geçtan, öncelikle matematikte X şehrinden Y şehrine giden, içindeki yolcuları isimsiz bir trende, isimsiz şehirlere yolculuk yapan, “acaba  varoluşsal bir problem yaşıyorlar mı” sorusunu çözebilecek psikiyatrist olmanın verdiği kuvvet ve kudret içerisindedir.  Sonrasında da insana ve insan doğasına bir yolculuk adına trene bindirilmiş, pek çok filozofik ve psikolojik  söylemi yedeğinde tutarak, nerede başladığı ve bittiği bir türlü bulunamayan yaşam ve yaşantıların kaosunu anlatır. Sözde hayat denilen kaosta, yosun tutmuş bir bahçe havuzunda yüzen yosunlar gibi anlamsız bir telaş ve temaşanın içerisinde akıp giden ya da gider gibi gözüken bir temizlikçinin, az sonra gelip tüm suyu boşaltıp temizliği yaptıktan sonra temiz ve ilaçlı su ile havuzu doldurması ile bitecek yalancı bir saltanat hükmü ile var olan kuru bir anlatıdır. Yani tüm eser boyunca roman sanatına uygun bir anlatı kurgulanmamış, şahıslar betimlenirken ve olaylar devam ettikçe kuru bir mesleki tanım ve tahlilden öteye gidilememiş, psikoloji bilgisi olmayan okuyucuya olay, zaman, mekan, şahıs tahlili yönünden hiçbir şey vermeyen bir mesleki kudreti yansıtmadan öteye gitmeyen bir üslubun ürünüdür.  Örvi’nin romanları için orta zekalı Amerikan halkına psikoloji anlatmanın yoludur diyenlerin, bu yazıt için evde kalmış Türk büro kızlarına hayat denen bilinmezde ruhsal fallar açılımı vermeleri hiç de zor değildir.Yurt dışında yapıldığı için ben de yaparım haşmeti ile ortaya konulan,okuyucuya roman hikaye; yok efendim bir kalıba sığdıramadıysanız romansaldeneme adlarıyla sunulması, romana ve romancıya öykünme değil ancak hakaret olacaktır. Mesleki bilgiyi paylaşım arzusu dayanılmaz bir hal aldığında, etik çerçeve içinde hasta sağaltımlarınızı edebi bir dille anlatıvermek daha doğru olacaktır.  
*
Avangard bir elitist sınıfa sahip olamamamız, bizi her eserde kötü taklitlere götürmekten öte bir gerçekliğe asla demir attırmıyor. Batıya öykünmeden bizi biz gibi anlattığımızda sanırım olacaktır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çizgi-3 / Behice Kolçak Şark
Bekleme, Dönmem Bu Bahar / Hakan Özbek
Ağustos Yüzlü / Erol Erdoğan
Kanı Güneş Gibi Bir Çocuk: “Alâeddin Özdenör... / Selami Şimşek
Kasıt / Esra Karabiber
Tümünü Göster