birinci bölüm: başlarken
IV.
“gözden uzak olan gönülden de ırak olur”
derler ya,
bilirim yalandır,
öyle olsaydı
ne dağlar delinirdi, ne de sevdalanmış gözlere perdeler inerdi,
yine de
kimi zaman, bir ölü gibi, sessiz, beklerken hayatı;
duvarlar sesleri böler,
her ah sesine bir fevaran düşer.
milyonlarca ölçek küçültülmüş, kalbinin yitik sevda atlası
geldiğinde gözlerinin önüne,
vuslat kaf dağının ardında kalır.
her şeye rağmen;
umut, yayılır en onulmaz âna.
ulaşır en ulaşılmaza,
kafamızdaki şiir cinleri, ruhumuzu kuşatan kent masalları
ve gönderilmemiş sevgili mektupları,
kalsa da,
içimizde ateşten kelimeler, demlenmiş bir vakar.
ne yarım ağız kent soyluları
engel olabilir buna,
ne de bu toprağın kaybedilmiş çocukları.
V.
soruldu
şiir soluklu genç bir öğretmen adayına:
“gitmek bu şekilde,
Anadolu’ya
bir kasabaya,
ya da bir köy okuluna,
yalnızlık vurgusu getirmeyecek mi hayatına?”
cevap
içteki ötelerden geldi:
“yalnızlık içimize işlemiş zaten”
ne kadarda haklı
bilinir bütün kentler de yalnızlaştırabilir insanı
yalancı bir aşığın son bakışları gibi…
unutmamak gerekir ama
yalnızlık vurgusu hüküm sürüyorsa hayatın her alanına
o zaman
yalnızlık aynı zamanda kendine yabancılaşmaktır.
hatırlamak gerekir bir de
yalnızlık (yabancılaşmak kendine) benimsendiği anda tüketir
insanı.
burada
âlem-i berzahta vurgusu yalnızlığın
hem eşyada hem ruhtadır
benzemez kalabalıklar içindeki yalnızlığa
ama,
bir de,
duyuldu mu Yusuf (as)’un kokusu
güllerin rayihasında geçer günleriniz
O’nun okulunda, Yusuf (as)’un kokusunda şekillenir benliğiniz
esen rüzgar, yağmur taneleri, kuş sesleri, yaban çiçekleri,
eşyalar, hadiseler ve tesirleri,
her şey ama her şey;
O’nun izlerini taşır içinize.
Nasıl geçer yoksa,
bir tabutta ömür?