Tevhidi sanat ifadesini anlayamayan bir çok insan oldu. Sanat sanattır bunun tevhidisi olmaz diye dudak büktüler. İlke olarak eleştirilerine hak veriyorum bu arkadaşların. Ancak daha önceki yazılarımızı bir bütün olarak inceleyenler, tevhidi sanat derken neyin kastedildiğini anlayacaklardır. Sanatın Doğuşu konusu irdelenirse mesele daha da net olarak anlaşılacaktır.
Sanatın Doğuşu: Sanatın doğuşunu her ne kadar rastlantıyla açıklayanlar varsa da bu açıklamanın hiç bir bilimsel dayanağı bulunmamaktadır. Sanıyorum böyle bir açıklamayı yapanlar dünyanın yaratılışını ve insanın yaratılışını da rastlantıyla açıklamaktadırlar. İslama göre insanı Allah (c.c) yaratmıştır. İlk insan Hz. Adem (a.s) dır. Hz. Adem (a.s) bir peygamberdir ve insanlığın temsilcisidir adeta. İlk insan topluluğu kendilerine Allah (c.c) tarafından verilen ilahi buyruklarla yaşamlarına yön vermeye çalışmakta idiler. Hz. Adem ve ailesinin oluşturduğu topluluk tevhide inanan bir topluluk olmuştur. Sonraları insanlar çoğalmış ve bunlardan bir bölümü Allah’ı (c.c) unutmaya başlamışlardır.Yani insanların bir kısmı tevhidden uzaklaşarak şirke yönelmişlerdir. Zaten insan bir yaklaşıma göre kelime anlamı itibarıyla” unutan, unutkan” demektir. Bu yüzden yaratıcı her dönemde insanlara tevhidi hatırlatan onları tevhide çağıran resuller (elçiler) göndermiş, kimileri çağrıya kulak verirken kimileri de kulak tıkamıştır. Dolayısıyla ilk çağlardan beri insanlar hep iki ayrı kafa yapısına, iki ayrı yaklaşım biçimine sahip olmuşlardır. Hep bu iki ayrı kafa yapısına göre insana eşyaya ve hayata farklı anlamlar vermişlerdir. İnsanın fıtratında kulluk etme duygusu vardır. Bir şeylere inanma ve bağlanma duygusu vardır. İnsanlar eğer Allah’a inanmıyorlarsa mutlaka Allah’ın yerine koyacakları bir varlığa kulluk edeceklerdir. Dolayısıyla Allah’a kulluğu terkeden insan Allah’ı gereği gibi takdir edemeyecek ve yaratan ile yaratılanı birbirine karıştıracaktır. Kur’an bu duruma şirk demektedir.
Şirkin hayata bakışı ile tevhidin bakışı farklı olduğundan sanat meselesini izah etmeleri de farklı olacaktır. Eski dönemlerde yapılan mağara resimleri sanat eseri olarak yorumlanmaktadır. Piramitler, görkemli saraylar, arenalar, ilahlara övgü olsun diye söylenen şiirler ve şarkılar sanat eserleri olarak yorumlanmaktadır. Evet belki bunlar sanat eserleridir, ancak bu eserlerin niçin yapıldığı sorusu meselenin özünü ortaya koymak açısından önemlidir. Bu soru insanın tabiatı taklit etmek isteği şeklinde cevaplandırılabileceği gibi, insanın rastlantılar sonucu şiirler söyleyip resimler kazıdığı şeklinde de cevaplandırılabilir. Aynca insan bunları zevk almak için boş vakitlerini değerlendirmek için yapmıştır da denilebilir. İlk çağlarda yapıldığı söylenen mağara resimlerinin tapınma amacıyla yapılmadığını kim iddia edebilir? Aslan resmi kazınmıştır, çünkü aslan gücü temsil etmektedir. O halde bu güce tapınılmalı, şükranlar sunulmalıdır. İnek süt vermekte, güneş ısıtmaktadır. O halde onlara adaklar adanmalıdır. Bu noktada insanın tapmadığı şey kalmamıştır denilebilir. Bunlar hep insanın yaratanı unuttuğu dönemlerde ortaya koyduğu sapmalardır. Ayrıca tanrının oğlu, güç ve kuvvet tanrısı, aşk tanrıçası, bereket tanrısı v.s gibi nitelemeler hep şirkin nitelemeleridir. Egemen güç sahipleri kendilerini ebedi kılmak için ebedileşmek arzusunun bir tezahürü olarak heykeller yaptırmış, görkemli binalar diktirmişlerdir. Ebedi olma duygusu insani bir duygudur. İnsan öleceğini bilmekte ancak gelecek kuşaklar tarafından da tanınmak, bilinmek istemektedir.
Ancak bu duygu Allah’ın ebedi olduğu inancından yalıtıldığı zaman bir sapkınlık ve azgınlık üretecektir. “Ad kavmi haksız yere büyüklenmiş ve bizden daha güçlü kim vardır? demişlerdir. Allah’ın onlardan güçlü olduğunu görmediler mi?” (Fussilet/16) Evet dünya yüzünden nice insan toplulukları geçmiştir. Bunlar muhkem binalar yapmışlar, görkemli binalar inşa etmişlerdir. Ama bunları çoğu kere kibirlenerek ve kendilerini alemlerden müstağni (ihtiyaçsız) görerek başkalarına tepeden bakma amacıyla yapmışlardır. “İnsan azar (sapıtır) kendini müstağni görmekle” (Alak/6-7) Evet kocaman binalar ve sanat eseri olarak nitelenen piramitler bir çok aç çıplak kölenin kanı ve canı pahasına yapılmıştır. Krallar kendileri için görkemli heykeller yontturmuşlardır. Çünkü onlar yeryüzünde Tanrılık (ilahlık) iddia etmişlerdir. Ebedileşmek istemişlerdir. Bu ebedileşme isteği Şeytan tarafından bir yanlışa kanalize edilebilmektedir. Hz. Adem ve Havva’ya yasak kılınan ağaçtan yemeleri için Şeytan ikisine şöyle bir yaklaşımla fısıldar. “Ebedi kalıcılardan olursunuz diye Allah size bu ağacı yasakladı” (A’raf/20) Yani ebedi olabilmeniz için bu ağaçtan yemelisiniz, Allah’ın yasağını çiğnemelisiniz. Ve… Allah’ın yasağı çiğnendi insan tarafından. Bu çiğneme ise ebedi olma arzusunun bir tezahürüydü. Cennetten çıkarıldı insan. Dünyada da bir çok yasak meyveyi yedi ve yemeye de devam etmekte.
Evet öz olarak sanatın doğuşunun insanın varoluşuyla beraber olduğunu söyleyebiliriz. Eğer geçmişten günümüze gelen eserleri sanat eserleri olarak degerlendirirsek, bunlar ebedileşmek arzusu, sevme, deşarj olma, tapınma gibi insani duyguların bir tezahürü olarak görebiliriz.
Selim fıtratı ve insanı bulduğumuz her sanat eseri tevhidi bir mahiyet arzetmektedir. Bu noktada o sanat eserini bir müslümanın ya da gayr-i müslimin üretip üretmediği önemli değildir. Örneğin insandaki tapınma duygusu fıtrî bir duygudur. Eğer sanatçının bağlandığı bir değer sistemi yoksa bu duygu ile ya kendini ya da diğer yaratılmışları yaradan makamına oturtacaktır. Ortaya çıkan eser sanat eseri olmakla birlikte bir sapmanın ifadesi olacaktır. Sanat eseri ortaya çıktıktan sonra ona belli bir anlam yüklenecektir.İşte bu anlam onun tevhidi olup olmadığını ortaya koyacaktır.
Sanatın bir arayış olduğu da söylenmiştir. Ama sonuçta sanatçının arayışı her zaman bir buluş ile bitmiyor. Yani bulmanın olmadığı bir arayış olarak tanımlanıyor sanat. Sanatçı insana koşuyor aşık oluyor, tabiata koşuyor, ağaç, kuş, nehir ne varsa onlara koşuyor. Sonra aradığını bulamıyor. Geri dönüyor aşkın bir yalan olduğunu iddia etmeye başlıyor kimi kere. Kimi kere hayatın anlamsız ve boş olduğunu savunuyor. Bu yüzden muvahhid insan “her vadide şaşkın şaşkın dolaşmaz”. Onun bağlandığı bir değer sistemi vardır. Bu sistem imanı ile bağlandığı bir değer sistemidir. Bu sistem insana gayeye ulaşmak için iradi bir hareket imkanı sağlamaktadır. Eğer iman olmazsa sanat irade dışı bir arayışın ötesine varamayacaktır. Belli mutlak değerlere ulaşılsa da bu çizgiden her an sapmaya meyyal olunacaktır. Bu da neyi aradığını ve neyi istediğini bilememe sonucunu getirecektir. Sanat varolanı değil olması gerekeni, özlem duyulanı yansıtır. Bu anlamda bir arayıştır. Ama aynı zamanda bulamayıştır sanat, çünkü aranan burada değildir. İnsan eksikliğini farkettiğinde mükemmelin arayışına girmekte ancak dünyada eksiklik hiçbir zaman giderilememektedir. Yani eksiklik oldukça sanat da var olacaktır. “Her sanat eseri ona ait olmadığımız içinden neşet etmediğimiz bir dünya hakkında bir haber, bir intiba mahiyetindedir.” (Begoviç, s. 136).