Halep de Gitti Arşın da…

Halep şehri ağlamakta, yollarından, caddelerinden kanlar değil, insanlar dökülmekte. Asırlarca medeniyetlere kucak açmış bir şehir şimdilerde modern bir medeniyetsizliğin, teknolojik bir katliamın kucağında kıvranmakta! Özgürlükleri kendilerine hak görüp Müslümanlara hak görmeyen çifte standartlı insanların saldırılarıyla sallanmakta. Halep şehri yorgun, hiç sarsılmadığı kadar sarsılmakta. Acılara boğulmuş insanlar, şehrin sokaklarından oluk oluk akmakta. Her Halepli sadece bombalardan uzak bir nefes alabilmek için hayal kurmakta. İnsanların gözlerinden korkular yayılıyor, çocukların yüzleri bir çaresizlik tablosunun karelerini yansıtıyor, kimse nereye doğru yürüdüğünü bilmeden bir ümide doğru istikamet almış halde yürümeye devam ediyor. Nasıl da tarifi olmayan bir acı, nasıl da tarifi olmayan bir yangın!

Sadece insan olanların yüreğini acıtan bir yangın etrafı kavuruyor. İşin aktörleri, politika yönetmenleri sahnedeki dehşetli görüntüden gayet memnun gözüküyorlar. Hatta zamanı gelince bu kareleri vizyona nasıl taşıyacaklarının, ne kadar kazanacaklarının hesabını bugünden yapıyorlar.

Birkaç gün sonra yaşanan acıları anlatan fotoğrafları servis ettiklerinde bütün dünya başlarına yıkılmışçasına, bütün dünya bu acıya ağlıyormuşçasına resim verecekler. Daha dün bombalardan canını kurtarmak için kaçan bir ailenin yavrusu denizde boğulup, o minik cesedi karaya vurduğu için nasıl da herkes üzülmüştü!!! Hani çok kötü bir insanlık dramıydı, insanlığın ayıbıydı! Dünyevileşmiş, sekülerleşmiş, merhameti kaybetmiş insanlar için her acı bir kapital getiri olmuş. Üzüntüleri, acıları teknolojik bir boyut haine getirenler şimdi teknolojik savaşın kahramanlığına soyunmuş durumdalar. Dünyevilik gözlüğüyle Halep’e bakanlar acıyı, üzüntüyü, feryadı, insanlığın can çekişmesini komedi gibi görüp seyrediyorlar.

Halbuki kimse görmese de kimse duymasa da kimse üzülmese de ağlayan bir şehir var… Bu şehir sadece kan ağlamıyor, insan ağlıyor, insan olmayanlara ağlıyor, çaresizlere ağlıyor, dünyada “insanım” diyenlerin haline ağlıyor.

Halep şehri, artık dünyanın dönmesini, Güneş’in aydınlığını, göklerin mavisini, yağmurların şehre dokunuşunu, ağaçların rüzgarlarla birlikte icra ettiği senfoniyi, bulutların pamuk pamuk seslenişini, meyvelerin renk cümbüşünü, çocukların cıvıl cıvıl coşkusunu hatıralarına mahkûm ediyor.

Sanki milyonlarca güzelliği hiç yaşamamış bir şehir gibi küskün küskün yaşanan acıları seyrediyor.

Bir şehir düşünün; yollarından, caddelerinden kanlar akan, bölük bölük insanlar dökülen ama hiçbir şehirden yardım eli gelmeyen, gelemeyen. Sanki bütün şehirler susmuş, bu yangını söndürememenin acısıyla başlarını yere eğmiş durumdalar.

Halep şehrinin gözünde ülkeler suskun, şehirler sessiz, meydanlar sedasız, dünya insansız bir hale bürünmüş gibi bir resim çiziyor. Çaresiz şehir çaresizliğine ağlamıyor, şehrin çocuklarının feryadına isyan etmiyor, kendi coğrafyasındaki insanın tükenmişliğine üzülmüyor. İnsanlık adına yapılan insafsızlıklara, zulümlere, hainliklere üzülüyor, tepki gösteriyor. Gerçi tepki göstermeye bile hali kalmamış virane olmuş bir şehir.

İnsanların bir kısmının zalim olması, bir kısmının zalime destek vermesi, diğer bir kısmın ise zulme seyirci kalması Halep’teki mazlumların ahlarını Kâinata dua dua taşıyor.

Artık “Halep ordaysa arşın burada” diyemeyeceğiz. Halep gitmesin, arşınlar da gitmesin. Halep şehri yokluğa mahkûm edildiyse arşınlar da onunla beraber yokluğa mahkûm edilmiş demektir.

Bir şehir kan ağlıyorsa, bir şehir gözyaşı olarak insan döküyorsa bizlerin de damarlarından kan gibi akan insan acıları var demektir. Dünyanın bir bölümü tokluktan uyuyamazken Halep’te açlıktan uyuyamayanların feryatları duyulmuyorsa bizim kalplerimiz aç bırakılmış, gönüllerimiz merhamete aç kalmış demektir.

Rabbimizin vaadi üzere bir gün Halep’te yaşanan zulüm elbette bitecektir. Belki ebabillerle, belki Bedir’deki melek ordusuyla, belki minik yavruların kalplerindeki ümit dualarıyla, belki de Müslümanların gönül ellerinin birbirine kenetlenmesiyle…

Duhan Suresinin son ayetlerinde Mevlamız “Bekleyin” diyerek muhakkak hakikatin tecelli edeceği vurgusuyla Halep şehrine, o şehrin insanlarına ve elini kardeşine uzatamayan bizlere teselli veriyor. “Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.

Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir.) İşte büyük kurtuluş budur. Biz Kur’an’ı senin dilinle indirip kolaylaştırdık. Umulur ki onlar öğüt alırlar. Artık sen onların başlarına gelecekleri bekle: Çünkü onlar da bekleyip durmaktadırlar.”

(Duhan Suresi/56-59) Halep şehri bütün ümitsizlikler içinde ümitle bekliyor, beklemeye de devam edecek.

Ta ki Rabbimizin “Bekleyin!” emri tahakkuk edene kadar…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Metin İstihkâm / Ay Vakti
Halep’in Kanı / Semra Saraç
Halep’ten Harput’a Bir Kutu Baklavanın... / Metin Önal Mengüşoğlu
Halepçe’den Halep’e / Nurettin Durman
Kırlangıç Kanatlarındaki Yavru Denize Zeyl / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster