‘İnsan’ kelimesinin nisyandan geldiğini söyleyen İbn-i Abbas, Allah’la sözleşmesini unuttuğu için insanın, bu sözcükle anılması gerektiğini de ekler. Gerçekten bir sözleşmeden bahsedildiğine göre bunun mahiyetinin ne olması lazım geldiği de calib-i dikkattir.
Bu durumun künhüne varabilmek, sırlarla dolu maceraya girmekle bir midir? Ebcet hesabıyla mezkur akde ulaşmak mümkün mü? Öyle anlaşılıyor ki soruların çoğalması merakı arttırmaktan başka bir işe yaramayacak.
Merak, bilgiyi ikmale uğratan en önemli amil, buna ne şüphe! Ancak modern düzlemde bu durum eğlenceli olmaktan öte bir işe yaramayacak. İlahi bir sözleşmenin varlığına inandığımız gibi bunu ikrarla da tezviç etmeyi bir rükun olarak addediyoruz. Söylemdeki hassasiyet, sadece söz ola beri gele türünden bir aymazlığı değil; aynı zamanda mezkur sözün ne anlama geldiğine dair zihinsel bir cehdi de beraberinde getiriyor. Ağyarın kınamasına aldırış etmemek, söz konusu sözleşmeye bağlılığı sınayan bir durum. Eğer ağyara göre kendimize çeki düzen verilmesi halinde, akdin mahremiyetine halel gelmesi an meselesi olacaktı. Başkası nezdindeki itibar, aslında itibar olmaktan uzak bir durumun izahı. O itibar bize değil; başkasına ait olmak gibi bir düşüklüğü izhar ediyor.
Halbuki geçer akçe umumiyetle itibar olma vasfını kendinde değil; başkasında aramakla malul bir durumu açık ediyor.
Ne kadar başkası isek o kadar kendimizden uzaklaş- mamız an meselesi. İnsanın unutması, esasen kendi ile ilgili olanı ise, o zaman nisyanla maluliyeti söz konusu olacak. Cebindekini, eşyasını unutup unutmamanın meselesi değil; daha fazlasını tazammun eden bir mesele bu: Varlığını ortadan kaldırmayı tehdit eden unutuş. İlahi sözleşmeye mugayir her hal insanın nisyanla anılmasını kolaylaştıran bir veçhe arz ediyor.
Muharref Hristiyanlığın nisyana nispetle insanı ilk günahla tazyif etmesinde, ona ödeteceği bedelin ağırlığını göstermesi amaç- lanır. Ancak bu şekilde arınmanın mümkün olacağı hatırlatılır. Halbuki bu damga tahattura yetmeyecek. Aksine ezeli unutuşun bekasını temin edecek. Alnındaki Kassandra damgası, hiç silinmeyecek. Ağzından kuş kapsa keyfe keder olmayacak.
Peki unutuş ne zaman vaki oluyor? Doğar doğmaz değil. Varlık bilincine erdiğinde ve seçiminiyaparken söz konusu oluyor unutuş. Bizi insan kılan ya da ondan uzaklaştıran tercihin kendi leh veya aleyhinde olacağımız kararlar olduğunu söylemeden geçmeyelim. İşte bu anda sözleşmeyi arkaya attığımızın nişanesi olarak unutuşun resmi belirir. Belki bir ironi olarak ilahi sözleşmeyi hatırlamamayı nisyana yormak gerekecek.
Nisyan, mazide olan bitenle ilgili olanı unutmak değil; belki bundan daha fazlasını geleceğe dönük adımlarda ne olması gerektiğini bilmemek diye tanımlansa yeri. İsmet Özel’in deyişiyle ‘’Neyi kaybettiğini hatırlamanın’’ odak noktasıdır nisyan. Ne var ki insan hep bu noktada kalmaya devam edeceğe benziyor.
Verdiği sözü unuttuğunu hatırlamanın meziyet olduğunu da söylersek, hakkaniyetli davrandığımızı kabul edebiliriz. Bundan sonrası, mezkur sözün ne oldu- ğunu bilmekten geçiyor. Sahi bu söz ne ola? Bunca laf kalabalı- ğının ardından sözün künhüne yordam yapmazsak, söylenenin hiçbir önemi kalmayacak.
Sözleşmenin bizimle ilgili bir ger- çeği yansıttığını ve bu gerçeğin de var olmakla aynı olduğunu göz ardı etmeyeceğimizi belirtmekte zaruret var.
Akit kimler arsında yapılıyor? Allah’la kul arasında. O halde Allah’ın, insanı en baştan muhatap ve mukayyet kılmasının özünde hiç yadsımayacağımız ve eninde sonunda bizi ilgili kılan bir gerçeğin olduğu saklı.
Kendi gerçekliğimizin farkına varmakla sınırlı değil; aynı zamanda bu yol üzere yürümenin zaruretini faş eden bir sorumluluk bu.
Gerçeğin ne olduğu hakkında hassaten filozofların durmasını ve aslında bu kapının sonuna kadar kapandığını söylersek abartmış saymayız kendimizi. O halde bundan daha fazlasına ihtiyacımız gün gibi ortada.
Bunda iyisi Şam’da kayısı diyenlere sözün faydası olmayacak. Bundan iyisini ve ilk akdi yapanlardan bir taraf olarak neyi unuttuğumuzu hatırlamanın zarureti bizi bekliyor olacak.