15 Temmuz 2016…
Tahran’dan darbe girişimini öğreniyorum… Gurbette, Acem ellerinde akşam vaktiydi.. Evde arkadaşımla oturmuş çay içiyorduk…
Türkiye’den ve memleketten gelen haberleri merak içinde geç saatlere kadar bekliyordum. Şair dostum Mehmet Baş, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Hocamızın vefat haberini bana bildirmişti. Nevzat Hocanın sohbetlerinde epeyce bulunduğumu, merhum hocamızın Urfa’ya geldiklerinde beni aradığını ve hocaya mihmandarlık yaptığımı biliyordu kendisi. Nevzat Hocamıza Allah rahmet etsin. Hatıraları ile yaşayacağız…
Bu arada memleketten haberler geldi mi kendimce yeni yorumlamalar yaparak o haberlere yeni manalar da yüklüyordum.
Bir süre sonra oğlum da aramıştı. Hemen telefona koştum. Saat 10.00 suları idi. Oğlum “baba geçmiş olsun, biliyor musun darbe oldu, kendine dikkat et.” demişti. Aha bir bu eksikti! Terör olaylarında o kadar insanımızı şehit vermiştik. Sonra İŞİD bombaları halkı özellikle sınır bölgelerinde yaşayan insanlarımızı canından bezdirmişti. Demek ki bu darbe girişimine yabancı değiliz. Küresel Güçler, 80 darbesinin bir benzerini sahneleemek istiyorlar. Ve bunları yerli işbirlikçiler ile başarmak istiyorlar. Bu yerli işbirlikçiler bütün bu olaylar sahnelenirken kendilerine “Yurtta Sulh Komitesi” adını da vermişler. Yani batılı dostlarına sizin istediğiniz Türkiye’yi teslim aldık. Paylaşmaya hazırız mesajı da verilmiş. Eğer darbe başarılı olsaydı.
Acaba dedim kendi kendime Nevzat Yalçıntaş hocamız darbe girişimi haberini alınca mı vefat etmişti. Muhtemelen hocamıızn yorgun kalbi bu acı habere dayan- mamıştı. Kendisinden darbecilerle İlgili bir kaç hatıra da dinlemiştik vaktiyle. Altmışlı yıllarda siyasetçiler şapkalarını alıp gidiyorlardı. Ama yine geliyorlardı. Bir gidip bir geliyorlardı. Şimdi ki siyasetçiler ise meydanlarda halkının arasında göğsünü tanklara siper ederek meydan okuyorlardı.
Ben, böyle düşünce ve hatıralar girdabını bir dakika içinde yaşamıştım. Elimde o vakit çay bardağı vardı. Ve bardak elimden düşüvermişti. Arkadaşım hemen koşup eliminden tutmuştu. Ağlamak istiyordum, bir yandan da ağlamamak için kendimi zor tutuyordum . Serinkanlı ve sabırlı olmalıyız, diyordum. Arkadaşım olayın vehametini anlamamış, bana peş peşe soru sormaya başlamıştı…
“Çe bud Üstad? Kudeta bud. (Ne oldu üstad. Darbe oldu.” Darbeleri daha önce televizyon başında canlı olarak izleyen arkadaşım, hemen iran televizyonunu açtı. iran televizyonu istanbul Boğaziçi köprüsünden ve Ankara’dan canlı yayın yapıyordu. Halk meydanlara çıkmıştı.
Ben ise çaresiz bir şekilde televizyon başına geçmiş olan bitenleri seyrediyordum. Ah keşke istanbul’da olsaydım diye iç geçiriyordum. Tankların üzerine benim de çıkmam lazımdı. Ama şimdi elden bir şey gelmiyor dua dışında. Tahran’daki arkadaşları arıyorum. Haberler nasıl diye soruyorum.
Bu darbe diyorum başarılı olsa ülke 30 yıl geriye gidecekti. Çoğumuz esaret ve ölüm arasında gidip gelecektik. Hatırlıyorum, 12 Eylül darbesinde çocuk yaşta yakalanmıştık. Polisin milleti nasıl copladığını, erkeklerin başlarındaki poşileri çıkarıp onları boyunlarına nasıl doladıklarını görmüş idim. 28 Şubat postmodern darbesinde ise gençtik, heyecanlıydık, istanbul’da tanışmıştık bu postmodern darbe ile. Duvarlara yazılar da yazabiliyorduk o zamnlar. Olur mu böyle rektör diyorduk. Beyazıt meydanında bazen şiir, bazen marş bazen de meydan okuyorduk. Polisin coplarından nasibimizi almıştık. Beyazıt Meydanından Çapa’ya doğru ilerlerken askerlerin Edirnekapı civarına tankları çıkardıklarını haber almıştık. Polis, askerle muha- tab olmamızı engellemişti o zamanlar.
Zaman geçiyor. Nasıl duracaktım, nereye gidecektim. Ne yapacaktım bilmiyordum. Olayın vehameti için arkadaşlarımın paylaşımlarına bakmıştım. Darbe olmamıştı. Sadece bir kalkışma imiş. Çok şükür yarabbim. Peki sonra ne olacaktı. Peşpeşe gelen haberler şöyle idi.
“Türkiye’den bir arkadaşım daha mesaj göndermişti. “İstanbulda köprüleri askerler kapatmış.”
Sonra bir haber daha geldi.
“TRT gitmiş arkadaşlar. Sokağa çıkma yasağı ilan etmişler.”
“On dakika sonra bir haber daha; Ümraniye araç ve yaya trafiğine kapanmış. Askerler nöbet bekliyormuş.”
Haberler üst üste gelmişti. Gurubumuzdaki bir arkadaşımız “Sanaldan çıkın, moralleri bozmayın. Meydanlara iniyoruz, diye bir haber gönderdiydi. Yarım saat sonra Bağcılar’dan mahşerî bir kalabalığın fotoğrafları gelmişti. ”
Kimse bu paralelcilerin darbe yapacağına inanmıyordu. Ama kandırılan askerler var ortada. Onları, teröristleri yakalamaya gidiyoruz diye kandırmışlar.
Türkiyedeki darbe girişimi ya da diğer adıyla “kalkışma” dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Bütün dünya halkları gördü ki silahı olup da yüreği olmayan insanlar darbe yapamaz.
Tahranda da bunun yankıları televizyonlara yansıyor, siyasal analizler yapılıyordu. Peşin hesaplı analiz uzmanları bir süre sonra fikirlerini değiştirmeye başlamışlardı. Bunda istanbul’daki birinci ordu komutanın sözleri etkili olmuştu. Bunun yanında emniyet ve halkın kararlı tutumu da etkiliydi, istanbul ve Ankara’dan canlı yayınla bağlanan muhabirler saatler ilerleyince hükümetin tüm kurumlarıyla duruma hakim olduğunu ve darbecilerin ele başarının yakalandığını duyurmuştu.
Sabahleyin kalktığımızda ülke haberlerine baktım. Durum iyiye gidiyordu. iranlıların deyimiyle ‘Kudeta’cılar. Yani darbecilerin çoğu tutuklanmıştı. Bütün dünya halkları gördü ki silahı olup da yüreği olmayan insanlar darbe yapamaz. Ve gerçekten bir halk kendini yönetenleri göndermedeği sürece kimsenin o yöneticileri göndermesine de izin vermez.
Bir zamanlar, Türkiye’de sosyal refahın bütün kesimlere adil bir şekilde paylaşılması gerektiğini söyleyen rahmetli Erbakan Hocamız, 28 Şubat Postmodern darbesi sonrası, partisi de kapatılınca şunu söylemişti.
“Olay tarihin akışı içerisinde fevkalede basit bir olaydır ”
Bunlar aşıldı elbette, ama o gün zulmedenler ve zulme rıza gösterenler de tarihin çöplüğüne atılıverdiler.
Bir avuç genç olarak o dönemde Beyazıt Meydanında başlayan eylemlerimiz belki bir sonuç vermemişti. Ama bu günleri görmemiz adına ve tankların üzerine çıkmamız adına, daha doğrusu bize heyecan ve kuvvet verme adına çok önemliydi.