Portre, deneme, değini, öykümsü metinler, en çok da şiir… Her zaman bir koşturmaca bir yoğunluk içindesiniz aynı zamanda. Nedir bu bereket? Nasıl yetişiyorsunuz?
Nazikçe “Çok yazıyorsunuz” diyorsunuz yani.
O da var sorunun içinde.
İzah etmeye çalışayım: Bu yazıdan ne umduğunuzla, ne beklediğinizle, yazının neye değdiğiyle alakalı bir şey. İnsan kimlik bağlamında eylemlerinden müteşekkil biraz da… Yazarak var oluyorsunuz. Yazar değil de, saat tamircisi olsaydınız da durum çok farklı olmayacaktı. Ben bir saat tamir ettim, ya da on saat tamir ettim, yeter, bundan sonra saat tamir etmeyeceğim diyemezsiniz. Bu işin “meslek” tarafı…
Yazdığınız ölçüde yazarsınız. Bir zaman yazmıştım, daha önce bir şeyler yazmıştım demek, ya da bir gün gelsin bak neler yazacağım vaadi yazar kılmıyor sizi. Bir şeyler yazmış kişi oluyorsunuz o zaman, ya da bir zamanlar yazacak kişi, ya da yazmayı vaat eden kişi. Bu açıdan bakınca eylemin sürekliliği esas… Yoksa kırılır kalırsınız, körelir kalırsınız, o anda yazar olmazsınız.
İyi, olmazsanız da bir sorun yok, başka bir kimlik inşa edersiniz kendinize. Bizden çok daha donanımlı, çok daha yetenekli arkadaşların yanılsamaları yahut tembellikleri yüzünden parlayıp söndüklerini görüyoruz.
Biraz açar mısınız söylediklerinizi?
Yeterince açık oldu, ama şöyle: Diyelim çok yeteneklisiniz, yeni bir sesiniz var, klişeye düşmeden, kendine ait bir üslup kuracak bir yeteneğiniz var. Şiirinizin bir dergide yayınlanması size yetiyor. Olmadı kitabınızın çıkması size yetiyor. Şiir dinletilerine çağrılmanız, şair diye anılmanız, antolojilere şiirinizin girmesi size yetiyor.
Birkaç metninizin yabancı dile çevrilmesi, ne bileyim internette dolaşması, bir okuyucu kitlesinin oluşması size yetiyor. Bu cümlelerin her birinde şayet ben yettim, ben oldum diyorsanız, kilitleniyorsunuz. Bu tuzağa düşmemeniz için elinizin erdiğince, gücünüzün yettiğince çalışmanız gerekiyor.
Bu bir zorunluluk değil belki, ancak yetmediğini düşündüğünüz ölçüde şair/ yazar oluyorsunuz. Bütün yazdıklarım yazacaklarımın bir eskizi, bir provası dediğiniz, böyle gördüğünüz, buna inandığınız ölçüde kendinizi taze tutuyorsunuz.
Bu böyledir mi diyorsunuz, bu böyle olmalıdır mı diyorsunuz?
Anladım. Sahicilik bağlamında bu böyle olmalıdır diye düşünüyorum. Sonuçta ne kadar dışarıda bıraksak da kendimizi anlatıyoruz. Yoksa her yazma eylemi, her okuma eylemi ne kadar birbirine benzerse benzesin biricik. Taklit etseniz de biricik.
Peki, nasıl yetişiyorsunuz? Nasıl vakit buluyorsunuz?
Çeyrek yüzyıldır kendime ait bir odam var. Dünya o odamın dışında. Yahut dünya o odamın içinde. Gün ne kadar yoğun geçerse geçsin, o odadan dünyayı dışarı çıkarmazsam yahut dünyayı o odaya getirmezsem o günü yaşamamış gibi gördüğüm için düzenli okuyup yazıyorum, çalışıyorum. Başka yazarlar nasıl bilmem ama bende böyle…
Heyecanınızı kaybetmemeniz güzel…
Tam heyecan mı, bunu da bilmiyorum. Dünya ölümlü dünya, Torosların yüksek kayalarına yazılsa da yazdıklarınız, ölüm var. Yazar heyecanı dediğimiz şey de bir avuntu işte. Bir oyunun avuntusu… Tek sahici heyecan “doğum”… Yeryüzüne bir insanın geliyor olması, bir çocuğun doğuyor olması heyecan veriyor sadece bana.
O zaman niye yazıyorsunuz?
Tek kelimeyle arınmak ve avunmak için.
Şiir yazan, şiiri seven, okuyan gençlere tavsiyeleriniz neler?
Şiiri seviyorsa, okuyorsa, tavsiyeye ihtiyaçları yok da, yine de niçin sevdiklerini, niçin okuduklarını kendilerine sorduklarında, sahiden sorduklarında, birkaç yol görünüyorsa kendilerine, o yollardan en renkli, en hayret uyandırıcı olanında yürüsünler, devam etsinler, o yolda yürümek, yolda olmak güzel kılar insanı… İnceltir, hassaslaştırır. Hepsi bu.
Teşekkür ederiz.