“Ne feryâd edersin divâne bülbül
Senin bu feryadın gulşene kalsın”
Emrah
Bir biçare âşık gibi düşmüşsün yoluna.İçim ezik,içim yaralı,içim ateşle dolu. Yaz sıcağında yaşadığım bir zemheri ayazı… Ruhum çelişkilerimle boğuşmakta. Zihnim öteleri kollamakta. Zihnim hep uzakları düşler halde. Kendim burada yaşasam da gönlüm başka diyarlarda.
Rüyamda bir kuş olup mesafeleri arşınlar, şehirlerin üstünden uçar, zirvelere konarım. Rüzgarlarla boğuşurum. Uçurumların kıyısından geçerim. Uyandığımda da bırakmaz peşimi bu duygu. Alıp başımı gitmek; gitmek ve gecenin bir vakti ıssız ve toprak yollarda çıplak ayaklarla dolaşmak isterim.
Derim ey kalbim!
Birden ateş düşer içime. Bulamam sebebini. Bir hüzün, bir eziklik, bir kendinden geçiş, bir fanilik hissi, bir derbederlik, bir esriklik, bir yürek yangını sarar dört yanımı. Bir yalana döner hayatım.
Kendimi aşka düşmüş, terkedilmiş, kapılar yüzüne kapatılmış, umutları dipsiz bir kuyuya bırakılmış, yüzüne bakılmamış bezgin bir âşık gibi hissederim,yanarım da yanarım. Ruhum; bir mengeneyle sıkışmışcasına acı içerisinde kıvranır, sabrımın son kertesinde ellerim yanıma düşer, bedenim kavrulur. Çatlar dudaklarım; suyun yanında susuz kalmışlar gibi… Ya ben neyin acısını çekerim?
Derim ey kalbim!
Acı dokununca bir başka acıya… Acı sürükleyince bir başka acının ardından… Acı rastlayınca bir başka acıya… Kırılgan, ince ve narin canlar ne yapacağını bilemez olur; yaş basar gözlerini, duman alır dağları, kuşlar hüzne kanat çırpar, bulutlar yaşın yaşın ağlar. Taş basar ciğerine acıdan anlayanlar. Acının farkında olanlar… Acının meftunu olanlar… Hayata acı penceresinden bakmasını kavrayanlar… Bilirler ki; acı olgunluğa, acı doygunluğa, acı gerçeğe, acı merhamete, acı şefkate, acı insanlığa kapı açar.
Derim ey kalbim!
Dayanamıyorum bu hoyratlıklara. Bu soytarılıklara. Bu yılgınlık ve dargınlıklara. Dayanamıyorum insanların birbirlerini sıradan ve basit şeyler için harcamalarına, kırmalarına, dökmelerine, terk edip gitmelerine. Bir masalın peşine düşme cesaretini kimse göstermiyor artık.Sözler havada uçuşuyor, gözler hep maddeyle buluşuyor. Her an bir şeyler götürüyor bizden.
Sırtımızı dayayacak, başımızı dizine yaslayacak ve içimizden geldiği gibi ağlayacak bir cana olan muhtaçlığımız her günkünden fazla. Ne var ki bu ihtiyacı hissetmeyeli yıllar ve de yıllar oldu. Sorular cevapsız kaldı, bağımızı talan vurdu, düşlerimizi eller çaldı. Artık hatırlamıyoruz bile.
Derim ey kalbim!
Gül kurusu zamanlardan elimizde ne kaldı? Aşina yüzlerde bile bulamıyoruz aradıklarımızı. Yüreği daralan ve umudu gün gün azalan canlara, bir özge zamandan haber verecek, umutlarını yeşertecek yürek sahipleri nerede?
Zamana yaydığımız güzellikler, insanlığımızı yükselten duygular teğet geçmekte yanımızdan. Ne dostluklar kalmıştır şimdi yankısı içimizde dolaşan. Ne aşklar kalmıştır şimdi; yaşadığımızı hatırlatan. Bakalım; ışığı gittikçe azalan, giderek sönmekte olan çerağdan, bir kıvılcım kalacak mıdır ellerimizde?
Derim ey kalbim!
Kendimi, malzememi yapmalıyım düşüncelerime.Kendi üstüne düşünmek, kendini tahlil etmek ve kendinden kalkıp yine kendine dönmek midir hayat? Başlangıcı ben, ortası ben, sonu ben olan… Her biri bir dünya olan insanlara köprü olmak için kurulan… Yaşanan, yaşatan ve yaşatılanı sorduklarında cevabı olmayanlar yaşamamış mı sayılmalıdır o halde? Sorular yumağı büyüdükçe eksilen nedir peki? Hayatı eksilttikçe yerine koyduklarımız hayattan geri kalanlar mıdır? Eğer hayata değecek şeylerle dolduramamışsak hayatı, hayattan ne kalmıştır geriye? Boşluk mu? Hayatından geriye boşluk kaldığını düşünenler ya da öyle sananlar için ne dersin ey kalbim?
Derim ey kalbim!
Fırtınalar uyandırırken mahmur geceyi uykusundan… Ve gece dokunurken kalbi kırıkların, mısra belâsına uğramışların ve biçare âşıkların kalbine… İşte o zaman hangi yana gitmeli, hangi yangının ateşinden beslenmeli, kimi dinlemeli ve derdini kime hikaye etmelidir? Takılmışken bir sarkacın ipine, savrulurken ölümün ve hayatın anlaşılmaz ve dayanılmaz yüzüne; nasıl kurtulmalı bu durumdan, kimin ellerinden tutmalı, ya kime yalvarmalı?
Derim ey kalbim!
Uzak yollar, uzak iklimler, tanımadığım insanlar, başka dünyalar içine içine çeker beni.Gecenin sarhoş edici güzelliği altında uzayıp giden gökyüzünde gördüklerimi, hayatın ince yanından hissemize düşenleri anlatacak bir canın hasretliğini çekerim. Bu derde düş olmuşların acısıyla inlerim.
Ovalar boyunca uçup giden kuşlar görürüm. Sonra çiçekler… Renk renk, çeşit çeşit… Kimi yeni açmış, kan kırmızı. Bülbülü derde salan, seveni ateşlere daldıran… Kiminin üstüne şafağın çiği elenmiş.
Sonra bulutlar… Bulutlar ki gölgelerini bırakırlar dağlara.
Gül kokusu, çimen kokusu, ağaç kokusu birbirine karışır. Hüznüm ise büyüdükçe büyür. Dilimde sabır sözcükleri, yüzümü gökyüzüne çevirir, niyazımı ötelere iletirim.
Sonra sorular… Sorularla sarsılır zihnim. Bir korku bürür ortalığı kendimden yana, sevdiklerimden yana.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Çizgi-6 / Behice Kolçak ŞarkHikmet Burcunda Bir Şair / Şahin Taş
Gecenin İçindeki Aydınlık / Hasan Tiyek
Öptüğüm Etekler / Sami Uluğ
Ölüm Çıkınları / Selami Şimşek
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…