Kedi (u)mutluydu.
Alevlenmiş kömürlerin yalımlarından dökülen sıcaklarla ısınmış evleri bilen biriydi. Kış soğuklarından ve dışarıdaki tehlikelerden uzak evlerde, bir sobanın yanıbaşında kıvrılıp uyumanın huzurunu yaşamıştı. Şimdi sokakta ve kimsesizlikte kaldığı uzun bir zaman sonra, yine bir adres edinmesi ve çalınacak bir kapı bulması onu yeniden (u)mutlandırmıştı. Islanmış tüyleri, soğuklarla morarmış teni, ilgisiz bakışlarla kızarmış gözleri ve açlığı, az ileride varacağı evin iyimserliği sayesinde artık acı vermiyordu.
Kimsesizlikten sıyrılmış kalbine düşmüş bir umudun açtığı yoldan yürüyordu. Gidecek bir yeri olan insanların ışıltılı gözleriyle bakıyordu: Hayat güzeldi.
Bir yere ait olmak, bağlanmak demekti. Bağlanmak ise, düşmemekti. Kedi birine ait olduğunu hissediyordu. Düşmüyordu. Çalınacak ve kendisine açılacak bir kapı bulmuştu. Yağan yağmur ve devam eden kış, gittiği yerin sevgisini büyütmeye yarıyordu. Kendisine “gel!” diyen ses, yanı başında kıvrılıp kaldığı bir soba olmuştu; sıcaklığı çoğaltıyor, uykusuna şeker-şerbet katıyordu.
Yoldaydı. Yol uzun, gece ise koyuydu. Gidilecek yer olunca, hem yol hem de yolculuk güzel oluyordu. Umut vardı, hayat umutla iyiydi…
Kedi kapıdaydı.
Üzerinde, geride bıraktığı kimsesizliğin ve yürüdüğü yolların yorgunluğu vardı. Yorgun, ama (u)mutluydu. Dışarının kendisine bulaştırdığı üşümüşlük içinde kapıya bakıyordu. Dışarıdaydı. Durduğu yer de soğuktu. Ama ön ayaklarıyla dokunup aralayacağı bir kapının önünde duruyordu, ‘içeriye’ alınmak üzereydi. Yanan bir sobanın kenarındaki minderde kendisini bekleyen uykunun çağrısını duyuyordu. Bir rüyaydı yaşadığı. Rüyada dört mevsim vardı. Kendisine anlatılmış masalların iç odalarında mahrem hazlar tadıyordu. Sevgiliden hoş kokular duyuyordu. Buluşan gözlerden, birbirlerinin kıvrımlarında dinlenen ellerden yasak şarkılar dinliyordu. Bastıran karanlıkların içinde birbirlerine açılan kalpler, ilk kez gün yüzüne çıkan sevinçler yaşatıyordu. Önünde durduğu kapı, ihtimal, onu bir rüyanın içine çekecekti.
Kapı açılacak mıydı? İçeri alınacak mıydı? Kapı daha çalınmamıştı ve sorular da şimdilik cevapsızdı. Kapıdaydı.
Kedi heyecanlıydı.
Ön ayaklarıyla kapıya dokundu. Kendisine “gel!” diyen ev sahibesine, “geldim!” dedi. Uzun bir zamandır dışarıya çıkarmadığı, içinde sakladığı o nazlı sesi dışarıya saldı:
-Miyaavvv…
Sanki deniz dalgalandı. Koca bir mavilik gelip kıyısını dövdü. Bir rakkase gibi oyuna kalkan maviliğin yüzeyinde, hep masallara uzanan kadın elleri gibi narin ve kırılgan bir köpük oluştu. Heyecanlı bir göğüs gibi inip kalkan denizin köpüklü beyazına, üzerinde uçuşan martılar eşlik etti. Uykusundan uyandırdığı denizin kokusuna ve mavi rüyanın göğünde uçuşan martılara eklenmişti. O artık kedi değil, deniz kokan bir martı çığlığıydı. Bir martı çığlığına oturmuş ve üzerine deniz kokusu sinmiş bir emanetti. İçinde heyecan bir dağ gibi yükseliyordu. Önünde durduğu kapı, doruğunda uğultular duyulan bir tepe olmuştu. Kapının sakladığı sıcaklığa varmak, bir dağı tırmanmak kadar zahmetliydi. Yürümekte zorlanıyordu. Yorgunluk ve heyecan ayaklarını kilitlemişti. İlk önce kapı aralan- malıydı. Ayağındaki kilidi, aralanan kapıdan görünecek yüz çözecekti.
Kapıya tekrar dokundu. İçeriden bir ses duydu.
– Geldin mi?
Evet, gelmişti. Uzun bir yol yürüyerek gelmişti. Soğukları yiyerek… Evin sahibesi uyanmıştı.
Kedi heyecanlıydı.
Kedi bekliyordu.
Kimsesizlikte üşümüş ve yollarda yorulmuştu. Gördüğü rüyada duyduğu masalların cazibesiyle ayartılmış, öylece bu kapıya gelmişti. Önünde durduğu kapının kilidini açacak anahtar evin sahibesiydi. “Bir martı çığlığına hapsolmuş ve üzerine deniz kokusu sinmiş seni istiyorum.” diyen kadının gelmesiyle kapı açılacaktı. İnanmış bir yüreğin iç mekânında yuvarlana yuvarlana büyüyen bir heyecana yakalanmıştı. “Elveda sokaklar! Elveda soğuk yüzler!” diyordu. Kalbi dalgaların ortasında kalmıştı. Her bir dalga ayak ucuna bir masal bırakıyordu. Uzaklara giden ve uzaklardan gelen yolcuların anıları dökülüyordu ortalığa. İki kez dokunduğu kapının önünde beklemeye devam ediyordu. Kapı açılmıyordu.
Ve beklemenin zulmü başlamıştı. Zulüm kendini sorularla gösteriyordu:Evin sahibesi yoksa vaz mı geçmişti? Önemsiz biri miydi? Beklenmiyor muydu?
Bunlar şimdilik cevabı olmayan sorulardı. Kapıda öylece bekliyordu. Oysa kadın uykuyu tercih etmişti. Dışarıda kalmış kedinin ne hissettiğini düşünmemişti. Kalbinin dirildiği bir vakitte kediye “gel!” dediğini unutmuş veya “gel!” dediği kediyi aslında sevmediğini hatırlamıştı. Kapı açılmıyordu.
Kadın uyuyordu.
Kedi bekliyordu.
Kedi hüzünlüydü.
Evin içinden ses gelmiyordu. Kapıya dokunmaya devam ediyordu. Evin sahibesi hâlâ uyuyordu; üzerine yorganlar almış, kediyi duymuyordu.
Hüzün açılmayan kapının kilidiydi. Hüzün dışarıda kalmaktı. Hüzün kapıda bekleyen kedi olmaktı.
Açılmayan kapı kediyi yalnızlaştırıyordu. Sıcak bir evin kapısına dokunmuş olsa da üşümesi geçmiyordu. Hüzün yalnız olmaktı. Hüzün kapıda beklemekti. Hüzün, en çok cevapsız kalmış sorularla ıslanmaktı. Hüzün kedi olmaktı.
Bir çağrı üzerine adı “umut” olan bu ‘ev’e yürümüş, ancak karşılanmamıştı. Cevabını bulamadığı soruların boşluklarına düşüyordu. Kadın kapıyı niçin açmıyordu? “Kapım sana açık!” dediği bir kediyi, nasıl olur da unuturdu? İyilikte bulunarak dirilen kalp, sözünün üzerine yatarak kendisini boğar mı? Çokça üşümüş bir kedi dışarıda bırakılır mı?
Hüzün ölmekti. Hüzün ölerek öldürmekti. Hüzün, ölüm demek olan suskunlukla karşılaşmaktı. Hüzün kedi olmaktı. Kedi çıktığı merdivenden gerisin geri inmek istedi. Kapıya son kez dokundu. Bu sefer evin içinden çoğul bir ses duydu.
– Tamam, geliyoruz!
– Geliyoruz…
Demek ki, evin sahibesi yalnız değildi. Ev içi kalabalıktan oluşuyordu. Kalabalık, yani gürültü… Oysa bir kalp gürültüde boğulur; fark edilmez ve öne çıkmakta zorlanır.
Ve bir ses, ancak sessizlikte anlaşılabilir.
Kedi kızıyordu.
Kalabalığı beklemiyordu.
Evin sahibesini istiyordu.
Bu kadar süre, bunun için mi beklemişti? Kalabalıkta görünmez hale gelmek, şunun bunun ayak dürtmesiyle gördüğü rüyadan uyandırılmak için mi bir duvar dibinde unutulmuştu? Kızıyordu. Ne rüya, ne masal, ne sevgili, ne de ilk kez gün yüzüne çıkan sözler vardı.
Düş, deşilmişti. Ve kedi açtı! Evin sahibesi ise, her tok gibi halinden anlamıyordu. Gelmişti ama, onu yine içeriye almamış, yanında sokağa sürüklemişti. Kadının yanında bir fazlalık olduğunu hissediyordu. Üşüyordu. Aşktan haber yoktu.
Kedi kızıyordu.
Kedi kovuluyordu.
Yakıcı ayrılıkların başladığı ve özlemlerin çözüldüğü bir terminalde yaşıyordu. Buraya nasıl geldiğini kimse
bilmiyordu. Nasıl yaşadığını, ihtiyacı olan ilgi ve sıcaklığı kimden dilediğini de… Uzaklardan gelecek bir sevgili mi bekliyordu? Ahalinin merak ettiği konulardan biri de buydu. Bir başka kaderin sahibi iki insanın yolu, o akşam kedinin yaşadığı terminale düşmüştü. “bay”, uzak bir yerden kendisine gelmiş “bayan”ı sabahın erken saatlerinde karşılamıştı. “bayan” önemliydi; misafire ilgisiz kalmak da ayıptı. Ve “bayan” sadece misafir değildi. Çok şeydi.
Gün, “bay”ın “bayan”a verdiği kıymetle erimişti.
Günün her anı, “bay” ın ‘”bayan” a biçtiği değere tanıktı. Gecenin gündüzü teslim aldığı saatlerde terminale varmışlardı. Kedi, oturdukları masada konuşurlarken yanlarına gelmişti. “Bay” kediye yakınlık göstermiş, elinin içiyle sırtını sıvazlamıştı. “bay”dan gördüğü ilginin şımarıklığıyla, kedi “bayan” a da gitmişti. “Bayan” ise onu ayaklarıyla uzaklaştırmaya çalışmıştı. Kedi ısrarcıydı, ikilinin masasından ayrılmıyordu. “Bay”ın ilgisini hazırda bilmiş olsa gerek, ısrarla “bayan”ın ilgisini istiyordu. Israrını sürdürünce, “bayan” masadan kalkıp uzaklaşmıştı. İlginç bir kaderin sayfalarını çevire çevire kendisine gelmiş bir kediyi ilgisiz bırakmıştı. Kapısını açmamış ve ona gitmemişti. Yakınlığında dolaşan kediyi görmezlikten gelmiş, yokmuş gibi davranmıştı.
“Bayan”a göre kedi, yanını hak edecek kadar önemli değildi. Başka şeylerle, başka şeylerin sahipleriyle ilgiliydi. Bütün ilgisini bu başka şeylere ve sahiplerine veriyordu.
Kedi, “bayan”daki karşılığını anlamış, oradan çekip gitmişti. “bay” ve “bayan” yalnız kalmıştı. “bayan” ı bu kentten götüren vasıta da az sonra perona yanaşmıştı.
Bayan gitmişti.
Bay yalnız kalmıştı.
Kedi kovulmuştu.