“Sanat nedir” sorusu her dönemde sorulmuş ve buna belli cevaplar verilmeye çalışılmıştır. Sanatın tanımı üzerine çok değişik görüşler ileri sürülmüştür. Ben bu görüşlere kısaca değinmekle yetineceğim. Bunu yaparken İslam’ın sanata bakışını da ortaya koymaya çalışacağım. Bizde sanat ve estetik konuları daha çok Batı’daki tartışmaların uzantısı olarak ortaya konulmuştur. Bu yüzden biz, bugün bile İslami sanatın ne olduğunu bizzat kendi kaynaklarımızdan değil de Batılı oryantalistlerin yazdıkları eserlerden öğrenmek durumunda kalmaktayız. Bu da bizi, yanlış yaklaşımlara sürükleyen bir olumsuzluk olarak duruyor karşımızda. “Geçmiş kültürü kavrama konusunda karşı karşıya bulunduğumuz güçlükleri göz önüne alır ve ölçülerimizin uzun zamandan beri Batı tarafından belirlendiğini düşünürsek, yazdıklarımızda oryantalizme düşme tehlikesinin hiç de az olmadığını kendiliğinden ortaya çıkar.” (İslam Estetiği ve İnsan, Beşir Ayvazoğlu sh. 16)
Her öğreti sanatı tanımlarken hiç kuşkusuz benimsediği değerler doğrultusunda hareket edecektir. Bu yüzden değerlendirmelerimizde sağlıklı sonuçlara ulaşabilmemiz için konuya kendi kavramlarımızı kullanarak yaklaşmak zorunda olduğumuzu belirtmeliyim. Bir Batılının, Müslümanların sanata yükledikleri anlamı anlayabilmesi için İslam’ı anlaması gerekmektedir. Bu da çoğu kere mümkün olamamaktadır. Örneğin sanatta müstehcenlik konusu Kur’an’daki Fahga kavramı anlaşılmadan doğru dürüst izah edilemez. Yani bir Müslüman kafasında önceden oluşmuş müstehcenlik anlayışıyla bir sanat eserinin müstehcenliği konusunda yargıda bulunamaz. Bulunabilmesi için konunun Kur’ânî çerçevesini bilmek gerekmektedir.
Şimdi sanatı tarif eden kuramlardan bazılarını inceleyelim: Bu kuramların bazıları sanatı sanat yapan özellikleri, eserin dış dünya ile ilişkilerinde bulur ve bir aynaya benzetir sanat eserini; insanı, hayatı, toplumu yansıtan bir aynaya. Bazı kuramlarsa sanatçıda ararlar sanatın sırrını. Bunlara göre duyguların anlatımı (ifadesidir) sanat. Yine başka bir takım kuramlar, dış dünyayı ve sanatçıyı değil de okuru alırlar ön plana. Bu defa sanatın özü okurda (dinleyicide, seyircide) , uyandırdığı estetik zevk ve heyecanda aranır. Nihayet sanatın özünü eserin başka şeylerle ilişkisinde değil de doğrudan doğruya eserin kendisinde arayan biçimci kuramlar var. “Bunlara göre, sanat eserini diğer yapıtlardan ayıran özellik; sanat eserlerine özgü bir yapıdır.” (Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Berna Moran Sh. 2).
Bu kuramların ayrıntısına girmek, uzun ve zor bir işe başlamak demek. Ayrıca, konumuzun sınırlarının da bunu ele almaya müsait olmadığı ortada. Kısacası, sanatı tanımlayanlar, şöyle ya da böyle bir düşünce biçimine dayanarak tanımlamışlardır. Bu yüzden herhangi bir tanımı ele alırken, o tanımı yapanların bakış açılarını hesaba katmak gerekmektedir. Tüm tanımlar bir yönüyle gerçekliği ifade etmekle beraber, hep bir eksikligi de taşımaktadırlar. Sanat eseri, sanatçı tarafından ortaya konulduğu için ve biz onun iç dünyasına bütünüyle nüfuz etmekten uzak olduğumuz için, sanata biçilen herhangi bir tanımın mutlak doğruyu yansıttığını iddia edemeyiz. Tüm tanımlardan anlaşılan ortak nokta ise, sanatın, insandan; insanın iç dünyasından bir yansıma olduğu gerçeğidir.
Müslüman sanatçılar, sanatı genelde Allah’ı ve onun dinini hesaba katarak yani “Allah’a göre” icra etmişlerdir. Bu tutum eserlerine de yansımıştır büyük ölçüde. Ancak, buna dayanarak; İslami sanat şudur veya budur, gibi kesinlikli hükümlere varmak mümkün değildir.Biraz açacak olursak şöyle diyebiliriz: `İslami yaklaşıma göre dünya yüzünde iki ayrı düşünce biçimi vardır. Tevhid ve Şirk diye nitelenen bu düşünce biçimleri insanların hayata bakışlarına da etki etmiştir, etmektedir. Tevhidî bakış tek bir yaklaşım biçimini kapsamasına rağmen, Şirk’in bir çok yaklaşım biçimleri bulunmaktadır. Tevhidî yaklaşım, yaratan ile yaratılanı birbirine karıştırmamak ilkesi üzerine bina edilmiştir.
Müslüman sanatçılar eserlerini bu ilke doğrultusunda ortaya koymuşlardır. Bu ilkeyi, yaratıcıyı “tenzih” ilkesi olarak da niteleyebiliriz. Tevhid ve tenzih Müslümanların sanatsal etkinliklerinin çerçevesini ortaya koymaktadır.Ancak Tevhid’ten yalıtılmış bir sanat eserini Müslüman olduğunu iddia eden bir sanatçı da ortaya koysa, bu sanat eseri İslami bir özelliğe sahip olamayacaktır. Yani İslami sanat sınırları olan bir sanattır. Ve bu da Tevhid ilkesidir.Anlaşılacağı gibi sanatı Tevhidî olan ve Tevhidî olmayan sanat diye ikiye ayırabiliriz.
Yalnız burada şu noktaya dikkat çekmekte fayda var: Kimi kere Müslüman olmayan sanatçıların eserlerinde Tevhidi temalar bulabileceğimiz gibi kendisine Müslüman diyen bir sanatçıda da gayr-ı İslami temalar bulabiliriz. O zaman İslami sanat ile Müslümanların ortaya koydukları sanatı ayrı ayrı ele almak gerekmektedir. Çünkü bir sanat eserinin gerçek anlamda sanat eseri olması ayrı, onun İslami ilkelere aykırı olup olmaması ayrıdır. Yani bir eserin bizim inancımıza aykırı olması ayrı, sanat eseri olması ayrıdır. (1)
Müslüman olmayan sanatçıların eserlerinde tevhidî temalar görebilmemiz fıtri duyguların ortaklığı sebebiyledir. Bu noktada içerisinde fıtratı ve insanı bulduğumuz her etkinlik bizim için bir değer ifade edecektir. (Bkz. Sanat ve Hakikat adlı yazı-Aşiyan 9) Şirk genelde materyalist ve ateist (ruhbânî) yaklaşımları barındırır bünyesinde. Bu yüzden tevhidî sanatı açıklayabilmek için bu yaklaşım biçimlerini de ele almak gerekmektedir. Daha önce materyalizmin sanata etkisini ele aldığımızdan şimdi ruhbanlığın sanatla ilgisine değineceğiz.
Ruhbanlık ve Sanat:
Ruhbanlık, materyalizmin tam karşısında bulunmaktadır. O da insanın fiziki yönünü ihmal etmiştir. Ancak sanattan söz ediyorsak fiziki olandan değil ruhsal olandan söz ediyoruz demektir. Bu anlamda ruhbanlık sanatı ortadan kaldırmamıştır. Bugün bir Michalengelo, Leonardo da V’ınci gibi bir çok büyük sanatçı hep ruhbanlığın hakim olduğu ortamların ürünüdürler.
İlahi kaynaklı dinlerin ortak temaları bulunmaktadır. Dolayısıyla dinin sanatsal etkinliklerin gelişmesinde etkin ve vazgeçilmez bir yeri olduğuna kuşku yok. Dinî sanat eserlerinde kimi tevhidî unsurların göze çarpması rastlantı değildir.
Örneğin Dostoyevski’nin “Beyaz Geceler” adlı eserinde romanın kahramanı gökyüzüne bakar ve bu kadar güzel gökyüzünün altında bu kadar günahkar insanın bulunmasına hayret eder, üzülür. Bu tavrıyla insanların kendilerine yaratıcı tarafından bağışlanan güzelliklere karşı nankörlüklerini vurgular. (2) Bir başka yerde de şöyle bir olayın olduğu anlatılır: Bir yazarın roman kahramanlarından biri ölmüştür. Yazarı üzgün gören arkadaşı, niçin üzüldüğünü sorduğunda; romanın kahramanlarından birisinin öldüğü için üzüldüğünü söylemiş bunun üzerine arkadaşı da, “Romanı sen yazıyorsun istersen öldürmezsin” diye hayretle karışık bir ifade kullanmıştır. Bunun üzerine yazar “dostum” demiştir, “kadere ben bile engel olamam ki!”
Buradan anlaşılan, sanat eserinin çoğu kere sanatçıyı aşması gerçeğinin yanısıra, ilâhî dinlerin ortak özelliklerinden olan kader anlayışının yansıtılmasıdır.
Ancak şirk yüklü dini sanat eserleri de vardır. Örneğin kilise resimlerindeki tasvirler hep şirk yüklü tasvirlerdir. Bu tasvirleri yapanlar belki büyük sanatçılardır ancak eserleri şirkin yansımasıdır.Materyalizm’in ağırlığını koymaya başladığı dönemlerde ise çaplı sanatçılar yavaş yavaş silinmiştir. Bugün ateizmin devlet felsefesi olduğu Rusya’da sanatçıların nesli tükenmek üzeredir. Ortaçağ Avrupası’nın bilim karşıtlığı neyse, Ateizm’in sanat karşılığı da odur. Çünkü sanat daima dinden izler taşımaktadır.
Sanata düşmanca bakış, aslında insanın ruhuna düşmanca bakıştır. Din, ruhu önemserken ateizm inkar etmektedir. Dini bir yön taşıyan her şeyin karşısındadır ateizm, dolayısıyla sanatın da karşısındadır.
Dostoyevski ve Tolstoy gibi büyük sanatçılar dindar insanlardır. Onların eserleri ruhsal bir dinamizm ve duyarlılık taşır.
Tevhidi Sanat’ın Temel Özelliği:
Tevhid’in başta gelen ilkesi alemdeki nizam ve intizamın bulunması ilkesidir. Bu alemde her varlık, her olay bir düzen ve intizama göre hareket etmektedir.
“Rahman’ın yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın” (Mülk-3)
Tevhidî sanat eserinin temel anlayışını da belirleyen yukarıdaki ayet, tevhidi olmayan sanat eserlerinin niçin yapıldığı konusunda ipuçları vermektedir. Bunu daha önceki bölümlerde açıklamaya çalışmıştım.
Ayrıca evrendeki her olayın, her şeyin belli bir amacı vardır.
“Biz gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.” (Enbiya-16)
Buna bağlı olarak tüm evren bir tek yaratıcının emrinde O’na boyun eğmiş bulunmaktadır.
“Göklerde ve yerde olanlar O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.” (Bakara-116)
İnsan kainatın bu uyum ve işleyişi karşısında kendisini ilahi iradeye teslim etmekle mutluluğa ulaşacaktır. İnsan yaratıcıya olan kulluğu ile evrenin süregiden ahengine ayak uydurabilecektir. Çünkü her varlık Rahman’a kulluğu terkettiği zaman çelişki doğacak ve insan uyumsuzluğun, kaosun içerisine yuvarlanacaktır.
Tevhidi sanat, kainattaki bu uyumun dışına taşmayan sanattır. Tevhidî sanat, Allah’ın yarattığı düzen, intizam ve güzellikler karşısında kul olmanın getirdiği tevazu ve boyuneğişi ortaya koyan sanattır. “Mevla görelim neyler/Neylerse güzel eyler” anlayışıyla bakmaktadır dünyaya. Yaratıcının yarattığını beğenmeme tavrıyla resim, heykel, şiir vesaire gibi sanat dallarında ip oynatmadığı gibi söz konusu sanat dallarını Allah’a ortak koşmaya aracı kılmaz. Tevhidi sanat hep Allah’a dönüktür.
1) İçine kitap, peygamber, İslam vs. gibi kavramların yerleştirildiği şiirlere bu kavramlar sebebiyle İslami etiketi yapıştıramayız. Çünkü bir şiir, öncelikle belli bir sanat değeri taşıyorsa bir anlam ifade eder ve duygusal yanımızda karşılığını bulur. Eğer bir eser, insani temel özellikler taşıyorsa isterse hiçbir İslami kavramı kullanmasın yine de bir değer ifade eder; sanat eseri olarak insani kemale katkıda bulunur. Yani sanatta öz önemlidir. Bunu unutursak kimi yüce kavramlar kullanılarak duygu dünyamızın yozlaşması gibi bir olumsuz durumla karşı karşıya kalırız.İslami sanat ifadesi daha çok İslam kültürünün egemen olduğu dönemde ortaya çıkan sanatsal etkinlikleri karşılamak için kullanılmaktadır.
2) Tevhid’in en önemli ilkesi evrendeki uyum ilkesidir. İnsan evrenle uyum içerisinde olmakla mutluluğa ulaşır.