Sanatın ahlâki normlarla değerlendirilip değerlendirilemeyeceği meselesi, özellikle Aydınlanma dönemi ile başlayan Tanrı merkezli düşünmeden kopuş; kutsaldan sıyrılış sürecinde daha etkin bir biçimde tartışılan bir sorun olarak beliriyor. Ki bu süreç değerler alanında da belli bir parçalanma ve bölünme sürecidir. Yani iyiye ve kötüye güzele ve çirkine yeni tanımlar ve yeni anlamlar yüklenilmeye çalışılan bir süreçtir. Bu süreç, insanlığın her alanda ilerlediğini kabul eden ve “yeni” olanı değerli bulan bir anlayışı dayatmaktadır. Bu noktada rölativizmi ön plana çıkarmaktadır. Rölativizm, bağlanılacak sabit, mutlak ve genel-geçer bir ölçüye inanılmaması demektir. Buna göre doğrular kişilere göre değişmekte, güzel ve çirkin kişilere göre değişmektedir. Bu ise değerler alanında da mutlak bir ölçü bulunmadığını kabul etmek demektir. İlerlemeci mantığa göre, insan daima basitten mükemmele doğru bir seyir takip etmiştir zaman içinde. Zaman geçtikçe insan en iyiyi ve en güzeli bulmakta ve gelişmektedir. Burada insanın gelişimini sağlayan yegane faktör zamandır. Zaman içinde bulunan “yeni” şeyler daima iyi eskiden kalan şeyler ise kötüdür. Normları belirleyen zamandır. İyiye ve kötüye anlam veren zamandır (1).
Oysa geleneksel anlayışa göre, insan değer anlayışını ve normları kutsal Kitaptan ve dinden almaktadır.
İnsanoğlu varolalı beri dini şekillendirdiği anlayış (gelenek) özellikle “aydınlanma dönemi”nde büyük ölçüde değişmeye başladı. Dolayısıyla her alanda dinden sıyrılma çabaları görüldü. Hayat ve insana bakış, gelenekten koparak yeni değer arayışlarını getirdi. Bu anlayışlar sanat anlayışlarına da yansıdı haliyle. Sanatı da gelenekten sıyırma çabaları “yeni sanat” gibi “soyut sanat” gibi sanat anlayışlarının doğmasına büyük ölçüde katkıda bulundu.
Yeni sanat dedikleri
Yeni sanat, ilerlemeci mantığa dayanan ve geleneksel sanat anlayışından koparak ona başkaldıran sanata denilmektedir. Bu sanat anlayışı “yeni” olanın değerli olduğu yaklaşımıyla ön plana çıkmaktadır. Bu anlayışa göre, değere anlam veren norm yenilik ya da eskiliktir. Yeni sanat, yeninin daima güzel olduğu anlayışından yola çıkmakla pozitivist materyalist mantığın sanat alanındaki uzantılarından biri olmuştur. Bu yüzden sanat anlayışı ortaya koyanların da hangi mantığa yaslandıkları, hayata ve eşyaya hangi açıdan baktıkları önemlidir. Çünkü sanat anlayışları büyük ölçüde kişinin hayata baktığı açının bir uzantısı olmaktadır. Örneğin hayat anlamsızsa sanat da anlamsızdır, hayat saçmaysa sanat da saçmadır gibi. Yeni sanat yeni olanı değerli bulmakta ve sanatın da belli bir ilerleme sürecinden geçerek en mükemmele ulaşacağını iddia etmektedir. Bu noktada dayandığı mantığın uzantısı olarak o da relativist bir yaklaşıma sahiptir. Örneğin çöplük ve çöp kutusu değersiz bulunuyorsa, çöpün de bir değer olduğu ortaya koymak gerekmektedir. Çöpün değerli olduğunu söylemek veya göstermek (2) yeni ise “yeni” belli bir değer ifade etmekte ve gerçek sanat eseri olarak değerlendirilmektedir. Sanat’ı değerli kılan kriter yeniliktir. Bu noktada yeni sanat kendince ruhun özgürlüğünü savunmakta ve varolan anlayışlara anarşist bir yaklaşımla başkaldırmayı öngörmektedir. Ona göre ruhun özgür olması demek gelenekten ve objeden sıyrılması demektir. Geleneksel sanat objeye bağımlı bulunduğundan özgür bir sanat değildir, şeklindeki bir yaklaşıma sahiptir bu anlayış. Bu yaklaşım her ne kadar yeni olanın değerli olduğu mantığına yaslansa da aslında yeniyi arama çabasının yeni olmadığı ortadadır. Çöp kutusu örneğine dönersek çöpte bile bir değer arayan bakış pek de yeni bir bakış değildir. Çünkü burada da en temelde bir değer arayışı söz konusudur. Ki çöplüğü kötü görmek mutlak genel geçer bir bakış değildir ki, buna karşı çöpte bir değer aramak yeni ve aykırı yaklaşım olsun. Burada önemli olan objeye bakıştır. Sevgilisinin mahallesinden gelen köpeği bile seven bir aşık geleneksel kültürün yetiştirdiği insandır.
Sanat ahlaki normlarla değerlendirilebilir mi?
İnsan çok boyutlu bir varlıktır, onda hem etik de estetik değerler bulunmaktadır. Etik iyiye ve kötüye, estetik güzele ve çirkine anlam verir. Bu noktada insanda hem etik bir yan hem de estetik bir yan vardır. İnsan için estetik bir değerin olduğunu kabul ediyorsak elbette etik bir değerin olduğunu da kabul etmemiz gerekecektir. Çünkü etik değer yoksa estetik değerin olduğu nasıl izah edilecektir (3). İnsan güzeli isteyip çirkinden yüz çevirdiği gibi iyiyi isteyip kötüden yüz çevirmektedir. Ancak burada insanın iyiye ve kötüye biçtiği anlam farklı olabilir (4). Her iki tutumda da insan en temelde mükemmeli aramakta, onu özlemektedir. Bu temeldeki mükemmeli arama yöneliminde rölativite yoktur. Etik ve estetik değerler insani kemali tamamlayan ayrılmaz değerlerdir. Ahlaki norm kabul etmeyip sanatsal norm kabul etmek de çelişkidir; tutarsızlıktır (5). Gerek etik gerekse estetik hiç bir norm bulunmadığını söylemek de sanat ile saçmalık arasında fark görmemek demektir. Aynı yaklaşım hayatı da saçma gören sağlıksız bakışın ürünüdür. Bizim iyiye ve kötüye güzele ve çirkine bakışımız farklı olabilir ancak en temelde bir iyi ve kötü, güzel ve çirkin değerlerine sahibizdir insan olarak. Bu noktada varolan etik ve estetik değerlere karşı olabiliriz ancak bu ayrı, değerler alanında hiç bir norm kabul etmemek ayrıdır.(6)
Sanıyorum Toynbee Mısır Piramitleri’nden bahsederken “onların nasıl yapıldığını öğrenmem piramitlerin estetik değerini unutturdu” şeklinde bir şeyler söylemişti. Anlaşılıyor ki sanat eseri ortaya konulurken veya bir sanat eserine bakarken salt estetik yanımızla hareket etmiyoruz. Ahlâki değerlere düşman olduğu söylenen Nietzhe’nin bile, bir at arabacısına atlara zulmettiği gerekçesiyle müdahale ettiği anlatılır. Müslüman bir insanın camiye bakışıyla, kilise mimarisine bakışında mutlaka farklı boyutlar bulunacaktır. “Yırtık pabuçlar” tablosuna bakarken salt güzel çizimi, renk uyumuna değil; bunların yanısıra yoksulluk ve sefalet gibi olumsuzluklara vicdani yanımızı katarak bakarız. Böylelikle sanat eseri, bizde bulunan değer duygusu ile belli bir anlam kazanır” (7).
Materyalizm ve sanat
“Dini gerçek yoksa, sanat gerçeği de yoktur” diyor Ali İzzetbegoviç. Çünkü dinin tabiatı aşan bir yönü vardır. İnsan çift boyutlu bir varlıktır. Fiziksel ve ruhsal boyutu vardır insanın. Dolayısıyla insan da tabiatı aşan bir yapıya sahiptir. İnsanın olmadığı yerde sanat da olamaz. Başka bir deyişle insanın çift boyutlu yapısı gözardı edilerek değerlendirilmesi, insanın gerektiği biçimde değerlendirilmemesi demektir. Tabiatı aşmayan sanat düşünülemez. İnsanı manevi boyutundan soyutlamak nasıl mümkün değilse, sanatı da bu boyuttan ayrı düşünmek mümkün değildir. Çünkü sanat, insanın maddenin ötesinde olan yanından ortaya çıkmaktadır. Madde dünyasında ise ne iyi ne kötü, ne güzel ne çirkin, ne kutsal ne de iğrenç bulunmaktadır. Bütün bu kavramlar insanla anlam kazanan kavramlardır. Yani madde insana göre iyi ve kötüdür. Madde aleminde nitelik yoktur. Oysa sanat niteliğin ve şahsiyetin peşindedir. İnsanı sadece madde olarak algılamak sanatın değil bilimin işidir. Materyalizm insanı hep tek boyutlu ele alma yanılgısı içerisinde olmuştur. Materyalizmin tanımladığı insan “beşer”dir ancak. Yani insanın sadece fiziki yönünü ele alır materyalizm. Dolayısıyla insanın kemalini inkar eder ve hayvandan aşağı bir konuma indirir insanı. Materyalizm tabiatı aşamaz. Materyalizm insanı gerektiği gibi değerlendiremediği için sanatı da ortadan kaldıracaktır. Çünkü maddenin esas alındığı ortam niceliklerin esas alındığı ortamdır. Sanat ise nicelikle değil nitelikle ilgilenir. Madde sanatta şahsiyet bulur şahsiyet kazanır. Ki bugün materyalist düşüncenin ağırlığını hissettirdiği yerlerde sanat yokoluşa durmuştur. Absürd (saçmalık) edebiyatı/sanatı gelişmiş, bunalım edebiyatı doğmuştur. Bu anlayışların doğması aslında bir ölçüde materyalizme bir tepkinin ifadesidir. Değilse materyalizm doğurmamıştır bu sanatları. Bunların doğuşu insanın insanlığını yitirişini, geçmişten devraldığı melekelerle hatırlaması ve buna karşı durmaya çalışmasıdır. Dine ve kutsala inanmadığını söyleyen bir sanatçı bile kendisini dinin ve geleneğin etkisinden kurtaramamaktadır. İnsan varolmak istemekte, buna karşın materyalizm insanı sıradan bir eşya gibi algılamaktadır.
Ama insan kaybettiğini arayacaktır. Kendini arayacaktır. Yani daha önce de belirttiğim gibi ne kadar inkar edilse de insan fıtratından kopamamakta, ortaya koyduğu eserde mutlaka fıtri arayışlar söz konusu olmaktadır. Bu anlamda materyalist temelde geliştirilmeye çalışılan sanat anlayışları insan gerçeği karşısında anlamını yitirmekte, çelişkilerden ve açmazlardan kurtulamamaktadır.
Bu anlayışlar insanı sanattan kopararak insan olma imkanlarından en önemlisi olan sanatı da tahrip etmektedir. Sanata sanat adına vurulan darbe aslında insana vurulan darbedir. Ve “dini gerçek yoksa sanat gerçeği de yoktur”.
…………….
1. İnsan sosyal ve teknolojik alanda gelişmiştir. Ancak değerler alanında bir gelişmeden ve ilerlemeden söz edemeyiz. Değerler evrensel, zamanlarüstü, genelgeçerdirler. Bu noktada tabiat yasalarına benzetilebilirler. Örneğin; suyun kaldırma kuvveti yüzyıllarca değişmemiş ancak insanoğlu bundan yararlanarak sal, gemi vapur yapmış teknolojisini bu genelgeçer yasaya dayanarak geliştirmiştir.
2. Bir dönem çöpten toplanılan eşyalarla kimi heykeller, şemalar vesaireler yapılarak bu konuda sanat icra edildiği varsayılmıştır.
3. İlkçağ filozofları nezdinde etik ve estetik değerler çoğu zaman bir ve aynı kabul ediliyordu. Yani iyi dendiği zaman güzel, kötü dendiği zaman çirkin anlaşılabiliyordu. Aynca sanat ile zanaat arasında fark görülmüyordu kimi kere. Etik ve estetik değerleri bu şekilde ele almak elbette önemli bir sorunun çözülmesinde kimi çıkış yolları göstermektedir.
4. Bu çift yönlü bir konudur. Birinci boyutta insan fıtri yozlaşma ve ruhsal rahatsızlıklar sebebiyle değer duygularını yitirebilir. Öbür boyutta subjektif bir rölativite söz konusudur. Bir sokak köpeğinin bende uyandırdığı etki ile, sevgilisinin mahallesinden geldiğini bilen aşıkta uyandırdığı etki farklı olacaktır.
5. Kimileri ahlakın ayrı sanatın ayrı normları olduğunu kabul ederken kimileri hiç bir norm kabul etmemektedirler ki, her iki yaklaşım da kendi içerisinde çelişkiler yüklüdür. Yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi.
6. Çünkü “tuvaletleri nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak” tabelalarına sahibiz çok şükür. BU tabelalar insanda temel olarak iyiyi isteme eğiliminin olduğunu açığa vurmaktadır.
7. Aşiyan 2 / Sanat ve hayat adlı yazıdan