TRUVA(TROY)OYA
“En seçkinler nasıl da saklanmıştık hani
Oymalı tahtadan atın içine…
Götürmüştük biz Argos’lular ölümü, yıkımı Troya’ya”
Nice atlar gördük biz Truvalılar misali, bizi her seferinde yıkmaya, evlerimizi yakmaya çalışan… Tanıdık yüzlerde başkasının izlerini görmeye alıştık ve bu alışkanlıkla Paris’lerin hediye atı “yakalım” fikrine, surlarımızın içine alarak karşılık verdik. Kendimizi de Truva atının bacaklarına sarılır bulduk. Ve yine her seferinde oymalı tahtadan atın içinden çıkanları şaşkınlıkla karşıladık. Benliğimizdeki oymalı tahtadan atın bize yaptıklarından ise söz etmeye gerek var mı bilmiyorum…
Nice filmler seyrettik, günümüze uyarlanan ve savaşın acımasızlığında yükselen. Savaşın gladyatörlerini seyredince, bütün kasları ile günümüzdeki savaşçılardan çok daha erdemli olduklarını gördük. Hiç değilse savaş meydanında… Bütün görkemi ile beyazperdeye gelen Troya’yı seyredince günümüzdeki savaşlarla kıyaslıyorum nedense. Er meydanı haricinde değişen pek bir şey yok anlaşılan.
İki ordunun karşılaşması ile başlayan Troya ilk andan itibaren bir savaş filmi olduğunu gösteriyor. Binlerce askerin korku ve tereddüt dolu gözlerle beklediği hücum emri, iki savaşçının mücadelesine endekslenince derin bir oh çekiliyor. Bu arada devrik kralın yaşadığı yenilginin ızdırabı ise yüzünde…
200 milyon dolarlık dev bir bütçeye sahip olan Troy, epik bir hikayenin ürünü. Antik Yunan döneminin efsanevi anlatımı içinde zenginleşen bir atmosferi var. Kostümlerin içinde kendinizi varsaydığınızda, geçmişin parlak güneşi eşliğinde esen bir rüzgar yüreğinizi sarıyor. Bir kaç saat de olsa zaman makinesinde olmanın ne zararı olabilir ki? İhtirası en başa alabiliriz hikayede. İhtiras iktidarda, benlikte, kadın ve şöhrette gizli. Antik dönemde birbirine benzeyen yönetim tarzı ile şehir devletleri milattan önceki karmaşanın en güzel göstergeleri. Bu dönem yeterince incelendiğinde birbirine ne kadar benzedikleri ortaya çıkacak aslında. İnançları, hayat tarzları ve mimari anlayışları arasında çizgi kadar fark yok. Ama yine de her şehrin bir devleti ve o devlete ait insanları var. Metinlerden ve sanat tarzından anlaşıldığı kadarı ile de putperestlik üzerine gelişen bir inanç ve ahlak sistemleri mevcut.
Barışın tohumları atılırken, birdenbire savaşın korkunç yüzü ortaya çıkar Paris ve Helen’in aşkında. Paris Helen’i kaçırır ya da Helen Paris ile birlikte gelir. Sonuç değişmez. Helen’i kaybeden ve onuru zedelenen Menelaus ile birlikte, Yunan halkını birleştirmeyi düşünüp Hititlere karşı mücadele etmeyi hedefleyen kardeşi Agamemnon ve onun dev ordusu, Truva’ya doğru harekete geçer. İhtiras sadece kadınla sınırlı değildir artık. Truva çaresiz sonuçları göğüslemeyi düşünür.
Aşil bu hikayenin neresinde derseniz eğer, O bir çok savaşa karşı direnen Truva şehrinin anahtarı gibi durur karşımızda. Güçsüzlüğünde birleştirilen Tanrıça oğlu olmanın bütün zaferlerini yudumlamaktadır. Onun ihtirası şan ve şöhrete dayalı. Binlerce yıl sonra bile adından söz edilmesi onun bütün hücrelerinin ürpermesine yeterli. Hiçbir krala bağlı olmayan Aşil, savaşın içine atıldığında kendi savaşı da başlar. Savaşın anlamsızlığını anladığında da yeniden bir başka savaş başlar onun için. İhtirasın farklı bir boyutunda yaşayan Truva Prensi Hektor ise Aşil’in karşısında Truva’nın tutunacak dalıdır. Hektor bilgeliğe ve insanlarına, Aşil gücüne ve ihtirasına bağlı… Kralların ve krallarını hiç tanımayan askerlerin yaşadıkları hikayenin diğer yan unsurları.
Film için uzun çalışmalar yapmış Brad Pitt. Aylarca süren fiziki hazırlanmalar bir kaç dakikalık güç gösterisi için. Özellikle Hektor rolündeki Eric Bana ile yapılan mücadele nefes kesici. Sahnelerin en ilginci de, Truvalıların toplanarak surlardan hem iki ordu hem de Aşil ile Hektor arasındaki savaşı seyretmesi. Bir nevi Kollesyum’un değişik bir versiyonu. Savaşın en kahramanı Aşil’in insani yönü gözyaşlarında gizli. Gözyaşları onun da etten ve kemikten olduğunu ortaya koyuyor. Hektor ile girişilen mücadelenin sonunda, bir babanın bütün duygusallığı ve cesareti ile oğlunun onurunu kurtarmaya çalışması, Aşil’in bile yüreğindeki tellere mızrapla dokunuyor. Filmin en unutulmayacak sahneleri.
Troy’da farklı bir anlatım yok belki de. Uzun bir süre çalışılan, hazırlanılan, milyonlarca dolar harcanan, popüler yıldızları barındıran bir film. Hollywood’un son dönem tarihi takıntılarından birisi olarak bakabilirsiniz belki de. Ancak Türkiye’ninde içinde bulunduğu bir tartışma ortamında, gözardı edemezsiniz bu filmi. Her şeyden önce bizim topraklarımızda geçen bir hikayenin yansıması. Özenle seçilen kareler ve oluşturulan karakterler ilgi çekici. Binlerce yıl önceki unsurların araştırılması ve derlenmesi başarılı. Dijital efektler de göz alıcı ayrıca. Dört yıl sonra sinemayı bırakmayı düşündüğünü açıklayan Brad Pitt, Hulk rolünden sıyrılıp Hektor rolüne bürünen Eric Bana oldukça başarılı. Ancak Truva kralı Kral Prium olarak Peter O’Toole, insanı hayrete düşüren, akıllardan silinmeyecek bir kompozisyon çiziyor.
Troy gösteriyor ki bu ülke, daha çok senaryo üretir. Gerçek bir plato için Anadolu’da ne aranırsa var. Son Samuray’da da söz edilen ve yine Ispartalılarla Pers’ler arasında geçen bir savaş bunun öncüsü olabilir. Belki de tarihin ilk meydan savaşı ve ilk anlaşması Kadeş yüksek bütçeli bir film olarak çıkabilir karşımıza. Ya da Nemrut Dağı’nın zirvesindeki Antiokus’un heykelleri… Peri Bacaları’nın derinliklerinde gizlenen gerçekler, Hannibal ve daha yakınlarda Malazgirt… Bu topraklarda ne ararsanız var. Mısır’dan bile çok daha gizemli bir yapıya sahibiz. Sinemanın etkili dilinde bu yapı öylesine gözler önüne serilebilir ki… Bir tarihin bütün senaryosunu çıkartmak işten bile değil. Troy seyredilir.
Yönetmen: Wolfgang Petersen
Oyuncular: Brad Pitt
Eric Bana
Orlando Bloom
Diane Kruger
Sean Bean
Brian Cox
Peter O’Toole
Brendan Gleeso
Saffron Burrows
Rose Byrne
Julie Christie
Garrett Hedlund
Vincent Regan
Adoni Maropis