Karanlıkta kalmış öksüz bir sonbahar diliyle,
beni sormuşsunuz.Etek uçları yanık,eski
mahallemizde.
“Yıllar önce taşındı” demişler.
“Nereye? “diye sormuşsunuz.
İsmini hatırlamamışlar.
“Bir genç kızın aşkına” diye cevaplamışlar.
Yağmur düşmüş içinizdeki hasretin mezar taşlarına.
Islanmışsınız.
Yanık bir rüzgar esmiş,mah yüzünüzden.
Yürek yorgunluğuna dokunan tahaf bir duygu,sol tarafınızdan…
Yüksek dağlardan düşen bir çavlan,içinizin acıyan
taraflarını yoklamış.
Bir ırmak durmuş.Bir şiir güzeli.
Yaşanmayacak kadar kirli aşklar geçmiş yanınızdan.
Çalmış kapıyı bir evin tek umudu.
Kabuğuna çekilen bir sessizlik olmuş.
Yanmış bir hasret feneri. Bir mum daha sönmüş kiliselerden.
Durmuş bir saatin yüzü, boşalmış ucuz pazarlara.
“Peki ne iş yapar, nerede bulurum?” demişsiniz.
“Bilemeyiz ama son olarak işçi pazarında görmüşler,
sırtında çıkarmadığı boş sepetiyle hamallık yapıyormuş.”
Taranmış bulutlar geçmiş üzerinizden, dönmüş asma
boylu sokaklar
başınızdan.Mideniz bulanmış.
Geç yatan gözleriniz kararmış.
Unutmuşsunuz, uslanmaz nazlarınızı.
Taşra olmuş vakit, çenesi bağlanan bir akşamüstü…
Uzaktan getirdiğiniz acılarınız birikmiş.
Bir satıcı yüzmüş kıyınızdan. Tütün çiğneyen ağızda
bir şarkı,” Ne sen beni unut ne de ben seni.”
Asmış omzuna leylim yar
Oradaymış.
Kaşları alınmış bir terbiye, bir zeytin tanesi
bir beyaz tat…
Devam etmişler,
“İçtiğini gören olmamış ama,sarhoş gibi geziyormuş.”
Altıncı sıradan atılan bir harf düşmüş,ağlara.
Ve baba yadigarı bir yığın düş,
Ve taze kadın kokusu ve akşam sefası
ve damarları atan kahve tortusu, düşmüş kafa tutan sulara.
Ardından,
“Sepeti var ama hiç yük yüklenmezmiş.” Demişler.
“Neden?”
Geceyi yaran bir yüzle, cevap vermişler.
“Benim yüküm bana yeter.” diyormuş.
Her nefes çöl, kor bir ateş olmuş boğazınızdan.
Kesilmiş sudan ayaklarınız. Bozulmuş ordularınız.
Yüzünüze düşen sır kapları kırılmış.
Kırılmış, mercan ufuklu toy kızların umudu,camlar tuzla buz.
Tutamadığınız mor hıçkırıklarınıza, eşlik etmiş göz yaşlarınız.
Sormuşlar. Merak yüklü ağızlar.
“Peki siz kimsiniz?,
tanımadığınız biri için, niye ağlıyorsunuz?”
Sokakları koşmuşsunuz, caddeleri koşmuşsunuz,
yabancıları…
Geçmişsiniz evleri, kadir gecelerini.
Sönmüş yollar, ölmüş şehirler.
Kabul görmüş beden.
Duyulmuş bozulan bağların feryadı.
Kopmuş yaşam.
Sütsüz bir korku yalamış saçlarınızı.
Bir dil susmuş yetmiş vakit konuşan.
Nasıl tanımam…
İçtiği şarap benim.
Sarhoş olduysa benim içindir.
Onu bu hale kayan benim, dememişsiniz.
Ağlamış içinizde gizli bir çocuk. Sararmış ekinler…
Solmuş lavanta çiçeği.
Çalınmış mızıkalarda sıla. Nehirlere sarılıp bir genç kız yatmış.
Denizlere kusmuşsunuz günahlarınızı.
Sırtımda yürüdüğünüz yolları indirip,
Taşındığı aşk benim.
O dermansız yük, benim, diyememişsiniz.