Kanı güneş gibi bir çocuğu bir yıl önce ebedi aleme yolcu ettik. Yalnızlık ve hüzünle büyümüş bir çocuğu. Belki ilk bakışta çocuk şiirleri yazan bir şair olarak görülmese de şiirlerinde karşımıza çocuklara adanmış bir ömür ve onların özellikle acılarını paylaşan hatta yaşayan bir şair ortaya çıkar. Bu da öyle kolay bir iş değildir. Şöyleki, “Çocuk şiiri yazmak yahut çocuklar için yazmak, her şeyden önce çocukları yakından tanımak, anlamak ve sevmekten geçer. Buna bir de çocukça bir duyarlılığa sahip olmayı eklemek gerekir sanırım. Böyle yapanlar çocuğu kendi duygu, düşünce, hayal, özlem vs. dünyası içerisinde ele alan şairlerdir. Ne var ki, böyle yazabilen şairlerimizin sayısı oldukça azdır. Zirâ güç bir iştir bu.”(Mustafa Özgelik, çocuk Bilgesi Bir Şair: Gökhan Akçiçek, Ay Vakti Derg., Sayı: 30,s.16J
Alâeddin Abi yukarıda ifade ettiğimiz özelliklere hem şiirleriyle hem de yaşamıyla fazlasıyla sahip bir şairdi. İlk şiir kitabı olan Güneş Donanması’na göz attığımızda durum hâliyle kendini ortaya koymaktadır. Kitaptaki ilk şiir bile “çocuk”la başlamaktadır: “Çocuk uykusunda gülüyor / Yılların acı çığlığından habersiz / Elleriyle oynuyor karanlıklar / Sessiz sessiz “( s.2).Bununla da kalmayıp yüreği iyice yufkalaşır ve bebeğini kucağına alarak. “Ah bebem / Rüzgar saçlı bebem / Bilsen insanların hâlini bir / Bu kara yalnızlıkta körelen / Işık benimdir” (s.2) der.
O, kendisini “ağacı gürül olan, kaderin altın dünyasında kendi bildiğince yaşayan, aşksız bahtsız ve kanı güneş gibi bir çocuk” (s. 17-18)olarak tanıtır bize. Ve yine o, “Kapıları ardına dayalı evlerin / Çatal sular akan kovuklarından / Arayıp çocukluğunun zevrakçesini / Koyu elmas yalnızlığını/ Güneş rahatsızı çocukluğumun / Sesi boşaltılmış sokaklarından” (s. 24) bir şeyi bir âna sığdırmak gibi geçip gider.
Özdenören’in tanıştığı bir çocuk da vardır ki adı, “aşkı ağartan çocuk” tur. Artık dertleşecek içini dökecek dostunu bulmuştur: “Aşkı gözleriyle ağartan çocuk / Gözlerin alnın ve sevdanla düşün / Düşün ki ülkem nice uçurumlardan sonra / Kesik kesik ama hızlı / Bir orman yağmuru gibi / Dönüp duruyor içimde. / Ülkem / Kanlı divâne.” Ve devam ediyor: “Aşkı gözleriyle ağartan çocuk / Geceler ağını kalbime salar / Vahşi uğultularla dolu ve soğuk / Çırpınıp duruyor ülkemde dağlar/ Üstüme üstüme geliyor dağlar /Her yanım rüzgar ve kar.” (s. 40-41)
Özdenören, tanıştığı bu çocuğa sadece içini dökmekle kalmaz, onda umutlarını gerçekleştirebilecek bir kabiliyet görerek şöyle seslenir: “Sendedir göçlerin getirdiği düş / Buluttan buluta dağılan gülüş… / Yaprakların arasından düşen yel / Göğüslerden boşalan sıcaklık / Geceyi yüklenmiş sular ve yıldızlar / Büyük yağmurlarla dönüş sendedir / Sendedir bilirim bunca çocuğun / Kendini vermesi toprağa gün gün / Ve bir kar gibi eriyen günün / Taşımak sabrını içlerinde”(s. 42-43).
“Yalnızlık Gide Gide” isimli ikinci şiir kitabında da durum pek farklı değildir. Fakat bu defa çocuğu yalnızlıktan ve ölümden uzaklaştırmak isteğindedir: “Yavrum / Yalnızlığı şu son kıyısını da atla / Ve anla ki hayat / En özgür biçimini sende denemiştir / Onun içindir ki ölüm / Denizin doğurduğu eşsiz dalga / Sende dokumaktadır güzelliğini” (s. 21).
Her ne kadar çocuklardan ölümü uzaklaştırmak istese de bunu bir türlü beceremez. Zira çocuk, ölümün sessizliğiyle ve yağmurun boşalan, çarpan ve kırbaçlanan yalnızlığıyla büyümektedir:”Şiir geldi çarptı mutlak/İçerimin denizine/Çocuklar yakın çocuklar uzak/Bürünerek ölümün sessizliğini/Yürüdüler üzerine/ Çocuklar yağmurlarda dolaşınca anlıyor / Yağmur katarlarından / Boşalan, çarpan ve kırbaçlanan yalnızlığı… / Ve diyorlar biz büyümüyoruz / Büyüyen yalnızlığımızdır.”(s. 25-26).
Şimdi nasihat sırası büyüklerdedir. Özdenören, öldürülen, terkedilen, dövülen, horlanan çocukları gördükçe içi parçalanmakta, feryat etmekte ve onların güldürülmesini, sevindirilmesini istemektedir:
“Yalnızlık peronlarda sığınak
Yalnızlık sağmak sağmak
Kuşatıyor geceyi
Çocukları dövmeyin
çocukları güldürün
çocukları sevindirin
çünkü onlar gece gündüz demeyip yalnızlığı kovalarlar” (s.39)
O’nun acısı bunlarla kalmaz, kendi evladı Kerem’in ölümüyle daha da katmerlenir. Neredeyse ikinci şiir kitabının içindeki şiirlerin tümüne yakını Kerem’in hüznü ve hasreti ile doludur. Yavrusunun ölümünden çok müteessir olan Özdenören, ardına hiçlik derelerini ve önüne varlık güllerini alarak Kerem’ini bize şöyle tanıtır: “Ardımda hiçlik dereleri / Önümde varlık gülleri / Ellerim Kerem’in elleri / Uzaktan çocuk haberleri / Dediler ki Kerem ölmüş / Güzellikler deren ölmüş / Canımın bağı oğlum / Kalbimin ağı oğlum / Acının dağı oğlum / Derdin otağı oğlum / Yel eser ağu oğlu / Önümde duran ova / Bir kan çanağı oğlum / Gökyüzü boydan boya / Hüzün ırmağı oğlum / Senin güzelliğinden / Yerler ağmalı oğlum… / Cennetin güzel tomurcuğu / Gözleri gül tomurcuğu / Yavruların yavrucuğu / Unutma şu babacığı / Şu babacık gönlünü dağlıyor oğlum” (s. 43-44)
Geriye Kerem’in çantası kalmıştı. Fakat bu çanta sıradan bir çanta gibi değildi;” bir gözünde ağlayan çocukların yanaklarına yapıştırdığı gülücükleri, bir gözünde her yaprağında yıldız gibi çırpınan minik kalbi olan defteri, bir gözünde üzüntüleri, bir gözünde kuşların evleri vardı ve kulpundan ise kedercikler sızardı. Bundan dolayı çantası çok ağırdı Kerem’in” (s. 47).
Evet, Alâeddin Ağabey böyle bir “ağır çanta”ya sahip baba ve çocuk sahibiydi “Kerem’in çantası”yla insanlığa verdiği mesaj gayet açıktır, lütfen o gül tomurcuğu yavruları dövmeyin, yalnızlığa itmeyin, öldürmeyin, ağlatmayın aksine güldürün, sevindirin, okşayın, kucaklayın ve öpün. Onların bir kuş yavrusundan farkı yok ki. Kalpleri birer yıldızdır, gözleri umutdur ve kokuları cennetdir.
Bütün bu güzel duygu ve düşüncelere rağmen Alâeddin Ağabey kendini ve çocukları bir türlü ölümden uzaklaştıramadan aramızdan ayrılıp gitti.
“Gülüm gülüm
Benim ölümüm
Çocukların kulaklarına küpedir
Vitrin denizlerine zincirlenmiş çocukların” (s.37).
Şiirle, bilhassa çocuk şiiriyle ilgilenenlerin “Güneş Donanması”na binip “Yalnızlık” denizinde yüzen “kanı güneş gibi çocuğu” seyrettiklerinde gözlerine inanamayacakları çok şeyler var.