Mehmet Bakırcı ile Söyleşi

Kur’an-ı Kerim’de geçmiş milletlerden, bunların kurmuş oldukları medeniyetler­den ve kendilerine gönderilen peygam­berlerden bahsediliyor. Medeniyetlerin kuruluşları, yaşayışları ve yok oluşları, helak edilmeleri anlatılıyor. Bugün “Büyük Ortadoğu Projesi”nden söz ediliyor. Medeniyetlerin yok olma sebeplerini de dikkate alarak bu ko­nuda neler söylemek istersiniz?

Bismillahirrahmanirrahim.
Allah Teâla’nın insanlığa en büyük hedi­yesi, rahmeti, nimeti, vahiydir. Allah yegane yaratandır; yaratması, varlıklara hakimiyeti, sürekli devam eder. Kur’an-ı Kerim’in bize bildirdiğinin dışında yarat­ma konusunda hiçbir şey söyleyemeyiz. Allah Teâla varlığı yaratmaya kalemle başladı; ilk yaratılan kalemdir. Kur’an’da kaleme yemin etmesinin se­bebi hikmeti bu olsa gerek. Ayrıca ka­lem ismini taşıyan bir de sure var. Rabbimiz, kalemi yarattıktan sonra ona emretti ve bütün olacakları yazdı kalem. Kaderi yaratan kaderin de sahi­bidir. Yaratan Allah, varlıkların nasıl ya­şayacağına da karar verendir. Şüphesiz yarattığı andan hatta yaratmayı murad ettiği andan itibaren bu varlığın kıya­mette son bulması, ahiret hayatının başlamasına kadar Rabbimin hakimiyeti ve bilgisi devam edecektir. Onun bilgisi­nin ve hakimiyetinin sınırı yoktur.

Allah en iyisini bilir, insanı yaratırken en güzel şekilde yarattığını söylüyor. Yara­tan O’dur mutlak bilgi sahibi olan O’dur. Kur’an’da “Biz insanı en güzel surette yarattık” buyuruyor. Bunu söylerken in­sana ne denli önem verdiğini ifade et­miş oluyor. Allah insanın bede­nini çamurdan yarattığını ve ruhunu İlâ­hi, özel kıldığını söylüyor. “Biz insana kendi ruhumuzdan üfürdük” buyuruyor. Cesede bu ruh verilince insan varlık sah­nesine çıktı. Şüphesiz varlık sahasına çı­kışında sadece bu iki özelliği yoktur. Başka özellikleri de mevcuttur insanın.

Allah insana “halife” diyerek büyük bir şeref ve imtiyaz bahşediyor. Melekler ise “kan dökücü ve bozguncu” diyor. Sonra Allah, Adem’e bilgi veriyor. Bu bilgiyle Adem’in meleklerden farklı olan konumu daha belirgin bir hal alıyor. İn­sanı “Eşref-i Mahlukat” seviyesine yük­selten hususiyetler bunlardır. Tabi bun­ların farkında olmak gerekir. Melekler buna karşılık saygıda kusur etmiyor Al­lah’ın emri üzerine Adem’in şahsında Allah’a secde ediyorlar ve Adem’in özel konumunu kabul ediyorlar.

Adem’le başlayan insanlık yaradılışı Adem’in yanı başında Havva anamızın var edilmesiyle yeni bir döneme girer ve o ikisini Rabbimiz  cennete kor ve cennette bir denemeden sonra Adem atamız ve Havva anamız yeryüzüne inerler. Ve hayat yeryüzünde başlıyor bu şekilde. İşte kendimizi burada bulu­yoruz. Yani Kur’an’da bildirildiği kada­rıyla var oluşun tarihi sıralaması böyle.

Yeryüzüne inen insanlık başı boş bırakıl­madı. Allah Teâla Adem’e bilgiyi verdik­ten sonra, ona gerekli olan donanımı sağladıktan sonra, ona yeni bir görev verecektir, bu yeni görev ise yeryüzünde risalet görevidir. Yani insanların kıyame­te kadar muhtaç olduğu en büyük ni­met olan vahiy, peygamberlik görevi ile insana ulaşıyor.Yaratılanın, varlığının başı ve sonu olmayan yaratanıyla irtiba­tını vahiy nimeti ve peygamberlik görevi sağlıyor. Şudur o zaman vahiy: Allah bilgisinden insanlığa gereği kadarının ulaşması. Biz Allah’ın bildirdiği kadarına muhtacız. İşte bu bilgiyle insanlıkta va­hiy kültürü oluşuyor, din oluşuyor. Din bu hayatın Allah’ça yaşanması demek­tir. Ve bu bilgi insana en büyük şerefi veriyor. Çünkü vahiyle şereflenen insan yeryüzünde Allah-u Teâla’nın kendisi için yaratmış olduğu o şerefli konumu kazanan insandır. Vahyi reddeden, vah­yi bilgi alanı dışına atan, benim vahye ihtiyacım yok yani benim Allah’a ihtiya­cım yok diyen insan ise Allah’ın kendisi­ne yarattığı bilgi yollarıyla yani akılla ve duyularıyla varlık problemini çözmek is­teyecektir. (Bu temayül insanın tabiatın­da vardır.) Fakat çözemeyecektir. Çün­kü Allah-u Teâla akla ve duyulara sınır­sız çözüm yetkisi vermemiştir. Sınırsız bilgi yetkisi vermemiştir ve zaten o akıl ve duyularla insan vahiy olmadan hiçbir şey bilemez.

Belki bir şeyler bilebilir ama nihayet bil­diği, meleklerin ifadesindeki şekliyle kan dökücülük ve bozgunculukla neticele­nir. Bunu nereden çıkarıyorsunuz derse­niz, Kur’an’ın bunu ifade ettiği şekliyle, Kur’an’da anlatılan tarihi değerlerle de bunu anlamamız mümkündür. Sorunu­zun ikinci kısmında yer alan ve ucu kan dökücülüğe, bozgunculuğa çıkan proje­ler hep bu zihniyetin ürünüdür. Bugün dünyada yaşanılan şey vahye sırt çevi­ren bir medeniyetin insanlığa reva gör­düğü muameledir. İnsanlar vahye tes­lim olmuşlarsa Allah’a kul oluyorlar ve güzelce yaşıyorlar ama vahye teslim ol­mamışlarsa kan dökücülükten, bozgun­culuktan, yeryüzünde fesat çıkarmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Yani bu in­sanlıktan daha aşağı olan bir konum ki Allah bunu hayvanlardan daha aşağı bir alçaklık olarak ifadelendiriyor. Eşref-i mahlukat olarak yaratılan insanın en zirveden en dibe inişinin hazin tablosuy­la karşı karşıyayız. Bu durumu, Kur’an’dan anlattığımız, insanlığın tari­hi serüveninden örneklerle daha iyi kav­rayabiliriz. Vahye karşı tutumlarıyla toplumları değerlendirebiliriz. ToplumIar vahye karşı nasıl bir tavır almışlar, Kur’an’ın anlattığı şekliyle bakalım ve toplumların vahiyle ilişkisini tespit ede­lim. Neticelerini görelim ki Kur’an’ın ayetlerini anlayalım ve şu anda biz ne yapmalıyız ve biz ne yaparsak kazanırız, ne yapmazsak kaybederiz anlayalım.

Adem ve Havva’nın çocukları dünyaya gelir. Allah-u Teâla Adem’e vahyeder yani bilgi aktarır. Adem çocuklarını İs­lam’a davet eder. İslam’a çünkü Allah katında din İslam’dır. Hz Adem’in dini İslam’dır. Hz. Nuh’un, Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın dini İslam’dır. (Al­lah’ın selamı onların üstüne olsun.) Ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği dinin adı da Allah dini olan İslam’dır.

Hz. Nuh dönemine gelindiğinde sapma içine girildiğini görüyoruz, dokuz yüz elli yıllık uzun ömürlü Nuh kavminin. Nuh (a.s.) onlara Allah’ın bilgisiyle konuştu, onları İs­lam’a davet etti. Ama onlar kabul etme­diler apaçık bir dalalete düştüler. Halbuki Allah-u Teâla onları yaratandır. Allah yal­nızca insanlara, Allah’a kulluk yapsınlar di­ye yeryüzünde yaşama fırsatı verdi ama onlar bunu kabul etmediler ve o uzun dönemin insanları bugünkü anlamda bü­yük bir medeniyet, büyük bir gücün ve uzun süreli bir devletin sahipleri suyla he­lak oldular. Son asırlarda yüz , iki yüz yıllık bir döneme hakim olan devlet yok. Bakıyorsunuz son iki yüzyılda, üç yüz yılda bir ülke işte Fransa 18. yüzyılda parlamış ve sönmüş,ondan önce İspanya yıkılmış, İngiltere bir zamanların güneş batmayan ülkesiydi, şu anda güneş doğmayan bir ülke olmuş. Son yüzyılda ise parlayan Rusya çöktü. Dokuz yüz elli yıl düşünebili­yor musunuz? Bu insanlar büyük bir me­deniyet oluşturmuşlardı. Kültürleri vardı, sistemleri vardı. Ama bakıyorsunuz ki dokuz yüz elli yılın sonunda çöküyorlar.

Peygamberlerin insanlığın medenileş­mesi noktasında -gönül ve akıl noktasında değil de sadece- öncü ol­dukları söyleniyor. Mesela İdris (a.s.)’ın terziliğinden, Nuh (a.s.)’ın gemi yapma­sından vs. Allah Teâla Adem (a.s.) ile ilgi­li olarak “Allah Adem’e eşyanın isimleri­ni öğretti” buyuruyor. Bu noktayı biraz açabilir misiniz?

Bu konuyu o şekilde ele alırsak Hz. Adem’le beraber medeni anlamda ha­yat başlıyor. Adem atamız ve Havva anamız bugünkü anlamıyla hem mede­niyetin hem bilginin hem insanca yaşa­manın ahlakça yaşamanın, hatta teset­türüne varıncaya kadar, ilk başlangıç noktasıdır. Yani Adem (a.s.)’da bilgi var, sanat var; bugünkü insanların da ilgi­lendiği ve ihtiyaç duyduğu sanatlar bunlar. Adem’de elbise var, tesettür var yani. Adem, Allah’ın emrettiği şekilde mahrem yerlerini örtmüştür. Nuh (a.s.)’da gemi var, yani bu hayatın Müs- lümanca inşası ile birlikte yaşanır hale gelmesinde temel etken Allah’ın o ko­nuda da onları bilgilendirmesidir. Allah bilgilendirmeseydi insan hiçbir şey yapa­mazdı. Önce konuşma yeteneği verme­seydi insanlar konuşamazlardı, buna masa, buna ağaç, buna sıra, buna ev diyemezlerdi, isimleri nasıl bulacaklar­dı? Medeniyetin oluşmasında en temel etkenlerden biri olan dil nasıl teşekkül edecekti? Ama karşı tarafın ise dünyayı imar etmek ya da dünyaya bağlanmak konusunda farklı bir konuma girdikleri­ni görüyoruz. Yani Allah’ın kendilerine verdiği yetkiyi kötüye kullandılar. Dünya bizimdir ve dünyayı kaybetmeyeceğiz dediler. İşte çatışma orada başladı. Bugün yaşananlar da çok farklı değil. Me­deniyetler çatışması denilen şeyin teme­linde yatan budur. Medeniyet açısından durum böyle. Birey noktasında bu ayrı­lık ve çatışmanın kökü Hz Adem’in oğulları Habil ve Kabil’e kadar uzanıyor.

Helak olan toplumlar var. Lut kavmi, Semut kavmi, Medyenler, Eykeliler, Fira­vunlar bunlar da yeryüzünü imar ettiler, büyük medeniyetler kurdular. Fakat imar ettikleri şey onların ayakta durma­sına yetmedi. Allah onları helak etti. Bu­nu biraz açabilir miyiz?

Yeryüzü insanoğlunun imarı ile ya da in­sanoğlunun gücü ile ayakta duracak değildir. Allah insan için ecel takdir etti­ği gibi toplumlar için de ecel takdir et­miştir. “Her ümmetin bir eceli vardır” buyuruyor Allah Teâla. Hiçbir toplum kendini bu ecelden soyutlayamaz, kur­taramaz. Toplumların eceli noktasında da hakim güç Allah’tır. İnsanlar kendi güçleriyle, kuvvetleriyle, teknolojileriyle, kurdukları medeniyetlerle kendilerini ne kadar güçlü hissederlerse hissetsinler eğer bir toplum için Allah-u Teâla ölü­mü takdir etmişse artık onlar bir an bile bu eceli ertelemeleri mümkün değildir. Nuh (a.s.) kendine iman edenlerle sayısı onlarla ifade edilebilecek kadar az. Şim­di bu gücün karşı taraftaki koskoca bir gücü matematiksel hesaba göre yıkabil­mesi mümkün değil fakat sonuçta Al­lah-u Teâla devreye girecektir. Dokuz yüz elli yılın sonunda yok olup gideceklerdir.

Hud kavmine gelelim. Yine Hud (a.s.) bir­likte Müslümanların sayısı çok az. Kur-an’ın anlattığına göre Ad kavmi ise şöyle diyor: “bizden daha güçlü kuvvetli kim var.” Dünya üzerinde süper bir güç, bunların karşısında durabilecek kimse yok. Kendileri dev gibi adamlar.Yani öyle bir teknolojileri var ki bu teknolojiyi yıkabilecek alternatif bir güç yok.Öyle kentleşme,şehirleşmeleri var ki dünya üzerinde bir daha onlar gibi kimse şehir yapamayacak adeta şehirle­rinin kanallarından bal, süt, şarap ve su ırmakları akıttılar.

Allah’ın cennetine karşılık yakuttan ze­bercetten ev yaptılar. Bugün dünya şe­hirlerinin belediyeleri ne kadar uğraşır­larsa uğraşsınlar Ad kavmi gibi bir şehir yapamayacaklardır. Ama bütün bunlara rağmen kentleşmeleri mükemmel, siyasi ve askeri yönden muntazam, ekonomik güçte, bedeni güçte rakip tanımaz ol­dukları halde Ad kavmini Allah-u Teâla, o dev gibi adamları yere serdi. Onlar­dan hiçbir şey kalmadı geriye. Yani Hut (a.s.) ve Müslümanların onları yıkması mümkün değilken onlar yıkılıp gittiler.

Semud kavmi ise Ad kavminden ve Nuh  kavminden esinlenerek sanki biraz ibret almış -ama tersten ibret- olarak Al­lah onları yendi ama bizi yenemez, biz daha ciddi olacağız dediler. Dağları oyup ölümsüz evler yaptılar. Ve saraylar yaptılar ovalarda. Ama sonuç: Allah-u Teâla onları suyla, rüzgarla değil de dağların içine kadar etki eden korkunç bir çığlıkla, sayhayla bitirdi. Semud kav­mi hayvanların yemeyip de ahırlarda ez­diği o yem kırıntılarına benzeyiverdiler.

Lut (a.s.)’ın kavminin karşısında bir güç var; Lut (as.) ve iki kızı. Başka hiç kimse yok. Yüz binlik şehirleri ve büyük mede­niyeti dev gibi eğlence merkezleri, otel­leri ile belki bütün dünyada dillere des­tan olacak bir çılgınlığı yaşıyordu Lut kavmi. Bu çılgınlığı yaşayabilmek ancak ekonomik ve siyasal gücü büyük toplumların bir özelliğidir. İşte bugün görü­yoruz en çılgın hayatı yeryüzünün en güçlü toplumları ve en müreffeh toplumları, şımarık toplumları yaşıyor. Ve o toplum da öyle idi. Sodom, Gomore şe­hirleri… Lut (a.s.) kavmi oradaydı iki kızıy­la beraber ne yapsın ama sonuç: Allah-u Teâla Lut (a.s)’a çekil sen aradan diyor. Melekleri gönderiyor melekler kentleri alı­yorlar, kaldırıyorlar ve yere çarpıyorlar.

Bugün bizim yaşadığımız dünyada bir medeniyet projesi var Amerika’nın. Av­rupa’nın birlikteliği var. İnsanların zihni çok karışık. Bilgisizlik söz konusu. Mev­cut olaylardan, mevcut hadiselerden ha­reketle bir takım yönelişler oluyor, tas­vip etmeler oluyor. Bu duruma ne di­yorsunuz?

Ona bir olayla Medyenlilerle Firavunları da gündeme getirdikten sonra cevap verelim.

Bizim güçten yana olmamız lazım deni­yor.

Tamam. Tarihi sırada Medyenliler var. Medyenliler de dünyayı ekonomik ola­rak sömüren bir toplum yani bugünkü dünyada ekonomik güç odaklar neyse o gün Medyen odur. Ve yine Medyenlileri matematiksel hesaba göre çökerte­bilecek hiçbir güç yok ve ama bakıyor­sunuz ki Medyenliler de bir çığlık ya da bir depremle bitiyor.O dünyanın ekono­mik gücü olan dünyayı ekonomik ola­rak sömüren toplum yerle bir oluyor. Tarihi sırada kendini tanrılaştıran ve güç bendedir diyen bir şahsiyet Firavun var. Gücün yanında ekonomiyi tanrılaştıran – birey anlamda, Medyenliler gibi kavmi değil- Karun var. Ve onlara destek olan Haman var. Bunlara da bakıyoruz ki so­nunda en büyük rab benim diyen Fira­vun ve bu güç ve kuvvete ben ulaştım diyen Karun ve onların yardımcıları de­nizde boğulup gidiyorlar. Ya da yere çakılıp kalıyorlar.

Kur’an’la bilgilenmeyen insanların, va­hiyle ilgilenmeyen insanların her zaman düşeceği hatayı siz biraz önce söyledi­niz. Yani “dünyada güç ve kuvvet kimde ise biz ondan yana olalım.” Doğru, bu söz doğru. Peki dünya da güç ve kuv­vet kimden yana, kimde? Dünyada bu­gün bütün dünyayı yönlendiren, bütün dünyaya hakim olan, dünyayı yaratan ve dünyada yaratmayı devam ettiren, gök­lerde yaratmayı devam ettiren, ayı do­ğuran, güneşi doğuran, güneşi batıran, yağmuru yağdıran, insanları var eden, insanlara güç veren kimdir? Bunu tespit edelim ve ondan yana olalım. Eğer ya­ratan bugün yeryüzünün süper güçle­riyse, süper devletleriyse -ki biraz önce de söyledik yani bugün yeryüzünün güçlü devletleri dedikleri devletlerin de ömürleri doğrusu çokta uzun olmayacak onların yanında yer alalım. Değil tabi.

Bugün güç ve kuvvet onlarda biz de onlardan yana olalım tavrı, bu tavrı ser­gileyen insanlar Allah’ın güç ve kuvveti­ni öğreneceği vahiy bilgisinden yoksun olanlardır. Gerçekten kim vahyi nereden alırsa onu kutsallaştırır, onu büyükler ve onun karşısında eğilmek zorundadır. Bugün insanlığın problemi budur. Müslümanların problemi de budur. Vahyi Allah’tan alan Müslümanlar Allah’ın bü­yüklüğünü, azametini göklerin ve dün­yanın sahibi olduğunu bilecek ve “aman Allah’la ilişkimizi iyi yapalım, aman bu alemin sahibi Allah, ondan uzak olma­yalım “diyecektir. Allah’la ilişkisini kesen, Allah’tan vahiy almayan, Allah’ı tanıma­yan, Allah’ı güçsüz zayıf bilen, ama  yeryüzündeki güç ve kuvveti yeryüzüne egemen olan kuvvetleri kutsallaştırıp büyükleyen, onlardan bilgi alıp, hep on­ların gücünün karşısında ezilen toplum­lar ve bireyler ise onları kutsallaştıraca­ğız ve onlara kul olacağız diyerek, aman onlarla birlikte olalım diyecektir. Şimdi burada konu problem yine sözün başından beri ifade etmeye çalıştığımız vahiy problemidir. Vahyi Allah’tan mı alalım vahyi başkasından mı alalım? Vahyi Allah’tan alırsak Allah’ı tanıyaca­ğız, Allah’a kul olacağız ve onun önün­de eğileceğiz. Vahyi başkasından alan­lar başkasına kul olacaklar.Ama sonuç­ta göklerde ve yerde ister istemez bü­tün varlıklar Allah’a teslim olmuşlarken, hiçbir varlık Allah’ın yaratması olmadan Allah’ın izni olmadan yaşamaya imkan bulamazken ve bu dünyanın bu alemin güç ve kuvvetini bir gün Allah bitirip tekrar bütün insanları diriltip cennet ve­ya cehenneme götürecek iken, tercihini­zi Allah’tan başkasına yapmak kadar bi­zim aleyhimize bir konum düşünebil­mek mümkün değil.

Müslümanca bir tavır mı?

Bakılsın Kur’an yardım istendiği zaman kimden istenecek, kime güvenilecek, yani tevekkül kime? Ona göre hareket edilsin. Kur’an ilk suresinde “ancak sa­na kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz” ifadesi geçiyor. Yani bu hayatı yaşamakta tek yardımına muhtaç oldu­ğumuz Allah’tır. Onun izni olmadan bu alemde kimse kılını kıpırdatamaz. Bu­nun yasası gayet açık. İnsanlar Allah’ın karşısında aciz olduklarını bilirlerse, Al­lah’tan yardım isterlerse, Allah’a güve­nirlerse, tevekkül ederlerse, kazanmış olurlar. Ama Allah’ın gücü konusunda eksiklik hissederlerse, zannedersem Al­lah’ın bu konu da gücü yok, başkaları­nın bu konuda gücü daha fazla derler­se yanılmış olurlar.

Evet Hocam, farklı bir mecraya geçelim. İslami kavramları birileri işine geldiği gi­bi kullanıyor. Bir hafife alma, bir değiş­tirme söz konusu yani kitabi olan şeyle­ri farklı yorumlama… Doğru hangisi?

Bu yeni bir şey değil Hz. Adem’den beri Nuh (a.s).’dan beri karşı tarafın yaptığı bir şey. Yani insanlar İslamı kabul etme­diklerinde, ya insanların Müslüman ol­masına engel olurlar, baktılar ki insan­lar illa Müslüman oluyorlarsa, o dini bo­zuyorlar kendilerinin hoşlandığı bir din haline getirip hiç olmazsa Müslüman olacaksanız böyle Müslüman olun di­yorlar. Dolayısıyla biraz önce ifade etti­ğimiz şekilde dini bozmak gerçekleşmiş oluyor. Allah Teâla insanlara özgürlük vermiş isteyen iman etmiş isteyen kafir olsun demiş, dileyen iman ediyor dile­yen kafir oluyor. Kafir olana da niye ka­fir oldun demiyor, dünyada ona fırsat veriyor. Özgürlüğünün sınırlarını açıyor. Müslüman olana da fırsat veriyor, öz­gürlük sınırlarını açıyor; ama diyor ki bak aklınızı başınıza alın. Müslüman olursanız kazanırsınız. Müslüman ol­mazsanız kaybedersiniz. Kur’an ve Resul’ün bilgisini tahrip gayretleri kıya­mete kadar devam edecektir. Ancak İslam ve Kur’an Allah’ın koruması altın­dadır. Allah’ın bilgisi doğru ve ortada­dır. Önemli olan bizim bu doğruya yönelmemizdir. Doğruya yönelirsek kaza­nırız.

Muallaka-ı Seb’a Kur’an-ı Kerim’in nü­zulü ile beraber kendi kendine yok ol­muş. O toplumu yönlendiren, hayat ve­ren kültürel done Kur-an’ın fesahati, belagati gücü karşısında yok olmuş.Kur’an var yani vahiy var ama… Kur’an metinlerini okuyanlar ne yapmalılar, ne­ler üretmeliler?

Kur’an’ı yeni baştan kalplerimize vahyetmemiz lazım. Ailemize yeni baştan vahyedeceğiz, toplumu yeni baştan Kur’an ‘la dirilteceğiz. Şimdi Muallakaların yeri­ni alan faaliyetler var. Kur’an’ın önüne ne engel oluyorsa ona hakim olabilme­miz, onun yerine tekrar gönüllerin göz­lerin kulakların tekrar Kur’an’a yönel­mesiyle mümkün olacaktır. Kalplerimize Kur’an inmeye başladığından itibaren re­sul sevgisi, bilgisi bize gelmeye başladı­ğından itibaren artık muallakalar yani topluma bugün yön verenlerin hepsi bi­tecektir. Asıl olan önemli olan yeni baş­tan Muhammed (a.s.)’a taptaze ineni o Kur’an’ı kendimize indirmemiz, ailemi­ze indirmemiz topluma ve bütün dün­yaya indirebilmemizdir.

Kur’an ayetlerindeki şifreleri çözdüklerini iddia eden bir takım insanlar gaybi ha­berler verdiklerini söylüyorlar. Son za­manlarda çok da rağbet görüyor bunlar. Bu konuda neler söylersiniz?

Allah’ın genel yasaları var, sünnetullahı var, toplumsal yasaları var. Allah-u Teâla böyle bu konulara hiçbir açıklık da ge­tirmemiş ve hatta bir çıkış yolu da gös­termemiş. Ne Muhammed (a.s.)’ın haya­tında ne de Kur’an’ı baştan sona oku­duğumuz zaman karşımıza böyle bir şey çıkmıyor. Gaybı ancak Allah’ın bile­bileceğini söylüyor Kur’an. Peygamber­lere gaybi bilgi indiriyor, hepsini de ver­miyor gerektiği kadarını bildiriyor. Artık bugün Allah’ın bildirmediği, peygamber­lerine bile bildirmediği konularda bizim çıkarımlar yapmamıza veya bu yönde çaba içine girmemize gerek yok.

Allah-u Teâla bütün bilgisini insanlara yüklese ki şu anda yaratmış olduğu varlığı en iyi şekilde O bilir, insanlar bunu kaldıramaz. Bir gayb bilgisinden bir haf­talık, on günlük, yüz günlük bile açılsa insanlar buna tahammül edemez. Kaldı ki Allah bütün bilgilerini yüce arş yüce kürsideki bilmediğimiz diğer alemler … Bize düşen iş Kur’an ne diyor, Resul ne diyor ona göre yaşamaktır.

İlmine güvenebileceğimiz dinde rasihler konusu var. Onlar da aynı mı?

Bu gayb bilgisinde değil, gayb bilgisin­de bir insanın diğerinden farkı yok. An­cak elçilerin durumu farklı. Bu konuda Allah kimseye yetki vermemiş ki…

Yaradılıştan bahsettiniz, en güzel biçim­de yaratılmaktan bahsettiniz. Peygam­berler de tarihi boyunca, hep bu güzel olan kainat içerisinde insan kalbini de Allah’ın kainatı güzel yarattığı gibi gü­zelleştirmek için mücadele vermişler. Bugün bozgun var, değiştirme var. Al­lah’ın bilgisini farklı metotlarla hikaye, roman, v.s. farklı teknikler kullanılarak anlatmak mümkün mü?

Bir Müslüman Kur’an ve Resul’den ciddi anlamda bilgilenmeye devam eder. Ya­ni bir dönem birikim sağladım artık ben yazayım çizeyim diye bir şey yok. Bu bil­gilenmesine devam ederken kendisine Kur’an ve Resul yol gösterirken bu du­yurmayı nasıl yapar ne şekilde yapar, araç ne olur bu değişkenlik gösterebilir. Allah’ın dinini başkasına aktarmayı he­defleyen Müslüman, önce Müslüman ol­mayı bir hedeflesin, kendisi iyi bir Müs­lüman olmayı düşünsün, Kur’an ve Re­sulle beraber olsun, Allah’ın izniyle Kur’an’ın ve Resul’ün gönderdiği yolda gidebildiği yere kadar gitsin. Asıl olan bu. Öğrendiklerimiz bizi yanlışlardan uzaklaştırsın, öğrendikçe yapacağımız şeyler belirlenecektir. Bu arada yaptığı­mız iyi işleri devam ettirelim.Yahya (a.s.)’a diyor ki Allah Teâla : “selam doğ­duğu gün Yahya üzerine, selam öldüğü gün Yahya üzerine, selam dirildiği gün Yahya üzerine” böyle olmak gerekiyor. Diri bir insan, diri bir hayat, diri bir ölüm, Allah’ın selam dediği bir şahsiyet olabilmek. İşte bütün mesle bu.

İslam Medeniyetinin kaynağı otan Kur’an’ı anlamak için iki tefsirden oku­mak gerektiğini söylemiştiniz.

Bunu biraz daha çıkaralım beş diyelim. Niye beş niye iki, değil mi? Anlayış çün­kü bir Müslümandan faydalanmak onu öğrenmek o Müslüman gözüyle Ku­ran’a bakmaktır. Biliyorsunuz Kuran’ı her Müslüman kendi gücü nispetinde almış ve açıklamıştır. Biz böyle dört, beş, altı daha fazla Müslümandan faydalanarak Kur’an’ı anlamaya çalışırsak daha geniş kapsamlı bakarız.

Sadece Kur’an’ı okusa Müslüman, hiç tefsir okumamış orada bir yanılgıya dü­şebilir mi?

Saf Kur’an’ı neyle okuyacak bu insan, başka bilgileri yok. Hiçbir ilgisi olmamış şimdiye kadar, bir yerden bilgi almamış bu toplumun içinde yaşıyor değil mi? Rasyonel bilgiler alıyor başka bilgileri var. Kur’an’ı yalın alırsa sünnetsiz, Müslü­manların, Resul (s.a.v.)’in, sahabenin, kafa yoran Müslümanların oluşturduğu biri­kimden bilgisinden soyutlanırsa, kendi bilgileriyle Kur’an’ı yorumlamaya başlar, işte orada yanılgıya düşer. Ama önce Kur’an’ı Resul (s.a.v.)’in sünnetiyle bera­ber, Resul (s.a.v.)’in onayladığı sahabesi­nin hayatıyla beraber, Allah’ın dinini ya­şayan ve bize kadar Kur’an üzerinde, Resul üzerinde kafa yoran Müslümanlardan faydalanırsak kendi eksikliğimiz de böylece giderilecektir. Onlarla yanılgılardan uzaklaşacağız hem de daha doğruya git­miş olacağız. Yalnız başıma Kur’an’ı oku­rum diyen bir kimse, gerçekten Kur’an’ı okurken başka hiçbir bilgisi yoksa, ta­mam ama akla hayale gelmeyen bir sürü bilgilerin içinden gelmiş yani anasından doğduğu günden beri okuduğu okullar, seyrettiği filmler, tiyatrolar, medya, fut­bol, oyun eğlence, şarkı, türkü, tarih, fel­sefe, bütün bunlarla beraber Kur’an oku­yacak şüphesiz algılayışı sıkıntılı olacak­tır. Kur’an’ı tefsirlerle beraber okuyup acaba benden önceki Müslümanlar Re­sul (s.a.v.) bunu pratiğe nasıl aktarmış derse, Allah’tan ümit ederiz ki yavaş ya­vaş eski bilgiler gidecek yeni bilgi Kur’an ve Resul ona hakim olacaktır.

Şöyle bir kaç cümleyle cevap verirseniz hangi tefsirleri tavsiye ediyorsunuz? Pey­gamber (s.a.v)’in hayatını okumada han­gi kitaplar tercih edilmelidir?

Benim bu sene takip etmiş olduğum bir sistem var. Her bir cüzü başka bir tefsir­den okudum. Birinci cüzü ayrı bir tefsir­den, ikinci cüzü ayrı bir tefsirden, üçüncü cüzü ayrı bir tefsirden okumuştum. Açı­lım olsun diye. Kaç yıldır Kur’an okuyo­ruz Allah bize daha iyi hidayet versin ama asla Kur’an okumaktan yani tefsir­ okumaktan soyutlanmayalım. Kim olursa olsun hepsine muhtacız, bir sürü okumadığımız hadis kitabı var. Hepsini okuyacaksınız, hangi tefsir olursa olsun orada bir seçimim yok ama diyelim ki bir garip Müslüman tefsir alacak ama onun gücüne göre şunu al derim veya şu daha güzel deriz. Ama ertesi gün başkasını al diyeceğiz yani fark etmez gördüğümüz kadarıyla bütün Müs­lümanlar Kur’an ve peygamber hakkın­da söylenenler çok ciddi şeyler, yani düşmanlığı yoksa. Günahıyla sevabıyla samimidir, söyleyeceğini söylemiştir. İsim önemli değil. Siz ona bağımlı değil­siniz ki hepsini okuyorsunuz, bu arada yanlışlar ortaya çıkıyor.

Doyurucu cevaplar için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çizgi-5 / Behice Kolçak Şark
Güldü de / Feride Sezer
Sûfi ve Şiir / Bilal Kemikli
Alnımızdaki Uçurum / A.Vahap Dağkılıç
Yaşıt Adımlar / Eyüp E. Akyüz
Tümünü Göster