Aşk bu
Çölün sarı sofrasında atlılar
Hepsinde
Gererken parçalanan elimde
Çelik yay parçaları
Ağızlarımız kum rüzgârlarıyla yanık
Yiyip içmezik acıkmazık
Cahit Zarifoğlu
Aklım da kalbim de dışarı çıkmam gerektiğini söylüyor. Hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor, ne uğruna yaşayabildim ki şimdiye kadar? Bu dünyayı yaşanmaz kılanlara karşı neler yapabildim? Yarım saattir içini kemiren bu sorulara cevap arıyordu… Sezai Karakoç’un o meşhur dizelerini hatırladı; Bu dünyada olup bitenlerin olup bitmemiş olması için ne yapıyorsun? Sahi dedi kendi kendisine, ne yaptım şimdiye kadar? Filistin’de evleri yıkılan çocuklara mı sahip çıktım? Suriye’de ülkesi tarumar edilenlere mi kapımı açtım? Kime ne iyilik ettim ki? Sözde Müslüman yaşamanın dışında ben bir hiçim diye düşündü.
Kalktı. Pencerenin yanına kadar gelip gökyüzüne baktı. Kendisini doğduğundan bugüne izlediğine inandığı yıldızlara baktı. Empati yaparak bir yıldız gibi kendisini izledi, ilk gençliğini, liseyi bitirişini, üniversite dönemini, gidip geldiği şehirler, hatıralar, arkadaşlık ortamları, iş hayatı, ailesi… Kapıdan dışarı adım atmamak için bir sebep arıyordu; onu dünyada tutacak, dışarı çıkmasını engelleyecek bir sebep. Bir yanda geçmişin hatıraları içinde gezerken, diğer yanda çok büyük bir imkanın eşiğinde olmanın verdiği hazzı yaşıyor, bir an önce evden dışarı çıkacak olmanın lezzetine erebilmeyi düşlüyordu.
İlk defa böylesine güçlü bir şekilde ölümü düşünmeye başlamıştı. Acaba nasıl bir dünyaya doğru yola çıkacaktı? Gideceği dünyaya kabul edilecek miydi? Hayatı boyunca inandığı değerler, düşlediği cennet, hakikaten de bir adım ötede miydi? Vatanı için canını feda eden şehitlerin kervanına katılmak bu kadar kolay mıydı?
Ümitsizliğe düşmemeliyim dedi. Sonuçta ben onu unutsam da o beni unutmuyor… Ben ona isyan etsem de, o beni sonsuz rahmetiyle affediyor. Şimdi bir imtihana giriyorum. imtihandan kaçmak demek, yenilgiyi en baştan kabul etmek demek…
O halde? imtihana girmemi engelleyen kim? Köle miyim ben? Üzerinde 34 yıldır yaşadığım güzel vatanımı esir aldığını iddia edenlere karşı evde oturup susacak mıyım? Bugün değilse ne zaman? imtihan bittikten sonra imtihana girilmez.
Esaret ta kalbimizden başlıyor. Modern bir kölelik sisteminin içinde ayakları prangalı, elleri kelepçeli, kalbi esir alınmış bir hayat bizimkisi… Nereye gideceğimiz, ne düşüneceğimiz, nasıl yorumlayacağımız, ne okuyacağımız ve nerede yaşayacağımız önceden belirlenmiş; bizden sadece uymamız isteniyor. Hem onlar bizim için düşünüyor, bizim iyiliğimiz için öyle ya! Bizim iyiliğimiz için kendilerini bir kenara bırakıp bizi düşünüyorlar. Geleceğimizi planlıyorlar, yapacağımız görevleri belirliyorlar, herşey ama herşey onların ajandalarında yazılı…
Tüm ihtiyaçlarımızı biliyorlar, bizi bizden daha iyi tanıyorlar. “Önemli olan samimiyettir” diyorlar, “Din bir vicdan işidir'” diyorlar, “Sen teslim olursan Allah da seninle olur” diyorlar. Ben ne kadar teslim olursam; aklımı, vicdanımı ve kalbimi ne kadar ne kadar size verirsem o kadar kazanacağım öyle mi? “Önemli olan teslimiyettir” sloganıyla yola çıkanlar, kültürleriyle, eğitimleriyle, medyalarıyla bireyi toplumsallaştırmalar; artık birey yok cemaat var. Alttan alta “Cemaat böyle düşünüyor, sen de böyle düşün” diyorlar, yani sen tek başına farklı bir şey düşünme, bak cemaat böyle yapıyor, sen de uy. Hem gerek yok farklı düşünmene, teslim olursan kazanırsın. Nankörlük edersen kaybedersin, sen bilirsin.
Önce kalbimizi tutsak ettiler, ardından aklımızı inşa etmeye koyuldular. Bir zaman sonra bedenimiz tamamen aklın ve yüreğin esiri haline geldi, işgal altındaki bir kalple, işgal altındaki bir kafayla gerçek dünyada neler olup bittiğini; tüm bu başımıza gelen felaketleri nasıl görebiliriz?Hem, aklımız ve kalbimiz esaret altındayken hangi toprak parçasını kurtarmaya gidebiliriz? Saate baktı, daha fazla gecilmemellyim diye düşündü… Pencere kenarında izlediği sokakta kaldırım taşlarına baktı. Ne kadar da büyüktü… Taş bulabilir miyim diye çevreyi aramaya başladı. Gözüne çarptığı irili ufaklı taşları alıp gitmeyi hayal etti bir an. Heyecanlanmıştı. Bir daha dönmemek üzere gidecek olmanın verdiği taşkınlıkla yerinde duramıyordu…
Penceresinden giren ayışığı, odayı aydınlatıyordu. Abdest aldı. Üzerini sıkı sıkı giydi. Cevşenini taktı. Cebine koyabileceği birşey aradı bulamadı. Cüzdanını, telefonunu ve anahtarını aldığı gibi hole çıktı.Uzak mıydı? Nereye gidecekti? Nereye gideceğinin çok da önemli olmadığını düşündü. Dışarı çıksın da, elbet yüreği onu olması gereken yere götürürdü. Hem ismet Özel’ln dediği gibi, Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Meydan adeta bir savaş alanı gibiydi. Birkaç tane tank meydanın tam da orta yerinde durmuş, bir yanda silah sesleri, diğer yanda üzerinde uçan F16’lar, bağırışlar, her yer feryat figan… Halk tankların etrafına toplanmış, teslim olun diye bağırıyor. Diğer yandan “Asıl mücadele köprüde arkadaşlar!” nidaları işitiliyor. Köprüye doğru yürümeye başladığında daha fazla tank görmeye başlıyor. Yaklaşmayın, yaklaşmayın! Kaldırım köşesinden eline kaptığı 3-5 taşla köprüye doğru ilerlemeye devam ediyor.
Köprü geri alınırsa tanklar püskürtülecek! Köprüye yaklaşığı sırada bir anda üzerine nereden geldiği belli olmayan tankın karşısında kalınca elindeki taşları fırlatmaya başlıyor, ilk tanktan kurtulunca karşısına çıkan tanktan kaçamayacağını anladığında hayatında hiç görmediği tuhaf bir ışık görüyor. Tankın ortasında bir ışık huzmesi adeta kendisini çağırıyor. Işığa kendisini attığında ise tankın arkada kaldığı hayretle görüyor. Ayağa kalktığında yine kendisini tankın karşısında görünce aynı ışık huzmesine tekrar atlıyor. Birşey canını acıtıyor sanki ama o an ışık huzmesinin verdiği rayihayla kendisinden geçiyor.
Bir boşlukta buluyor kendini. Her yer bembeyez. Kalbinden bir ses duyuyor, vuslata ulaşmak isteyen aşığın bütün ağırlıklarından kurtulması gerekli diye fısıldıyor. Utanıyor… Şimdiye kadarki işlediği günahları gözünün önünden bir perde gibi geçiyor. Onun utanması , kendi iç çelişkileri, zaafları, vusla- tıyla arasındaki engelleri… Gözlerini özgürlüğe, şanlı bir direnişe, bir daha esaret altına girmeyecek; bu yolda ölüme dahi meydan okuyabilecek bir milletin zaferine açıyor.