Aşkın ve Âşıkların Halleri

Günlerin aynasından gelip geçen ve durmadan değişen hallerin resmigeçidini seyrederken geçmeyen bir halin nakışlarına düştü gönlüm. Varlık sarayın yerle yeksan eden zelzeleler arasından geçerek aşkın güzelliklerle dolu iklimine uğradım. Kitaplarda yazmayan bir dünyanın etrafında henüz ışığı dünyaya düşmemiş yıldızların yanışını seyrettim. Gölgelerin asıl olana kavuştuğu yerde tüm perdeler bir bir açıldı. Suretler içinde bir suretin yanışını seyrederken kâinat bir doğum sancısı ile birdenbire sarsıldı.

Göklerin ve yerlerin birleştiği yerde bir çölün bağrında bembeyaz bir bulut kapladı ortalığı. Milyonlarca beyaz esvaplı kadın ve erkek bu bulutun altına toplanıp ellerini bir yağmur duası için açtılar. Dillerinde sonsuzluğu çağıran ilahilerle dağlar taşlar “la ilahe illallah” sedası ile inlemeye başladı. Bulutlar birer pamuk gibi toplanıp yağmaya hazırlanıyorlardı. Biraz sonra beklenen yağmur yağmaya başladı. Mavi siyah ve kırmızı dağların kalbine doğru yavaş yavaş süzüldü. Evet, bu yağan aşktı ve dertli sinelere bir müjdeci olarak gelmişti.

Susuzluktan yanmış toprak aşk yağmurlarında ıslandığında kalbinden ebedi bir sevincin çiçekleri neşvü neva buldu. Seraplar gören çöl gezginleri asıl olan suya kavuştu. Can kuşu kafesini kırdı. Aşk atı sonsuzluk sahrasında şaha kalktı. Yokluk kelamı varlığın sedasıyla doldu.

Dünya bir Mevlevi dervişi gibi dönerek cezbeye durdu. Aşkın girdiği meclislerde hırs öfke ve nefret kaçacak yer aradılar. Aşkın olduğu yerde iklimler hep baharı gösterdi. Aşk dermansız dertlere bir ilaç yaralara merhem oldu. Kendini kaybedenler kendini arayanlar kendinden kaçanlar hep aşkta buluştular. Aşk etin ve kemiğin kabuğunu kırarak insanı asıl olan menzile, semavi ülkelerin kalbine eriştirdi.

Bu noktada aşkın ve âşıkların hallerini yazma iştiyakı içine girerek bizde kaleme sarıldık ve yazmaya başladık. Bir andırış bir remzle de olsa aşkın mahallesine adım atıp onun güzel rahiyasını içimize çekmek istedik. Aşkı kelimelerle anlatmanın mümkün olmadığını bilerek sadece bir hissedişi bir andırışı yakalamaya çalıştık. Bize kelimeleri öğreten bize kalemi verenin müsaade ettiği kadar aciz kalbimizden dökülen şu sözleri yazdık.

Âşık olmak Allah’ın kullarına bir lütfü ilahisidir. Her insan aşkın derinlikli atmosferini kalbinde ve ruhunda hissedip yaşayamaz. Aşkın kendine özgü bir hali bir tavrı vardır.

Gönül mülkünde bir sultan gibi ağırlanan aşk geldiği zaman her kapı ona açılır. Aşkın ilk geliş hali sütten çıkmış ak kaşık gibi saftır. Daha sonra konulduğu kabın şeklini ve rengini almakta gecikmez. Bunun için ehl-i dünyanın sinesinde şehvetle, ehl-i ukbanın sinesinde izzetle doludur. Aşk ehli cismani arzuların tuzağına bir kuşun avcının tuzağına düşmesi gibi düşmekten kurtulmuştur. Aşk ehli kayıplarını kazanç saymış azlarını ise çok bilmiştir.

Aşk hudutları belli olmayan büyük bir ülkedir. Bu ülkenin başkenti gönül denilen şehirdir. Burada sabah akşam münadiler çıkarak canını canan uğruna feda edecek kim var diye nida ederler. Bu ülkenin sokakları hep Leyla’ya doğru çıkar. Bu ülkede insanların ismi ya Leyla’dır ya da Mecnun. Aşk ülkesinde kuşlar aşkla kanat çırpar saatlerin akrebi ve yelkovanı aşk ile döner.Takvimler aşkın günlerine ayarlanmıştır. Kervanlar vardıkları her menzilde aşkın ve âşıkların izlerini bulurlar.

Aşkın sadece adını bilip kendisine vasıl olamayan ruhlar ise taklitten asıla eremedikleri için içtikleri zehri bal sanmaya devam ederler. Kutunun içindeki mücevherden çok kutunun kendisine aldanan suret âşıkları aşkın hakikatine erişemeden bu varlık sahrasından kaybolur giderler. Maddi kaygıların bin bir zincirle bağladığı sineler kendi ağırlığı altında ezilirken hüznün alevden ırmaklarında yıkanan âşıklar hafiflemiş gövdeleri ile zaman ve mekân engellerini kolayca geçerler. Artık bütün Leyla’lar yerini Mevla’ya bırakmıştır.

Aşkın kıldan ince kılıçtan keskin köprüsünden bir yıldırım hızı ile geçen âşıklar dönüp ne cehenneme ne de cennete bakarlar. Onlar için kavuşma ve ayrılık kelimeleri anlamsız kelimelerdir. Çünkü her âşık, her lahza kendisine şah damarından daha yakın olduğunu bildiği bir yârin kendisine uzak düşmeyeceğini çokiyi bilmektedirler. O şiddeti zuhurundan gaip olan var ediciyi her an zikredip anmaktadır. Artık onun konuşması ibadet susması ibadet olmuştur. Nereye bakarsa baksın orada Hakkın bir nakşını ve Hakkın bir izini görmektedir.

Âşıklar tertemiz pak insanlardır. Hiçbir kir onların ne semtine ne yöresine uğrayamaz. Masivanın kirlerinden arınmış kalplerini sadece Hakka açmışlardır. Onlar yaratılmış olan her şeyi sırf yaratıcından dolayı baş üstünde tutarlar. Varlıklarını borçlu oldukları var ediciye kulluk yaparken korkudan daha çok ümidin hırkasına bürünürler. Gözlerinde iki dünyayı da aşan bir bulutla kurumuş çöllere yağmur olup yağarlar. Onların her gülümsemesi bir gökkuşağı gibi doğar gökyüzünde. Onlar saadet burcunun göklerinden doğan birer murat yıldızıdırlar. Gözlerinde Asr-ı Saadetten gelen bir nazarın izi vardır. Onlar baktıkları zaman iki cihan serverinin sürmeli gözlerini andıran bir bakışla bakarlar.

Aşk aslında büyük bir tufandır. Bu tufanda gönül denilen nice gemi gark olup batmıştır. Aşkın tufanına yakalanan ve de yüzme bilmeyen insanların delirip aklını yitirdiklerini görebiliriz.

Aşkın dalgaları göğe yükseldikçe kalp gemileri sevgiliye daha çok yaklaşmanın heyecanına kapılır. Her dalgada sevinç yükselen tekbir seslerine karışarak çoğalmaya devam eder. Artık denizde gemide bir olmuş tek bir noktada birleşerek her türlü maddi kaygıdan kurtulmuştur.

Aşk uçsuz bucaksız okyanuslarda yolunu kaybetmiş gemilere kurtuluş noktasını gösteren bir deniz feneri gibidir. Karanlık ve fırtınalı bir gecede dalgalarla boğuşan gemiler aşkın fenerine doğru yol aldıklarında karşılarında yıldızlarla dolu süt liman bir deniz bulacaklardır. Bu deniz gülistanlardan gelip kalplere ferahlık veren gül kokuları ile doludur. Bu denizde artık ne bir ölüm ne bir zulüm vardır.

Aşk simsiyah bir taşın etrafında halkalanan kalplerin sonsuzluk seferine çıkarken heybelerine koydukları en güzel azıktır. Bu öyle bir azıktır ki kaç kişi yerse yesin eksilmez ve her daim tazedir. Aşkın taamı ile beslenen ruhlar daha gürbüz daha sağlıklı ve daha güzeldir. Bu ruhlar kıyamet günü mahşer meydanına geldikleri zaman aşk bunların elinden tutacak ve mizanda defteri sağ tarafından verilenler arasına sokacaktır. Kevser şarabından içerken ellerinde en güzel nakışlarla işlenmiş billur kadehleri tutacaklardır.

Aşkın ve âşıkların hallerini yazıp tüketmek mümkün değildir. Bu öyle bir vadidir ki burada koşup da çatlamayacak at yoktur. Aşkı yazıp da çatlamayan kalem ağlamayan mürekkep bulunamaz.

Aşk kâğıdın üstünde kanatları kırılmış bir kuş gibi duracak bir nesne değildir. Aşkın kaybolmuş izlerini ariflerin gönlünden, âlimlerin kalbinden çıkarıp zahitlerin secdesiyle buluşturduğumuzda açığa çıkartabiliriz.

Aşkın bin bir renkle süslenmiş halısında her desen ayrı bir güzelliği çağrıştırmaktadır. Her ilmekte bir gönül sultanının ruhundan doğan ırmakların neşesi vardır. Âşıklar ülkesinde her talip kalbini bu ırmaklarda yıkayıp tertemiz eder.

Artık bu bahçede açanda kokanda tutuşanda hep gül olmuştur. Atını alevden denizlere süren âşıklar hiç korkmadan ve yanmadan ateş denizlerini aşıp yâre kavuşmuşlardır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Dert İnsanı Söyletir” / Şeref Akbaba
Yakartop / Nurullah Genç
Edebiyattan Ne Anlıyoruz / Mustafa Özçelik
Duruş / Recep Garip
Sen Söyle Derim / Muhsin İlyas Subaşı
Tümünü Göster