Mesele Cinler Değil Hâlâ Anlamadın mı?

Güzel sanatların bir kolu olan sinema sosyal hayatı ve onun içindeki bireyin bu hayatla olan bağını yeri geldiğinde sosyolojik yeri geldiğinde psikolojik etkiler etrafında beyaz perdeye yansıtan en önemli sanatsal faktörlerden biridir. Bu yüzden sinema, sosyal siyasi ekonomik merkezli olay ve olgularla birlikte bireyin metafizik hadiseler karşısındaki içsel devinimlerinin sonucu olan varoluşçu izlenimlerden de bağımsız değildir.

İnsanlığın evrende var olduğu ilk günden bugüne “Nerden geldik?” Nasıl geldik?” “Nereye gidiyoruz?” yollu temel sorular dışında, karşılaşılan ve anlaşılmakta zorluk çekilen birtakım hadiselere metafizik anlamlar yükleme sonucunda olsun ya da içinde bulunduğu ve en az hanesi kadar alakadar olduğu bugezegenin gecelerinde nasıl bir hanede ışık, o hanede bir hayat emaresi ise gökyüzünü aydınlatan yıldızlarda da benzer emareler aramak insanın hem fıtratı hem de en doğal hakkı olarak varoluşçu felsefenin ve kelam ilminin literatüründe yerini almıştır.

İster yukarıdaki sorulardan ya da sorgulamalardan doğsun isterse her şeyin “sonlu” olduğu düşünülen dünyada bu gezegenin de bir sonunun hatta evrenin de bir sonunun olacağını ister akli isterse nakli deliller etrafında düşünen insanoğlu, bunu en basit dramatik figürleri içinde barındıran, ayin, ritüel ya da ibadetlerde yansıtmakla kalmamış içinde dramanın veya kurgunun olduğu her eserde işlemiştir.

Bugün insan nev’inin tekamülünün bir sonucu olarak kurgusal nitelikli sanat eserlerinin yukarıda bahsini ettiğimiz konular etrafında geldiği son nokta pos-apokaliptik kurgular şeklinde tezahür etmiştir. Her şey gibi dünyanın da bir sonunun olduğu öğretisine Kutsal kitaplar ve felsefe yoluyla ulaşan sanatçılar eserlerinde sadece kıyamet tasavvuru ile kalmamış kıyamet sonrasını da kurgusal yollarla ele almışlardır. Elbet de bu konular cin, melek, şeytan, zombi, peri, ruhlar gibi soyut varlık tasavvurundan bağımsız olarak ele alınmamıştır. Bu sanat dallarından biri olan sinema sektörü de gelişen teknolojinin imkanlarından faydalanırken güçlü ve tutarlılığı yüksek kurgularla pek çok başyapıt niteliğinde filmlere ev sahipliği yapmıştır. Sinema yönünden gelişmiş bu ülkelerde bu tarz filmlerde mantıklı bir kurgu ile birlikte dini ve mitolojik öğretilerle bilimsel tezlerin çakışmaktan ziyade paralel bir yol izlemeleri sonucunda nitelikli apokaliptik(kıyamet) ya da post-apokaliptik çalışmalar ortaya konmuştur. Bu çalışmalarda yukarıda bahsi edilen soyut varlıklar adeta amaca varan bir kilometre taşı vazifesi görmüştür. Bize gelindiğinde ise:

BİTMEYEN KAVGA: ÜFÜRÜKÇÜ – AYDIN ÇEKİŞMESİ

Ciddi bir korku sineması mazisi ve birikimi olamayan sinemamızda bütün senaryolar bizdeki “üç harfli” yahut “cin” diye tarif edilen varlıklar ve bu varlıklar vasıtası ile yapıldığı düşünülen “büyü” temi etrafında gelişmiştir. İçindi bulunduğumuz Sosyo-kültürel yapı düşünüldüğünde bu durum sonderece normaldir. Bu tarzda ortaya konulan, filmler arasında Hasan Karacdağ’ın “Dabbe” serisi kıyamet olmasa da kıyamete yakın tasavvurlarla ortaya konulan bir çalışma olması itibari ile (ilk üçü teknik açıdan bir facia olsa da) önemlidir. Zira bu seri, sadece “büyü” etrafında dönüp duran niteliksiz, az oyuncu ve yerli yersiz gürültü efektleri ile durumu kurtarmaya çalışan korku sinemamız açısından ümit vadetmiştir. Ancak ister Dabbe, serisinde olsun isterse “Cin” konulu diğer filmlerde olsun toplumda “üfürükçü” diye tabir edilen büyü bozucu ya da yapıcılara, doktor, akademisyen, psikolog gibi modern bilimlerle ilişkili tiplerle çatışma etrafında bir itibar kazandırma gayreti görülmektedir. Bu durum, geçmişte samimi dindarları ya da din adamlarını karikatürize ederek tezyif eden komedi filmlerinin açtığı zarar karşısında korku filmleri yolu ile bir “iade-yi itibar” mücadelesine hatta en keskin bir tespitle intikam mücadelesine dönüldüğü izlenimini vermektedir. İşte tam da burada kaş yapılırken göz çıkarılmaktadır. Zira bu filmlerde dün komedi filmlerinde karikatürize edilen dindar yine yoktur. Bu filmlerde, büyünün yanlışlığı anlatılırken tarihi gerçeklikten akademik tespitlerden yoksun uydurma gizemli bir hava verilerek öyle tasvirler sahnelenmektedir ki adeta “bu yanlıştır” derken, yanlış ağızları sulandıracak bir vaziyette beyaz perdeye yansıtılmaktadır. Bugün lise düzeyinde gençlerin o filmlerdeki ayinde ya da ritüelde her neyse tekrarlanan yabancı cümleleri tekrarlayarak benzer deneyimlerin peşine düşmeleri bir yana bu filmler Anadolu’da yaygın bir şekilde var olan ve çok hayatların sönmesine sebep olan bu üfürükçü sektörüne meşruiyyet kazandırmaktadır. Özellikle bu yılın geçtiğimiz son üç ayında bu tarz filmlerin gişelerde birbiri ardına çıkması sinema eleştirmenlerinin dikkatinden kaçmamıştır. Bunlardan “Cin Tohumu” gibi kurgu oyuncu yoksunu ve gürültüce zengin kalbur altı filmler dışında Dabbe 6’da birkaç mit etrafında verilen bilgi dışında işin yine büyücü-üfürükçü ekseninde dönmesi serinin tekrara düşmesine sebep olmakla birlikte telefonu çalan Zeren’in “reddet” tuşu ile telefonu açması göze batan küçük ama önemli bir açıktır.

Magi’de ise Karacadağ, önemli bir tarihi şahsiyet ve ikinci dünya savaşı gibi sarsıcı bir tarihi olay merkez alınarak üretilen “Dull” örgütü gibi gizli cemiyetler etrafında üretilen komplo teorilerini çıkış yolu olarak seçmekle bu sektörde önemli bir adım atmış. Filmde işlenen bu güzel konu yabancı oyuncuların performansı da dikkate alındığında önemli bir finale gidilecekken bir anda beyaz perdeye yansıyan uçan tüylü varlıkar ve onu tabanca ile öldüren yazarın durumu hem konuyu hem de oyuncuların performansını ziyan etmiş. Alamet-i Kıyamet de bu sezon büyücü- üfürükçü ekseninden çıkan bir başka korku filmi idi.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: Yukarıda konunun sınırlarını zorlayan filmler dışında müsamere düzeyini dahi geçemeyen, bazı filmler üfürükçü güzellemeleri dışına çıkamamıştır. İşin daha kötüsü ise bu tarz senaryolar, ezan, namaz, cami gibi “şeair” e ait sahneleri –hususiyle de yatsı ve sabah ezanı vakitleri- ürkütücü bir atmosferde vermekle katı materyalist öğretilere karşı gönderme yaptığı izlenimini verirken bu değerleri farkında olarak ya da farkında olmaksızın bazı hurafelerin kucağına bırakmaktadır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Necip Fazıl’ın Şiirlerinde At / Bekir Oğuzbaşaran
Ağrı / Yusuf Şahin
Omurgayı Muhafaza / Şeref Akbaba
Kalabalıklaşan Rüyalarımız / Haşim Sönmez
Yükseklerdedir Damlaların Gözü / İsmail Özmel
Tümünü Göster