Söylenen, uygulamada olan, peşine takınılan, idealize edilen birçok fikir ve eylemin; kendi hakikatimizle örtüştüğü, dilimizi ve halimizi ifade ettiği için, içinde bulunmuş ve bulunmaya devam ediyoruzdur. Zaten, bizimle örtüşmese peşine takılmaz, uğrunda zamanımızı ve imkânlarımızı da kullanmayız. Yaşadığımız çağın ve içinde bulunduğumuz zaman diliminin, gerek dünya siyaseti, gerekse yerel hadiseler muvacehesinde, düşünce hayatımızda ve eylem kanalımızda oluşturduğu istikameti, bu minval üzere bir davranışı, inanılan değerler şekillendirmektedir.
Asl olan bu değerlerimizin hakikat olmasıdır. Hakikatin kendi.
Ve bize düşen de, yıpratılan, değişkenliğe zorlanan hakikat bilicinin korunmasıdır.
Ruh dünyasının subliminal mesajların etkileyemeyeceği bir korumaya tabi tutulmasıdır.
Omurganın sağlığının muhafazasıdır.
Temenni ve eylemi birbirinden ayırarak şunu ifade etmeliyiz ki, kendi bakış açısı, anlayışı ve fikri sabitiyle, her bir fert ve topluluk kendi hakikatini bu doğrultuda muhafaza etmenin ve eyleme dönüştürmenin gayreti içinde olduğuna inanır. Müslüman’ca düşünmek, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde hareket etmek her bir müminin şiarıdır.
Unutulmaması gereken nedir?
Ekseni kaydırmamak.
Kitle iletişim araçları sayesinde zihinlerde açılan gediklerden ruh dünyasına sızanlar, doğru düşünme, doğru karar verme melekelerini zedelediği gibi, oluşan gündelik seyyal hakikate göre bir bakış açısı oluşturmakta ve asıl hakikati de devre dışı bırakmaktadır. Daha çok Hz. Ömer’e nispet edilen, şu sözü yaşar mı olduk: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.’’ Neredeyse içimizden (Yanlış duymadınız, içimizden diyorum. Çünkü hakikat ve inanç kaygısı taşımayanlar bahsimin dışında) birçok kişi, hakikat bahsinde yerini bulamadığı, fakat kendi görüşünce de pek de olumsuz olmayan ve göze -kendi gözüne- batmayan şeklini ve anlayışını yaşaya yaşaya sanki de olumlamış (Evet, olumlamıştır. Kendine kendince cevaplar bularak, arzusuna göre konuşanın yanında durarak vs. ile yapmıştır.), ve sonra inanmış vicdanı rahatsız ola ola yürüdüğü bu yola. Yalnız mı kalsın? Vicdanının, kalbinin, aklının tam rahat etmesi için olumladığını, hakikat diye lanse edecek birilerine. Durun! Bari bunu yapmayın! Tanınmasını, yayılmasını sağlamayın. Tutarsızlıklarınızı, olumsuzluklarınızı kendinize saklayın. Essebebü kelfail (sebep olan yapan gibidir) sırrınca bir de başkalarının vebalini yüklenmeyin. Bu vahim duruma hiç düşmemek içinse, asla hakikati devre dışı bırakmayın. Unutmayın ki;
Tek olan hakikati (hakikatimizi) çoğaltmak böler bizi.
Onun için ruh dünyasını bu saldırılardan korumak, omurgayı muhafaza etmek lazım.
Benlikten kurtulmak, bağnazlıktan kaynaklanan ayrık otlarını temizlemek, sadeliğin sağlayacağı imkânla, zedelenen zihni sürecin tedavisi cihetine gitmek lazım.
Kim hakikatten haliyim der? Demez.
Parçalamayı ve bölmeyi Müslüman coğrafyanın yok oluşu için elzem görenlere karşı, Müslümanların birliği ve dirliği için ben değil, biz demenin teoriden öteye geçmesi gerektiğine inanan kim varsa, ulusal ve uluslararası mihrakların zihni işgallerine karşı mücadele etmelidir öncelikle.
Başkasını mı arıyorsunuz?
Başkasını aramayın. Teoriden öteye geçirecek olan bizleriz.
“Müslümanların birliği ve dirliği için’’ biz varız, diyebilmeli herkes.
Ben’i biz yapabilmeli.
Sanal kültürün ayrıştıran, zanna bulaştıran, doğru- yanlış muhasebesi yapmadan karar verdiren tuzaklarına da düşmeden.