Of Ya! Pervane

Okuyorsunuz:

“OF, YA!”

Hepsi bu kadar mı? Evet, bu kadar.

Kimden gelmiş (Yalnız siz biliyorsunuz. Ben [yazar] dâhil, hiç kimse bilmiyor.)? Çok uzun zamandır beklediğiniz birinden gelmiş. Çok, çok uzun zamandır, neredeyse ümidinizin tükendiği, sabrınızın taştığı bir zamanda (yani sizin de, “of ya, hele şükür gelebilmiş”diyeceğiniz bir zamanda) gelmiş. Ve tek kelime etmesini hasretle beklediğiniz birinden.

Artık “Gelen neydi?” sorusunun ne önemi var. Gelen önemli değil, önemli olan gelmiş olması. Sadece ve sadece gelmiş olması. Ondan gelsin, “ne gelirse gelsin yeter ki ondan gelmiş olsun” diyeceğiniz bir haldeyken geldiğinden, gelenin ne olduğunu gözünüz görmüyor henüz. Ne değerli bir şey, ne bir iltifat, ne güzel bir haber, ne de alışılmış hal-hatır nevinden sıradan sözler. Bunları bırakın (neresinden koparılmışsa sözün?) ne demek istediği bile anlaşılmıyor. Bu kadar mı cimrilik edilir bir sözde? Ne yapacaksınız, etmiş işte.

Önce, ne yazdığı hiç önemli olmadan heyecan içinde büyük bir mutlulukla okuyorsunuz: “OFF, YA!” bir- iki kez, birkaç kez tekrar ediyorsunuz, işiniz var -hiç zamanı da değil ya işin-, birileri geliyor, mecburen katlıyorsunuz. Katlarken Paul Celan’ın bir dizesi geçiyor aklınızdan: “Yürek katı üstüne yürek katı / yapraklanır/’Cebinize koyup kalkıyorsunuz. Gün boyu da dönemeyeceksiniz ona, biliyorsunuz. Ama katlayıp kalkmakla bitirdiniz mi onu? Hayır.

Artık sık sık aklınızdan geçirirsiniz her yerde, her işi yaparken, başkasıyla gülüp konuşurken bile. Kendi halinde bir sestir ama, yavaş yavaş sesinize karışır, kendi halinde bir sözdür sözünüze karışır, kendi halinde bir yüzdür yüzünüze karışır ve hepsini hareler durur. Bir başka mısınız, bir başka mı oldunuz? Kim demiş? Kimse demiyor zaten. Öyle azdı ki (Ve yine öyle çoktu ki bütün gününüzü, ömrünüzü doldurabilirdi.) bu söz, diğer işlerinize ve sözlerinize engel olmazdı, fazla bir karışıklık da çıkarmazdı. Yalnız dikkat isteyen işlere dikkatinizi veremezdiniz, çünkü dikkatiniz sadece ona yönelikti. Her yere süzülür, her şeyin ötesinden bakar, önüne geçebilirdi. Ara sıra görür, gülüm­serdiniz, bazen en olmadık yerde gördüğünüz için usulca başınızı sallardınız “geri çekil, kaybol, kimsecikler görmesin, şimdi zamanı değil!” der gibi. Bazen de göremez, hissederdiniz ne olduğu­nu hatırlamaya çalışarak, bir an, belli belirsiz veya tam aksi, taşkın bir sevinç veya hüzün halinde aklınızdan/içinizden geçen şeye dönüşüverirdi.

Var olan, köpük gibi… ve yine köpük gibi tam anlamlandıramadığınızdan an an kayboluşların­da hemen hatırlamaya çalıştığınız, yakalayamadığınız-kavrayamadığınız şeyin heyecanı… Su… Ellerinizde tutamadığınız su, yoluna duramadığınız ve yolunu kesemediğiniz su, sızmasına engel olamadığınız, ihtiyacınız olan -sonrası için- avucunuzda saklayamadığınız su. Bir an yitirecek gibi olduğunuzda varlığını, ivedilikle hatırlamaya çalışırdınız o vakit, “neydi o?” Herkesten saklı, yalnız sizin bildiğiniz ve her görür gibi olduğunuzda kalbinizin hızla çarpmasına, yüzünüzün gülümse­mesine zorla engel olduğunuz -belki de olamadığınız- bir sevinç duyduran o şey neydi? Bu arada kimsenin bilmemesi, siz de sır oluşu da heyecanınızı katlarken ayrıcalık da katıyor size.

Yalnız size alt bir dünyanızın olduğunu, o dünyanın mahremiyetine girdiğinizi ve kendinizin özel­liğini, öznelliğini daha iyi duyuyorsunuz. (Bundan sonra bu dünyayla başınız derde girebilir. Aman dikkat!) Başkalarının yanında susturup, örtüp, sakladığınız şeyle tenhada ilk kalışınızla, tekrar tekrar kaseti başa sarıp sürekli anımsamak istiyorsunuz onu.

İyi ama sizi bu kadar heyecanlandıran olup-olmadık yerde başını çıkartan, bastırılan bir heyecan ve gizli sevince dönüşen bu şey, evet bu şeyin kendisi zaten kapalı, eksik… ve açıklanması- tamam­lanması gereken bir söz değil mi? Elinizde, aklınızda, kalbinizde sadece bir “Of ya!” var. Başka? Başka bir şey yok. Bu söz, her şey diyebildiği gibi bir tek şey de diyor olabilir, (hiçbir şey demediğini düşünmüyorsunuz ama, muhakkak diyor) Öyle ki, pek çok sözün başında, ortasında, sonunda gelebilir. Gelebilir ya her yerde.

Şimdi siz, ‘of ya’ dediniz, ne diyor şu “Of ya” diye? Size ne çok ihtimal kapısı araladı. Birden sevinciniz cam gibi çizildi. Neden mi? Ya da birden mutluluğunuz çığ gibi büyüdü. Neden mi? Neden o değil, sizsiniz. Çünkü “Of ya”‘yı, açıp açıp okuyan sizsiniz. Eğer gönderen hakkındaki düşünceleriniz bir ara hazana uğramış, soğuk bir rüzgâr esmişse böyle bir olumsuzluğa kayabilir; yok eğer bahar yeşili hâkim, çiçekler başlarını uzatmış, kuşlar ve kelebekler uçuşuyor, gök gülüm- süyorsa daha iyi izahlar getirip daha güzel yorumlayacağınızdan sevinciniz, coşkunuz katlanabilir. Yani sizi çökkünlüğe de uğratabilir veya kanatlandırabilir de. Zaman zaman bir birine, bir diğerine uğratarak İki hali de yaşatabilir. Çünkü sözün ne dediği açık değil. Okuyan, en yakın geçmişin panoramasına bakarak ve hayal dünyasının da yardımıyla bu sözün öncesini ve sonrasını tamamla­yacaktır. Öyle ya, okuyan siz olduğunuzdan tamamlamak size düşüyor. O dili çözmek size düşüyor. Tamamlamak ve çözmek kolay mı, değil. Bir sevince, bir hüzne uğrayarak düşün dur.

Size, of ya dedirten bu “OF YA!” hiç gelmese miydi?

Bu kadar da kötü bakmayın ona, bu kadar da Istemezlik (zaten de yapamazsınız ya) yapmayın. Gününüzü, gerçeğin(izin) ulaşamayacağı bir hayal kayığı içinde, hayalinizin açıklarında yüzdür­medi mi? Herkesin içinde, başını oradan buradan çıkartıp sizi heyecanlandırdığında yaptı bunu.

Aklınızdan geçerken birden dudaklarınızda sese dönüşüp (bazen insan, içinden sayıkladıklarını sesli sayıklar olunca, yanındakiler şaşkın şakın bakarlar ya ona… o da, ne oluyor gibisinden, şaş­kınlıkla bakar ve sonra fark edip bir gayretle sözünü çeviriverir) sözünüzü değiştirmek zorunda bıraktığında yaptı. Kalabalıkla oynarken sizi gülümsetip, yalnızlığınızı aratıp özlettiğinde, tenhaya ilk fırsatta çekivermek istediğinde ve çekiverdiğinde yaptı.

Tenhada yalnızlık duymadınız, niye mi, -neye kavuştuğunuzu bilmeseniz de- ayrılığı yitirttiğinde yaptı. Evet evet, tam bir pervaneydi etrafınızda. Yalnız bunun için bile onu, hüsnü kabulle karşı­layabilirsiniz.

Yine de arayacak mısınız “Of ya’ ne diyor olabilir?” diye. Öyleyse sizin, ilk paragrafta ki halinize binaen, ararsanız: Belki o da beklemiş, beklemiş ve beklemenin ünlemlerinde dağılıp paramparça olmuş ve nihayetinde dayanamamış bir of ya! diyebilmiştir, diyebilirsiniz. Yani o da, sizin suskunlu­ğunuzdan usanmış ve bu sessizliği bozmak için of ya demiştir, sadece ve sadece ses olsun diye.

Ya da onun, kendi suskunluğundan uzayan sesinin yankısıdır size ulaşan.

Ya da of ya, bir hamildir. Taşlamadıklarını yüklemiş bu yükten böylece kurtulmak istemiştir ki, olduğu ölçüyü aştığından da, her halükârda birikenlerden kopup fırlamış kesik bir nida olup sizi bulmuştur.

Kısacası, kapısı öyle sonuna kadar açık ki, ünlemi dağınık bu odayı gözlemledikçe ve araştırıp karıştırdıkça daha çok nedenler bulabilirsiniz.

“Of ya, of!”

OF YA’dan kurtulamıyorsunuz hala. Kurtulmak için mi…

“Fazla oldu bu” deyip bir kibrit çakıyorsunuz. (Yakacağınıza ihtimal vermediğimden duruyorum.) Diğer elinizde kâğıt, kibritin alevini seyrediyorsunuz. Alev parmağınızı yakınca kibriti bırakıyorsu­nuz. Diğer elinizde kağıt duruyor. “Yine mi OF YA?” diye sertleşen bakışlarınız… İkinci yaktığınız kibritle, -şimdiye kadar, neredeyse şamdanda hep boşu boşuna duran- siyah mumu yakıyorsunuz. Kendinize düşünmek için zaman bırakmadan ani bir atılışla, kelebeği mum ateşine sürüyorsu­nuz.

“Kelebeği mum ateşine zorla sürmeyin, o yanmak için kendi giderdi.” dememe fırsat bile bırak­mıyorsunuz. Mavi, turuncu kısa alev dalgası.

Şimdi yerde, küçük bir parça dağınık kâğıt külü. Pervanenin külü… hüzün mü bu? O, ateşe koşardı zaten.

Pervanenin külü, çiçek çiçek … (belki de yukarıdaki dizelerin devamı aklınıza geldiğinden öyle

görüyorsunuz külü.)

“Çiçek – bir kör sözü.

Senin gözün ve benim gözüm:

sağlarlar

suyu.”

Bir söz daha… Bir söz daha, onun gibi, yok. Dağınık kâğıt külü.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Necip Fazıl’ın Şiirlerinde At / Bekir Oğuzbaşaran
Ağrı / Yusuf Şahin
Omurgayı Muhafaza / Şeref Akbaba
Kalabalıklaşan Rüyalarımız / Haşim Sönmez
Yükseklerdedir Damlaların Gözü / İsmail Özmel
Tümünü Göster