Ülkemizin en uzun ömürlü festivali olan Antalya Altın Portakal Film Festivali, sıkı yönetim, darbe, sansür gibi nedenlerle kesintilere uğrasa da 41 yıldır sahiplerini buluyor. 2005 sezonunda ilk kez dünyaya açılan Festival, bu yıl da tartışmalarla sonuçlandı. Yine bir çok kişi beklediği ödülü alamadı ve yine bir çok kişi beklemediği ödülü alarak sürprizin tadını çıkardı. Sinemaya yıllarını vermiş emektar oyuncular ödüllendirilmeyi beklerken, yeni isim duyurmuş gençlere ödül verilmesi herkes için tam bir şok etkisi yaptı. Şimdi kafalarda haklı olarak şöyle bir soru var: Bu gençler portakalın altınından olanını hak etmek için ne yapmışlardı? Acaba dünyanın yedinci harikası bir oyunculuk mu ortaya çıkarmışlardı? Hayır… Hollyvvood’u hayran bırakacak bir yönetmenlik mi yapmışlardı? Elbette hayır… Dünya sinemalarını geride bırakan senaryolar mı yazmışlardı? Tabii ki yine hayır!
Kuşkusuz yaptıkları iş kendilerine göre güzeldi. Ama yine de çoğunluk olarak ödüllerin gençlere akması eski sinemacıları kızdırdı. Keza bu genç sinemacılar da ödül almayı hiç beklemiyorlardı, röportajlarında “Buraya sa- dece festivali izlemek için geldim, ödül almak için anons edildiğimde ben de çok şaşırdım, hiç beklemiyordum.” Açıklamalarında bulunuyorlardı.
Belki bu yılki ödüllerin gençlere verilmesinin altında onları teşvik etmek, cesaretlendirmek ana fikri yatıyor olabilir. Ama Antalya Altın Portakal Film Festivali, geçmiş yıllarda da bir çok kez bu ve benzeri tartışmalara konu oldu. Hatta bu “Tartışmalara konu olmak” festival için ödül vermek gibi vazgeçilmez bir demirbaş olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu yüzden asıl tartışılması gereken ödüllerin kime niye, niçin ve kimin isteğiyle verildiği değil, festivalin görevini yapıp yapamadığı olmalıdır. Zira festival, öncelikle asıl görevini ihmal etmektedir. Asıl görevi ise her sinemacıya aynı mesafede durmayı bilmektir. Yönetmenin, oyuncunun ya da senaristin hangi fikre mensup olduğuna bakmaksızın sadece sanatını değerlendirme yeteneğine sahip olmaktır. Mesela adı “Mesut Uçakan”, “Metin Çamurcu” olduğu için bu yönetmenlerin filmlerini halkın en az film seyrettiği saatlere koymamalıdır. Bu tür filmler, hep -ve yalnızca- halk jürisi ödülü almaya mahkum bırakılmamalıdır. Ya da hangi filmde ahlak bakımından rezillik diz boyu ise o filme ödül vermek için yarışılmamalıdır. Veya sinemacılar Antalya’da neredeyse bedava dağıtılan portakalları kapışmak için filmlerine zoraki müstehcen sahneler koymak zorunda hissetmemeliler kendilerini. Bu bakımdan, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin faydaları tartışmaya açıktır. Ama biz, her yıl yararlarından çok, festivale damgasını vuran tartışmaları tartışıyoruz. İşte size başlangıçtan beri festivalin tartışmalar portresi…
Yıl 1956. Antalya’da bir şenlik başladı, henüz bir adı ve kimliği yoktu. Yıl 1964. Adalet Partili belediye başkanı Avni Tolunay, şenliği film yarışmasına çevirdi, ilk yarışmaya 33 film davet edildi, jüri birbirine küfür etti. Çıkan kavgada taraflar birbirlerine altın portakallarla saldırdılar. Yıl 1967. Nilüfer Aydan, Ayla Algan, Ertem Göreç, İzzet Günay, Lütfi Akad, Tarık D. Kakınç, Feyzi Tuna ve Ertem Eğilmez gibi sinemacılar, bir bildirge yayınlayarak, “Festival sonuçları bakımından Türk sineması için zararlı olmaya başlamıştır, jüri üyeleri yetkisiz, bilgisiz kişilerden seçiliyor” dediler. “Sevmek Zamanı” filmiyle yarışmaya katılan Metin Erksan, jüri açıklandığında “Bu jüri arasında benim filmimi değerlendirecek kimse yok” diye bağırdı. Yıl 1968. Tarihe en kötü festival olarak geçti, 10 film katıldı. Yapımcı Turgut Demirağ’ın “Benim filmim de dahil olmak üzere bu yıl Antalya’da kötü filmler festivali yapılmıştır. Yakında festivale katılacak film bulamayacağız” demesi meydan kavgasına neden oldu, taraflar birbirlerine altın portakal heykelleri fırlattılar. Yıl 1970. İstenmeyen adam ilan edilen Yılmaz Güney, “Bir Çirkin Adam” filmiyle ödüllendirildi. Yıl 1971. Sıkı yönetim ilan edilmiş, festivalin keyfi kaçmıştı. Yapımcı Özdemir Birsel, filmi birinci olamayınca, “Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın takdir ettiği filmi üçüncülüğe nasıl layık görürsünüz” dedi, ödülü iade etti, ödül gecesine alınmadı. Yıl 1976. Festivale heykeltıraşlar, ressamlar davet edildi, ilk kez festival canlanıyordu. Süreyya Duru’nun “Kara Çarşaflı Gelin” filmi Ankara’dan gelen bir emirle yarışma dışı bırakıldı. Yıl 1979. Hükümet, bazı sinemacıların filmlerini sansürlemek isteyince festival yapılamadı. Yıl 1980. 12 Eylül askeri müdahalesi ve sıkıyönetim ilan edilince festival yine yapılamadı. Yıl 1983. jüri ilk kez kavgasız gürültüsüz Zeki Ökten’in “Faize Hücum” adlı filmine ödül verdi. Final sonuçları önceden basına sızdırılınca olay çıktı. Yıl 1987. Festival tarihinin en kalabalık katılımı oldu. Ama jüriden birkaç kişi Sungu Çapan’ı dışlayınca olay çıktı. Yıl 1990. Festival kurulu, Yılmaz Güney’in filmlerini göstereceğini açıkladı. Başkan yardımcısı Hüseyin Şanlı ve Antalya Emniyet Müdürü Mehmet Cansev birbirlerine girdiler. Şanlı, filmlerin gösterimini engellemeye çalışırken, Emniyet Müdürü yasak genelgesinin olmadığını söylüyordu. Perihan Savaş da elindeki belgeye göre ödülün kendisine verileceğini ama son anda elinden alınarak Hülya Koçyiğit’e verildiğini söyledi. Filmin yönetmeni Halit Refiğ ise en iyi yönetmen ödülünü Yusuf Kurçenli’yle paylaşmak istemedi ve ödülü iade etti.
Antalya Film festivali 2000’li yıllara gelene kadar daha bir çok tartışmaya neden oldu. 2000 yılında ise festivalin tartışma açılışı Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz ile yapılmıştı. Tabii Gani Şavata’yı da unutmamak gerek. Bir çok sanatçı, genç sinemacıların ödül töreninde sergilediği tavırdan rahatsız oldu, onları “Saygısızlıkla” suçladı. Hiç kimse çıkıp da bu gençlerin bir sancısı var, belki de haklılar, demedi. Aslında onların bu tavrı, söylenildiği gibi halka ya da Türk sinemasının ustalarına karşı değildi. Onlar, ağızlarında çikletle, buruşuk gömlekleriyle, kot pantolonlarıyla, yıllardır sinema derneklerinin çekişmeleriyle başlayan, skandallarla süren ve kavgalı biten festivalin saygınlığını yitirmesine karşı bir protesto içindeydiler.
Ve yıl 2005. Festival, ödüllerin çoğunu gençlere vermekle yeni tartışmalara yelken açmış oldu. Tüm bunlara rağmen Antalya’nın portakalı hala ayakta ve kendini yaşatacak sinemacıları bekliyor. Ama tartışmaların odak noktası aslında belli. Tartışmamız gereken, festivalin görevinin ne olduğudur. Zira bugüne kadar hangi yönetmen Altın Portakal kazandığı için el üstünde tutuldu? Ya da hangi oyuncu bu ödülü aldığı için piyasanın en pahalı oyuncusu oldu? Şu halde bu festivalin, bu ödülün Türk Sineması’na ve sinema sanatçısına getirisi nedir?