ben
sözün bittiği yerden
epey ilerideyim
burada
sözün ne olduğu
bilinmiyor
seni içimin en ücra köşesine gizledim; histerik, tedirgin, temkinli
seni kimsenin bilmediği masalsı şehirlerde gezdirdim; Bled, Cua, Sitka, Sidi
her Temmuz bir çentik attım bir yerlerine
huşu içinde Şirâze
yine de
çok zaman geçirip, çok anı biriktirdiğim
bol tuzlu denizinde gülüp eğlendiğim
sevmediğim fazlalıkları taşımak zorunda kalarak
üstelik hiç de itiraz etme hakkım olmadığını sanarak
uysalca, ama bu uysallığa da içten içe düşman
bir yer var Akdeniz’de küçük ve şirin kurtulamadığım ağından
hüzne bulanmadan yaşanmıyor Şirâze
ya da bana öyle geliyor
sana yazılmış bu mektuplar benimse de aslında senin
kimisi Kişinev’in ıhlamur kokusunu taşır
kimisi Erdenet’in çilek rengini
kimisi de Pişpek’in bereketini
sıkça şehirler değiştirdiğim doğrudur
şehirlerle hızla değiştiğim doğrudur
sadece yaşanmışlar olduğu gibi duruyor Şirâze
ve bütün keşke’ler ısrarla onları işaret ediyor
ben yok desem de ayın tamamı orada
ben görmesem de gemiler yanaşıyor limanlara
birileri en mutlu anını yaşarken tam şimdi Şirâze
birileri de bir mezarlığa doğru götürülüyor
hayat zaten zor, daha da zorlaştırmanın anlamı yok
biri yanlışların birbirini izlediğini söyledi diye
yanlış yapmaya devam etmenin faydası yok
kararlar alıyorum, sonra siliyorum
çokça dağıtıp az topluyorum
koşmaktan değil de çoğu zaman yürümekten yoruluyorum
doluya koysam taşıyor, boşa koysam eksik kalıyor
yine de sil baştan inatla sana sarılıyorum da
ben Şirâze, her sabah yeniden doğarken
seni bir gün bulacağımı ümid ediyorum
ve seni, nerede olduğunu bilmeden yine Temmuz ile selamlıyorum
neyse ki
baktığım gök
baktığın gökle aynı