Kur’an-ı Kerim’de geçmiş milletlerden, bunların kurmuş oldukları medeniyetlerden ve kendilerine gönderilen peygamberlerden bahsediliyor. Medeniyetlerin kuruluşları, yaşayışları ve yok oluşları, helak edilmeleri anlatılıyor. Bugün “Büyük Ortadoğu Projesi”nden söz ediliyor. Medeniyetlerin yok olma sebeplerini de dikkate alarak bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bismillahirrahmanirrahim.
Allah Teâla’nın insanlığa en büyük hediyesi, rahmeti, nimeti, vahiydir. Allah yegane yaratandır; yaratması, varlıklara hakimiyeti, sürekli devam eder. Kur’an-ı Kerim’in bize bildirdiğinin dışında yaratma konusunda hiçbir şey söyleyemeyiz. Allah Teâla varlığı yaratmaya kalemle başladı; ilk yaratılan kalemdir. Kur’an’da kaleme yemin etmesinin sebebi hikmeti bu olsa gerek. Ayrıca kalem ismini taşıyan bir de sure var. Rabbimiz, kalemi yarattıktan sonra ona emretti ve bütün olacakları yazdı kalem. Kaderi yaratan kaderin de sahibidir. Yaratan Allah, varlıkların nasıl yaşayacağına da karar verendir. Şüphesiz yarattığı andan hatta yaratmayı murad ettiği andan itibaren bu varlığın kıyamette son bulması, ahiret hayatının başlamasına kadar Rabbimin hakimiyeti ve bilgisi devam edecektir. Onun bilgisinin ve hakimiyetinin sınırı yoktur.
Allah en iyisini bilir, insanı yaratırken en güzel şekilde yarattığını söylüyor. Yaratan O’dur mutlak bilgi sahibi olan O’dur. Kur’an’da “Biz insanı en güzel surette yarattık” buyuruyor. Bunu söylerken insana ne denli önem verdiğini ifade etmiş oluyor. Allah insanın bedenini çamurdan yarattığını ve ruhunu İlâhi, özel kıldığını söylüyor. “Biz insana kendi ruhumuzdan üfürdük” buyuruyor. Cesede bu ruh verilince insan varlık sahnesine çıktı. Şüphesiz varlık sahasına çıkışında sadece bu iki özelliği yoktur. Başka özellikleri de mevcuttur insanın.
Allah insana “halife” diyerek büyük bir şeref ve imtiyaz bahşediyor. Melekler ise “kan dökücü ve bozguncu” diyor. Sonra Allah, Adem’e bilgi veriyor. Bu bilgiyle Adem’in meleklerden farklı olan konumu daha belirgin bir hal alıyor. İnsanı “Eşref-i Mahlukat” seviyesine yükselten hususiyetler bunlardır. Tabi bunların farkında olmak gerekir. Melekler buna karşılık saygıda kusur etmiyor Allah’ın emri üzerine Adem’in şahsında Allah’a secde ediyorlar ve Adem’in özel konumunu kabul ediyorlar.
Adem’le başlayan insanlık yaradılışı Adem’in yanı başında Havva anamızın var edilmesiyle yeni bir döneme girer ve o ikisini Rabbimiz cennete kor ve cennette bir denemeden sonra Adem atamız ve Havva anamız yeryüzüne inerler. Ve hayat yeryüzünde başlıyor bu şekilde. İşte kendimizi burada buluyoruz. Yani Kur’an’da bildirildiği kadarıyla var oluşun tarihi sıralaması böyle.
Yeryüzüne inen insanlık başı boş bırakılmadı. Allah Teâla Adem’e bilgiyi verdikten sonra, ona gerekli olan donanımı sağladıktan sonra, ona yeni bir görev verecektir, bu yeni görev ise yeryüzünde risalet görevidir. Yani insanların kıyamete kadar muhtaç olduğu en büyük nimet olan vahiy, peygamberlik görevi ile insana ulaşıyor.Yaratılanın, varlığının başı ve sonu olmayan yaratanıyla irtibatını vahiy nimeti ve peygamberlik görevi sağlıyor. Şudur o zaman vahiy: Allah bilgisinden insanlığa gereği kadarının ulaşması. Biz Allah’ın bildirdiği kadarına muhtacız. İşte bu bilgiyle insanlıkta vahiy kültürü oluşuyor, din oluşuyor. Din bu hayatın Allah’ça yaşanması demektir. Ve bu bilgi insana en büyük şerefi veriyor. Çünkü vahiyle şereflenen insan yeryüzünde Allah-u Teâla’nın kendisi için yaratmış olduğu o şerefli konumu kazanan insandır. Vahyi reddeden, vahyi bilgi alanı dışına atan, benim vahye ihtiyacım yok yani benim Allah’a ihtiyacım yok diyen insan ise Allah’ın kendisine yarattığı bilgi yollarıyla yani akılla ve duyularıyla varlık problemini çözmek isteyecektir. (Bu temayül insanın tabiatında vardır.) Fakat çözemeyecektir. Çünkü Allah-u Teâla akla ve duyulara sınırsız çözüm yetkisi vermemiştir. Sınırsız bilgi yetkisi vermemiştir ve zaten o akıl ve duyularla insan vahiy olmadan hiçbir şey bilemez.
Belki bir şeyler bilebilir ama nihayet bildiği, meleklerin ifadesindeki şekliyle kan dökücülük ve bozgunculukla neticelenir. Bunu nereden çıkarıyorsunuz derseniz, Kur’an’ın bunu ifade ettiği şekliyle, Kur’an’da anlatılan tarihi değerlerle de bunu anlamamız mümkündür. Sorunuzun ikinci kısmında yer alan ve ucu kan dökücülüğe, bozgunculuğa çıkan projeler hep bu zihniyetin ürünüdür. Bugün dünyada yaşanılan şey vahye sırt çeviren bir medeniyetin insanlığa reva gördüğü muameledir. İnsanlar vahye teslim olmuşlarsa Allah’a kul oluyorlar ve güzelce yaşıyorlar ama vahye teslim olmamışlarsa kan dökücülükten, bozgunculuktan, yeryüzünde fesat çıkarmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Yani bu insanlıktan daha aşağı olan bir konum ki Allah bunu hayvanlardan daha aşağı bir alçaklık olarak ifadelendiriyor. Eşref-i mahlukat olarak yaratılan insanın en zirveden en dibe inişinin hazin tablosuyla karşı karşıyayız. Bu durumu, Kur’an’dan anlattığımız, insanlığın tarihi serüveninden örneklerle daha iyi kavrayabiliriz. Vahye karşı tutumlarıyla toplumları değerlendirebiliriz. ToplumIar vahye karşı nasıl bir tavır almışlar, Kur’an’ın anlattığı şekliyle bakalım ve toplumların vahiyle ilişkisini tespit edelim. Neticelerini görelim ki Kur’an’ın ayetlerini anlayalım ve şu anda biz ne yapmalıyız ve biz ne yaparsak kazanırız, ne yapmazsak kaybederiz anlayalım.
Adem ve Havva’nın çocukları dünyaya gelir. Allah-u Teâla Adem’e vahyeder yani bilgi aktarır. Adem çocuklarını İslam’a davet eder. İslam’a çünkü Allah katında din İslam’dır. Hz Adem’in dini İslam’dır. Hz. Nuh’un, Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın dini İslam’dır. (Allah’ın selamı onların üstüne olsun.) Ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği dinin adı da Allah dini olan İslam’dır.
Hz. Nuh dönemine gelindiğinde sapma içine girildiğini görüyoruz, dokuz yüz elli yıllık uzun ömürlü Nuh kavminin. Nuh (a.s.) onlara Allah’ın bilgisiyle konuştu, onları İslam’a davet etti. Ama onlar kabul etmediler apaçık bir dalalete düştüler. Halbuki Allah-u Teâla onları yaratandır. Allah yalnızca insanlara, Allah’a kulluk yapsınlar diye yeryüzünde yaşama fırsatı verdi ama onlar bunu kabul etmediler ve o uzun dönemin insanları bugünkü anlamda büyük bir medeniyet, büyük bir gücün ve uzun süreli bir devletin sahipleri suyla helak oldular. Son asırlarda yüz , iki yüz yıllık bir döneme hakim olan devlet yok. Bakıyorsunuz son iki yüzyılda, üç yüz yılda bir ülke işte Fransa 18. yüzyılda parlamış ve sönmüş,ondan önce İspanya yıkılmış, İngiltere bir zamanların güneş batmayan ülkesiydi, şu anda güneş doğmayan bir ülke olmuş. Son yüzyılda ise parlayan Rusya çöktü. Dokuz yüz elli yıl düşünebiliyor musunuz? Bu insanlar büyük bir medeniyet oluşturmuşlardı. Kültürleri vardı, sistemleri vardı. Ama bakıyorsunuz ki dokuz yüz elli yılın sonunda çöküyorlar.
Peygamberlerin insanlığın medenileşmesi noktasında -gönül ve akıl noktasında değil de sadece- öncü oldukları söyleniyor. Mesela İdris (a.s.)’ın terziliğinden, Nuh (a.s.)’ın gemi yapmasından vs. Allah Teâla Adem (a.s.) ile ilgili olarak “Allah Adem’e eşyanın isimlerini öğretti” buyuruyor. Bu noktayı biraz açabilir misiniz?
Bu konuyu o şekilde ele alırsak Hz. Adem’le beraber medeni anlamda hayat başlıyor. Adem atamız ve Havva anamız bugünkü anlamıyla hem medeniyetin hem bilginin hem insanca yaşamanın ahlakça yaşamanın, hatta tesettürüne varıncaya kadar, ilk başlangıç noktasıdır. Yani Adem (a.s.)’da bilgi var, sanat var; bugünkü insanların da ilgilendiği ve ihtiyaç duyduğu sanatlar bunlar. Adem’de elbise var, tesettür var yani. Adem, Allah’ın emrettiği şekilde mahrem yerlerini örtmüştür. Nuh (a.s.)’da gemi var, yani bu hayatın Müs- lümanca inşası ile birlikte yaşanır hale gelmesinde temel etken Allah’ın o konuda da onları bilgilendirmesidir. Allah bilgilendirmeseydi insan hiçbir şey yapamazdı. Önce konuşma yeteneği vermeseydi insanlar konuşamazlardı, buna masa, buna ağaç, buna sıra, buna ev diyemezlerdi, isimleri nasıl bulacaklardı? Medeniyetin oluşmasında en temel etkenlerden biri olan dil nasıl teşekkül edecekti? Ama karşı tarafın ise dünyayı imar etmek ya da dünyaya bağlanmak konusunda farklı bir konuma girdiklerini görüyoruz. Yani Allah’ın kendilerine verdiği yetkiyi kötüye kullandılar. Dünya bizimdir ve dünyayı kaybetmeyeceğiz dediler. İşte çatışma orada başladı. Bugün yaşananlar da çok farklı değil. Medeniyetler çatışması denilen şeyin temelinde yatan budur. Medeniyet açısından durum böyle. Birey noktasında bu ayrılık ve çatışmanın kökü Hz Adem’in oğulları Habil ve Kabil’e kadar uzanıyor.
Helak olan toplumlar var. Lut kavmi, Semut kavmi, Medyenler, Eykeliler, Firavunlar bunlar da yeryüzünü imar ettiler, büyük medeniyetler kurdular. Fakat imar ettikleri şey onların ayakta durmasına yetmedi. Allah onları helak etti. Bunu biraz açabilir miyiz?
Yeryüzü insanoğlunun imarı ile ya da insanoğlunun gücü ile ayakta duracak değildir. Allah insan için ecel takdir ettiği gibi toplumlar için de ecel takdir etmiştir. “Her ümmetin bir eceli vardır” buyuruyor Allah Teâla. Hiçbir toplum kendini bu ecelden soyutlayamaz, kurtaramaz. Toplumların eceli noktasında da hakim güç Allah’tır. İnsanlar kendi güçleriyle, kuvvetleriyle, teknolojileriyle, kurdukları medeniyetlerle kendilerini ne kadar güçlü hissederlerse hissetsinler eğer bir toplum için Allah-u Teâla ölümü takdir etmişse artık onlar bir an bile bu eceli ertelemeleri mümkün değildir. Nuh (a.s.) kendine iman edenlerle sayısı onlarla ifade edilebilecek kadar az. Şimdi bu gücün karşı taraftaki koskoca bir gücü matematiksel hesaba göre yıkabilmesi mümkün değil fakat sonuçta Allah-u Teâla devreye girecektir. Dokuz yüz elli yılın sonunda yok olup gideceklerdir.
Hud kavmine gelelim. Yine Hud (a.s.) birlikte Müslümanların sayısı çok az. Kur-an’ın anlattığına göre Ad kavmi ise şöyle diyor: “bizden daha güçlü kuvvetli kim var.” Dünya üzerinde süper bir güç, bunların karşısında durabilecek kimse yok. Kendileri dev gibi adamlar.Yani öyle bir teknolojileri var ki bu teknolojiyi yıkabilecek alternatif bir güç yok.Öyle kentleşme,şehirleşmeleri var ki dünya üzerinde bir daha onlar gibi kimse şehir yapamayacak adeta şehirlerinin kanallarından bal, süt, şarap ve su ırmakları akıttılar.
Allah’ın cennetine karşılık yakuttan zebercetten ev yaptılar. Bugün dünya şehirlerinin belediyeleri ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar Ad kavmi gibi bir şehir yapamayacaklardır. Ama bütün bunlara rağmen kentleşmeleri mükemmel, siyasi ve askeri yönden muntazam, ekonomik güçte, bedeni güçte rakip tanımaz oldukları halde Ad kavmini Allah-u Teâla, o dev gibi adamları yere serdi. Onlardan hiçbir şey kalmadı geriye. Yani Hut (a.s.) ve Müslümanların onları yıkması mümkün değilken onlar yıkılıp gittiler.
Semud kavmi ise Ad kavminden ve Nuh kavminden esinlenerek sanki biraz ibret almış -ama tersten ibret- olarak Allah onları yendi ama bizi yenemez, biz daha ciddi olacağız dediler. Dağları oyup ölümsüz evler yaptılar. Ve saraylar yaptılar ovalarda. Ama sonuç: Allah-u Teâla onları suyla, rüzgarla değil de dağların içine kadar etki eden korkunç bir çığlıkla, sayhayla bitirdi. Semud kavmi hayvanların yemeyip de ahırlarda ezdiği o yem kırıntılarına benzeyiverdiler.
Lut (a.s.)’ın kavminin karşısında bir güç var; Lut (as.) ve iki kızı. Başka hiç kimse yok. Yüz binlik şehirleri ve büyük medeniyeti dev gibi eğlence merkezleri, otelleri ile belki bütün dünyada dillere destan olacak bir çılgınlığı yaşıyordu Lut kavmi. Bu çılgınlığı yaşayabilmek ancak ekonomik ve siyasal gücü büyük toplumların bir özelliğidir. İşte bugün görüyoruz en çılgın hayatı yeryüzünün en güçlü toplumları ve en müreffeh toplumları, şımarık toplumları yaşıyor. Ve o toplum da öyle idi. Sodom, Gomore şehirleri… Lut (a.s.) kavmi oradaydı iki kızıyla beraber ne yapsın ama sonuç: Allah-u Teâla Lut (a.s)’a çekil sen aradan diyor. Melekleri gönderiyor melekler kentleri alıyorlar, kaldırıyorlar ve yere çarpıyorlar.
Bugün bizim yaşadığımız dünyada bir medeniyet projesi var Amerika’nın. Avrupa’nın birlikteliği var. İnsanların zihni çok karışık. Bilgisizlik söz konusu. Mevcut olaylardan, mevcut hadiselerden hareketle bir takım yönelişler oluyor, tasvip etmeler oluyor. Bu duruma ne diyorsunuz?
Ona bir olayla Medyenlilerle Firavunları da gündeme getirdikten sonra cevap verelim.
Bizim güçten yana olmamız lazım deniyor.
Tamam. Tarihi sırada Medyenliler var. Medyenliler de dünyayı ekonomik olarak sömüren bir toplum yani bugünkü dünyada ekonomik güç odaklar neyse o gün Medyen odur. Ve yine Medyenlileri matematiksel hesaba göre çökertebilecek hiçbir güç yok ve ama bakıyorsunuz ki Medyenliler de bir çığlık ya da bir depremle bitiyor.O dünyanın ekonomik gücü olan dünyayı ekonomik olarak sömüren toplum yerle bir oluyor. Tarihi sırada kendini tanrılaştıran ve güç bendedir diyen bir şahsiyet Firavun var. Gücün yanında ekonomiyi tanrılaştıran – birey anlamda, Medyenliler gibi kavmi değil- Karun var. Ve onlara destek olan Haman var. Bunlara da bakıyoruz ki sonunda en büyük rab benim diyen Firavun ve bu güç ve kuvvete ben ulaştım diyen Karun ve onların yardımcıları denizde boğulup gidiyorlar. Ya da yere çakılıp kalıyorlar.
Kur’an’la bilgilenmeyen insanların, vahiyle ilgilenmeyen insanların her zaman düşeceği hatayı siz biraz önce söylediniz. Yani “dünyada güç ve kuvvet kimde ise biz ondan yana olalım.” Doğru, bu söz doğru. Peki dünya da güç ve kuvvet kimden yana, kimde? Dünyada bugün bütün dünyayı yönlendiren, bütün dünyaya hakim olan, dünyayı yaratan ve dünyada yaratmayı devam ettiren, göklerde yaratmayı devam ettiren, ayı doğuran, güneşi doğuran, güneşi batıran, yağmuru yağdıran, insanları var eden, insanlara güç veren kimdir? Bunu tespit edelim ve ondan yana olalım. Eğer yaratan bugün yeryüzünün süper güçleriyse, süper devletleriyse -ki biraz önce de söyledik yani bugün yeryüzünün güçlü devletleri dedikleri devletlerin de ömürleri doğrusu çokta uzun olmayacak onların yanında yer alalım. Değil tabi.
Bugün güç ve kuvvet onlarda biz de onlardan yana olalım tavrı, bu tavrı sergileyen insanlar Allah’ın güç ve kuvvetini öğreneceği vahiy bilgisinden yoksun olanlardır. Gerçekten kim vahyi nereden alırsa onu kutsallaştırır, onu büyükler ve onun karşısında eğilmek zorundadır. Bugün insanlığın problemi budur. Müslümanların problemi de budur. Vahyi Allah’tan alan Müslümanlar Allah’ın büyüklüğünü, azametini göklerin ve dünyanın sahibi olduğunu bilecek ve “aman Allah’la ilişkimizi iyi yapalım, aman bu alemin sahibi Allah, ondan uzak olmayalım “diyecektir. Allah’la ilişkisini kesen, Allah’tan vahiy almayan, Allah’ı tanımayan, Allah’ı güçsüz zayıf bilen, ama yeryüzündeki güç ve kuvveti yeryüzüne egemen olan kuvvetleri kutsallaştırıp büyükleyen, onlardan bilgi alıp, hep onların gücünün karşısında ezilen toplumlar ve bireyler ise onları kutsallaştıracağız ve onlara kul olacağız diyerek, aman onlarla birlikte olalım diyecektir. Şimdi burada konu problem yine sözün başından beri ifade etmeye çalıştığımız vahiy problemidir. Vahyi Allah’tan mı alalım vahyi başkasından mı alalım? Vahyi Allah’tan alırsak Allah’ı tanıyacağız, Allah’a kul olacağız ve onun önünde eğileceğiz. Vahyi başkasından alanlar başkasına kul olacaklar.Ama sonuçta göklerde ve yerde ister istemez bütün varlıklar Allah’a teslim olmuşlarken, hiçbir varlık Allah’ın yaratması olmadan Allah’ın izni olmadan yaşamaya imkan bulamazken ve bu dünyanın bu alemin güç ve kuvvetini bir gün Allah bitirip tekrar bütün insanları diriltip cennet veya cehenneme götürecek iken, tercihinizi Allah’tan başkasına yapmak kadar bizim aleyhimize bir konum düşünebilmek mümkün değil.
Müslümanca bir tavır mı?
Bakılsın Kur’an yardım istendiği zaman kimden istenecek, kime güvenilecek, yani tevekkül kime? Ona göre hareket edilsin. Kur’an ilk suresinde “ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz” ifadesi geçiyor. Yani bu hayatı yaşamakta tek yardımına muhtaç olduğumuz Allah’tır. Onun izni olmadan bu alemde kimse kılını kıpırdatamaz. Bunun yasası gayet açık. İnsanlar Allah’ın karşısında aciz olduklarını bilirlerse, Allah’tan yardım isterlerse, Allah’a güvenirlerse, tevekkül ederlerse, kazanmış olurlar. Ama Allah’ın gücü konusunda eksiklik hissederlerse, zannedersem Allah’ın bu konu da gücü yok, başkalarının bu konuda gücü daha fazla derlerse yanılmış olurlar.
Evet Hocam, farklı bir mecraya geçelim. İslami kavramları birileri işine geldiği gibi kullanıyor. Bir hafife alma, bir değiştirme söz konusu yani kitabi olan şeyleri farklı yorumlama… Doğru hangisi?
Bu yeni bir şey değil Hz. Adem’den beri Nuh (a.s).’dan beri karşı tarafın yaptığı bir şey. Yani insanlar İslamı kabul etmediklerinde, ya insanların Müslüman olmasına engel olurlar, baktılar ki insanlar illa Müslüman oluyorlarsa, o dini bozuyorlar kendilerinin hoşlandığı bir din haline getirip hiç olmazsa Müslüman olacaksanız böyle Müslüman olun diyorlar. Dolayısıyla biraz önce ifade ettiğimiz şekilde dini bozmak gerçekleşmiş oluyor. Allah Teâla insanlara özgürlük vermiş isteyen iman etmiş isteyen kafir olsun demiş, dileyen iman ediyor dileyen kafir oluyor. Kafir olana da niye kafir oldun demiyor, dünyada ona fırsat veriyor. Özgürlüğünün sınırlarını açıyor. Müslüman olana da fırsat veriyor, özgürlük sınırlarını açıyor; ama diyor ki bak aklınızı başınıza alın. Müslüman olursanız kazanırsınız. Müslüman olmazsanız kaybedersiniz. Kur’an ve Resul’ün bilgisini tahrip gayretleri kıyamete kadar devam edecektir. Ancak İslam ve Kur’an Allah’ın koruması altındadır. Allah’ın bilgisi doğru ve ortadadır. Önemli olan bizim bu doğruya yönelmemizdir. Doğruya yönelirsek kazanırız.
Muallaka-ı Seb’a Kur’an-ı Kerim’in nüzulü ile beraber kendi kendine yok olmuş. O toplumu yönlendiren, hayat veren kültürel done Kur-an’ın fesahati, belagati gücü karşısında yok olmuş.Kur’an var yani vahiy var ama… Kur’an metinlerini okuyanlar ne yapmalılar, neler üretmeliler?
Kur’an’ı yeni baştan kalplerimize vahyetmemiz lazım. Ailemize yeni baştan vahyedeceğiz, toplumu yeni baştan Kur’an ‘la dirilteceğiz. Şimdi Muallakaların yerini alan faaliyetler var. Kur’an’ın önüne ne engel oluyorsa ona hakim olabilmemiz, onun yerine tekrar gönüllerin gözlerin kulakların tekrar Kur’an’a yönelmesiyle mümkün olacaktır. Kalplerimize Kur’an inmeye başladığından itibaren resul sevgisi, bilgisi bize gelmeye başladığından itibaren artık muallakalar yani topluma bugün yön verenlerin hepsi bitecektir. Asıl olan önemli olan yeni baştan Muhammed (a.s.)’a taptaze ineni o Kur’an’ı kendimize indirmemiz, ailemize indirmemiz topluma ve bütün dünyaya indirebilmemizdir.
Kur’an ayetlerindeki şifreleri çözdüklerini iddia eden bir takım insanlar gaybi haberler verdiklerini söylüyorlar. Son zamanlarda çok da rağbet görüyor bunlar. Bu konuda neler söylersiniz?
Allah’ın genel yasaları var, sünnetullahı var, toplumsal yasaları var. Allah-u Teâla böyle bu konulara hiçbir açıklık da getirmemiş ve hatta bir çıkış yolu da göstermemiş. Ne Muhammed (a.s.)’ın hayatında ne de Kur’an’ı baştan sona okuduğumuz zaman karşımıza böyle bir şey çıkmıyor. Gaybı ancak Allah’ın bilebileceğini söylüyor Kur’an. Peygamberlere gaybi bilgi indiriyor, hepsini de vermiyor gerektiği kadarını bildiriyor. Artık bugün Allah’ın bildirmediği, peygamberlerine bile bildirmediği konularda bizim çıkarımlar yapmamıza veya bu yönde çaba içine girmemize gerek yok.
Allah-u Teâla bütün bilgisini insanlara yüklese ki şu anda yaratmış olduğu varlığı en iyi şekilde O bilir, insanlar bunu kaldıramaz. Bir gayb bilgisinden bir haftalık, on günlük, yüz günlük bile açılsa insanlar buna tahammül edemez. Kaldı ki Allah bütün bilgilerini yüce arş yüce kürsideki bilmediğimiz diğer alemler … Bize düşen iş Kur’an ne diyor, Resul ne diyor ona göre yaşamaktır.
İlmine güvenebileceğimiz dinde rasihler konusu var. Onlar da aynı mı?
Bu gayb bilgisinde değil, gayb bilgisinde bir insanın diğerinden farkı yok. Ancak elçilerin durumu farklı. Bu konuda Allah kimseye yetki vermemiş ki…
Yaradılıştan bahsettiniz, en güzel biçimde yaratılmaktan bahsettiniz. Peygamberler de tarihi boyunca, hep bu güzel olan kainat içerisinde insan kalbini de Allah’ın kainatı güzel yarattığı gibi güzelleştirmek için mücadele vermişler. Bugün bozgun var, değiştirme var. Allah’ın bilgisini farklı metotlarla hikaye, roman, v.s. farklı teknikler kullanılarak anlatmak mümkün mü?
Bir Müslüman Kur’an ve Resul’den ciddi anlamda bilgilenmeye devam eder. Yani bir dönem birikim sağladım artık ben yazayım çizeyim diye bir şey yok. Bu bilgilenmesine devam ederken kendisine Kur’an ve Resul yol gösterirken bu duyurmayı nasıl yapar ne şekilde yapar, araç ne olur bu değişkenlik gösterebilir. Allah’ın dinini başkasına aktarmayı hedefleyen Müslüman, önce Müslüman olmayı bir hedeflesin, kendisi iyi bir Müslüman olmayı düşünsün, Kur’an ve Resulle beraber olsun, Allah’ın izniyle Kur’an’ın ve Resul’ün gönderdiği yolda gidebildiği yere kadar gitsin. Asıl olan bu. Öğrendiklerimiz bizi yanlışlardan uzaklaştırsın, öğrendikçe yapacağımız şeyler belirlenecektir. Bu arada yaptığımız iyi işleri devam ettirelim.Yahya (a.s.)’a diyor ki Allah Teâla : “selam doğduğu gün Yahya üzerine, selam öldüğü gün Yahya üzerine, selam dirildiği gün Yahya üzerine” böyle olmak gerekiyor. Diri bir insan, diri bir hayat, diri bir ölüm, Allah’ın selam dediği bir şahsiyet olabilmek. İşte bütün mesle bu.
İslam Medeniyetinin kaynağı otan Kur’an’ı anlamak için iki tefsirden okumak gerektiğini söylemiştiniz.
Bunu biraz daha çıkaralım beş diyelim. Niye beş niye iki, değil mi? Anlayış çünkü bir Müslümandan faydalanmak onu öğrenmek o Müslüman gözüyle Kuran’a bakmaktır. Biliyorsunuz Kuran’ı her Müslüman kendi gücü nispetinde almış ve açıklamıştır. Biz böyle dört, beş, altı daha fazla Müslümandan faydalanarak Kur’an’ı anlamaya çalışırsak daha geniş kapsamlı bakarız.
Sadece Kur’an’ı okusa Müslüman, hiç tefsir okumamış orada bir yanılgıya düşebilir mi?
Saf Kur’an’ı neyle okuyacak bu insan, başka bilgileri yok. Hiçbir ilgisi olmamış şimdiye kadar, bir yerden bilgi almamış bu toplumun içinde yaşıyor değil mi? Rasyonel bilgiler alıyor başka bilgileri var. Kur’an’ı yalın alırsa sünnetsiz, Müslümanların, Resul (s.a.v.)’in, sahabenin, kafa yoran Müslümanların oluşturduğu birikimden bilgisinden soyutlanırsa, kendi bilgileriyle Kur’an’ı yorumlamaya başlar, işte orada yanılgıya düşer. Ama önce Kur’an’ı Resul (s.a.v.)’in sünnetiyle beraber, Resul (s.a.v.)’in onayladığı sahabesinin hayatıyla beraber, Allah’ın dinini yaşayan ve bize kadar Kur’an üzerinde, Resul üzerinde kafa yoran Müslümanlardan faydalanırsak kendi eksikliğimiz de böylece giderilecektir. Onlarla yanılgılardan uzaklaşacağız hem de daha doğruya gitmiş olacağız. Yalnız başıma Kur’an’ı okurum diyen bir kimse, gerçekten Kur’an’ı okurken başka hiçbir bilgisi yoksa, tamam ama akla hayale gelmeyen bir sürü bilgilerin içinden gelmiş yani anasından doğduğu günden beri okuduğu okullar, seyrettiği filmler, tiyatrolar, medya, futbol, oyun eğlence, şarkı, türkü, tarih, felsefe, bütün bunlarla beraber Kur’an okuyacak şüphesiz algılayışı sıkıntılı olacaktır. Kur’an’ı tefsirlerle beraber okuyup acaba benden önceki Müslümanlar Resul (s.a.v.) bunu pratiğe nasıl aktarmış derse, Allah’tan ümit ederiz ki yavaş yavaş eski bilgiler gidecek yeni bilgi Kur’an ve Resul ona hakim olacaktır.
Şöyle bir kaç cümleyle cevap verirseniz hangi tefsirleri tavsiye ediyorsunuz? Peygamber (s.a.v)’in hayatını okumada hangi kitaplar tercih edilmelidir?
Benim bu sene takip etmiş olduğum bir sistem var. Her bir cüzü başka bir tefsirden okudum. Birinci cüzü ayrı bir tefsirden, ikinci cüzü ayrı bir tefsirden, üçüncü cüzü ayrı bir tefsirden okumuştum. Açılım olsun diye. Kaç yıldır Kur’an okuyoruz Allah bize daha iyi hidayet versin ama asla Kur’an okumaktan yani tefsir okumaktan soyutlanmayalım. Kim olursa olsun hepsine muhtacız, bir sürü okumadığımız hadis kitabı var. Hepsini okuyacaksınız, hangi tefsir olursa olsun orada bir seçimim yok ama diyelim ki bir garip Müslüman tefsir alacak ama onun gücüne göre şunu al derim veya şu daha güzel deriz. Ama ertesi gün başkasını al diyeceğiz yani fark etmez gördüğümüz kadarıyla bütün Müslümanlar Kur’an ve peygamber hakkında söylenenler çok ciddi şeyler, yani düşmanlığı yoksa. Günahıyla sevabıyla samimidir, söyleyeceğini söylemiştir. İsim önemli değil. Siz ona bağımlı değilsiniz ki hepsini okuyorsunuz, bu arada yanlışlar ortaya çıkıyor.
Doyurucu cevaplar için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.