Kalbimiz Büyür, Türkiye Olur

Uzun yıllar devlet içinde paralel örgütlenmesini tamamlamış, ayrıntılı istihbarat bilgileriyle donanımlı, en öldürücü silahlarla mücehhez, çoğunu üst rütbeli subayların oluşturduğu Fethullah Gülen Hareketine bağlı bir grup asker öncülüğünde başlatılan darbe girişiminin çok yönlü analizi, siyasal, kültürel anlam ve alanda çoğu gerçeklerin anlaşılması yanında Yeni Türkiye’nin aydınlık ufuklarına doğru yeni bir bilinçlenmenin kapısını da ara­layacak mahiyettedir.

15 Temmuz, 60’ta, 70’te 80’de ve 28 Şubat’ta görülen türden bir darbe girişimi değildir. Hangi yanlış ve kabul edilemez gerekçeyle yapılmış olursa olsunlar anılan dar­belerin bir şekilde yerli sayılabilecek karşılıkları vardır. Geçmişte yapılmış her darbe, mutlaka bir siyasi eğilime, dar da olsa belli bir toplum kesimine dayanmıştır.

Ekonomik, kültürel anlamda ağır sıkıntılara, travmalara sebep olsa da hemen hiçbir darbe, daha başlangıçta kanlı bir yola başvurmamıştır. Bütün darbeler, şu ya da bu şekilde milli iradenin idare olarak tezahür ve tecellisine yapılmış olması sebebiyle istisnasız dış bağlantılıdır.

Darbelerin, işbirlikçilerini harekete geçiren dış güçlerin Türkiye’nin derlenip toparlanmasını engelle­mek, her alanda yolunu kesmek için yapılmış olduğu herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Hiçbir darbenin millete ve ülkeye hayrı dokunmamıştır.

Darbecilerin vesayete dayalı re­jimini reddeden halkımız, kend­inde engelleme gücü bulamadığı durumlarda hiç olmazsa buğz etmiş, içine attığı acılarını öfkeye dönüştürmüştür. Öfke, bulduğu ilk fırsatta tekrar kapatılan demokratik yolun açılmasını zorlayan siyasal, sosyal arayışlara girmiştir.

50 yıl, 1876’dan bu yana daha tarihsel bir perspektiften bakarsak en az 150 yıldır devlet ve millet kaynaşmasıyla vücut bulacak varlığı için en elverişli yollar aramıştır. Osmanlının dağılma süreci ile başlayan savaş ve yokluk yılları, ardından toplumun kırsaldan kent hayatına doğru evrilirken yaşanan değişim ve dönüşümün yeni sosy­olojisi, beraberinde yeni değerler üretti. Yeni değerler, bir köklü bilincin kendini yeni duyarlık ve heyecanlarla ortaya koymasına yol açmıştır, işte tüm darbelere rağmen bir türlü zayıflamayan, her defasında kendini çoğaltıp gün­celleyerek zinde kalmayı başaran, ekonomiden, siyasal yapılanmalara kadar toplumun tüm katlarında yer alan bu canlı maneviyattır. Maneviyat, varoluşu merkeze alan tepki ve direnişini, önce yitirmemek, sonra kazanmak ve geliştirmek üzerine kurmuştur.

60 darbesini çaresizliğin kıskacında buğzla karşılayan insanımız, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta itirazını açık bir dil ve tutum alışla protestoya dönüştürmüştür. Olgunlaşan bil­inç, yaşadığı tarihsel tecrübelerin de unutulmayacak acı hatıralarından sonra, 15 Temmuzda, kesin bir kararlılıkla doğrudan müdahale etme güç ve yetkinliğini kendinde görerek bizzat darbe girişimini engellemiştir.

Daha girişim başlar başlamaz ha­vadan uçak ve helikopterlerle kara­dan tank ve ağır makineli silahlarla halkın üzerine ateş açılmış, Meclis, Genel Kurmay, Özel Hareket, MİT, Cumhurbaşkanlığı, Türksat, Ankara Emniyet Müdürlüğü Binası gibi mil­li, stratejik kurumlar bombalanmış, 240 insanımız ilk anda şehit olmuş, 2000’den fazla vatan evladı yaralanmıştır.

Darbeci çete ilk aşamada 35 uçak, 37 helikopter, 246 tank ve zırhlı araç, 3 gemi, 3992 otomatik tüfek kullanarak halkımızın üzerine ateş ve ölüm yağdırmıştır. Bu güç, birçok ülkenin topyekûn silahlı kuvvetler­inden bile fazladır. İlk kez bir darbe girişimi kanlı başlamış olmasına rağmen yine ilk kez halkımızın kararlı mukavemeti ile karşılaşarak geri püskürtülmüştür. Bu fotoğraf ve veriler bile girişimin, darbeyi araç ve aşama olarak kullanan bir işgal hareketi olduğunu göstermeye yeter.

Kanlı darbe girişimi ile başlatılan kalkışma CIA ile bağlantılı bir işgal hareketidir. Hangi istikamette nasıl gelişeceği pek kestirilemese de ABD öncülüğündeki emperyalist odakların, epeydir pek de iyi niyetli olmadığı açık olan sa­çma beyanları kuşkularımızı artırmaya yetiyordu. Mesela 17-25 Aralık darbe girişimi esnasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone “Bir imparatorluğun çöküşünü hep birlikte izleyeceğiz.” diyebilmişti. CIA ve Gülen cemaa­tinin imkân ve kabiliyetlerini birleştirerek harekete geçen Paralel çete, Başbakan’a suikasttan, terör saldırılarına kadar sayısız kumpas ve saldırılarının hiçbirinde amacına ulaşamadı. Milli Güvenlik belgesinde artık Terör örgütü olarak tanımlanan bu cemaat, son ve öldürücü hamleyi 15 Temmuz darbe girişimi ile yaparak, iktidarı devirmenin de ötesinde zaten tüm kademelerinde var oldukları devleti bütünüyle ele geçirmek istemiştir.

Suçüstü bastırılan darbecilerden ele geçirilen biri ‘in­faz’ diğeri ‘atama’ listesi iki belge çok önemlidir. Buna göre devlet ele geçirilir geçirilmez sıkıyönetim uygulana­cak, sorgusuz sualsiz katliamlar başlayacaktı. Milletin maddi manevi varlığı talan edilecek, hazine ve bankalar boşaltılacak, ülke hızla korkunç bir ekonomik çöküntüye yuvarlanacaktı.

Ayrıca güney sınırımızdan zaten müşterek hareket et­tikleri PYD ve PKK unsurları tam donanımlı olarak sınırdan Türkiye’ye girecekler, Doğu ve Güneydoğu bölgemizde korkunç katliamlar yaşanacaktı. Bu arada kendisine verilen şeytani rolü başarıyla yerine getirecek olan DAEŞ militanları sözde Müslümanları kurtarmak adına Müslümanları öldürmeye devam edecekti. Aklın yerini öfkeyle deliye dönmüş duygulara bıraktığı bu kaos ortamında bir iç savaş başlayacak, bombalarla tarumar olmuş ülkemizde, ölüm, kuduz köpek gibi ev içlerimize kadar salınacaktı.

Şartlar nasıl gelişirse gelişsin Anadolu’nun kadim, köklü hissiyatı olanca imkânı ve gücüyle ayağa kalkınca, kaos, içinden çıkılmaz bir hal alacaktı. Tam da bu sırada güvenliği sağlayamayan, ülkeye iç savaştan başka bir sonuç getirmemiş olan darbeci yönetim, başta ABD olmak üzere batılı dostlarından yardım isteyecek, ülkenin barışı, demokrasisi, özgürleştirilmesi adına NATO veya BM eliyle yapılan yardım, doğrudan işgale dönüşecekti. Ülke par­çalanacak, ezanlar susacak, bayraklar inecek, namus ve onur beş paralık olacaktı. Darbecilerin, liderleri olduğunu bizzat itiraf ettikleri Fethullah Gülen, kim bilir o zaman vatanın hangi parçalanmış, özgür devletçiğinde(l) halife olacaktı? Bu dağılmanın elbette Balkanlar ve Kafkasya’ya, Asya’ya, Ortadoğu’ya doğrudan olumsuz etkileri olacak, onlar da bizimkine benzer bir kaderi paylaşacaklardı. Plan buydu.

Hizmet hareketinin kullanıldığı son aşamada plan buydu, insanımızın dini ve hayır duygularını istismar edip sömürerek büyüyen Hizmet, para ve eleman kaynağı olarak gördüğü bu millete hezimet yaşatacak, ama emirlerinden san­tim şaşmadığı Siyonist neoconlara gerçekten hizmet etmiş olacaktı.

Aziz milletimiz derin ferasetiyle dar­benin başladığı daha ilk saatlerde facianın hazin boyutunu hissetti, gördü. O muazzez ve mukaddes fe­raseti, en dokunulmaz duygularımla selâmlıyorum.

O gece derin, uyanık duyguların diri ferasetiyle birbirine sımsıkı bağladığı babalar, gençler, sevgililer, analar bir bir sokağa çıktılar. Sokağa çıkan herkes kendini üzerine bomba yağdıran uçakların, her yeri tara­yarak uçan helikopterlerin, nam­lusu insanlara doğrulmuş tankların, makineli tüfeklerin karşısında bir millet olarak buldu. Tertemiz, ko­skocaman kalpleriyle dikildiler zul­mün karşısına.

Kalplerimiz imanla, coşkuyla, cihatla, vatan sevgisiyle, cesare­tle çelikleşti; büyüdü büyüdü aşılmaz sıradağlara dönüştü zor­balar karşısında. Üzerlerine mermi yağıyordu. Bedenlerimiz param­parça oluyordu. Parçalanan her bedenden sanki yüzlerce güvercin havalanıyordu cennetlerin göğüne. Sanki cennetten şavkıyan nurla, gece aydınlanıyordu. O gece üz­erimize iman ve cihat şavkıyor, en az yüzyıllık karanlık aydınlanıyordu. Emperyalist kâfirlerin yok etmek için öldürdüklerini sandıkları her beden, bin yürek olup daha da çoğalıyordu. Ölümler sanki insanları aşka, aşkın en kutsal hazzına çağırıyordu.

İnsanlar o gece tankların, namluların karşısına sadece yüreklerini alıp gelmişlerdi. Yürekler yan yana geliyor, iç içe geçiyor en aşılmaz direniş hattını oluşturuyordu. Öl­meden olunmayacağı gerçeği işte capcanlı yaşanıyordu. Ne ilginç. Ölüm yaşanıyordu ve ölüm yaşandıkça canlandırıyordu insanları, insanlar ölümü şehadetle geçip hayata yoğunlaştılar. Can verip öldüler, ölüme can verip yaşadılar, yaşattılar. Böylece o gece bir millet tekrar var oldu. Biz gerçekten milletmişiz, hem de ne milletmişiz. Vuruldukça büyüyen, öldükçe dirilen binlerce, milyonlarca yürek karşısında tüfek ne yapabilirdi? Tüfek mi yürek mi güçlü? Tank mı halk mı güçlü? “Yatakta basıp, şafakta asacağız” diyen alçaklar, sabahı göremeden geri çekildiler. Daha doğrusu teslim alındılar. Millet iradesine, namusuna, onuruna, imanına sahip çıkmıştı, sahip çıkmıştır. O nedenle özgürlük, İman, istiklâl bu milletin bir kez daha kazanılmış değeridir. Bu millete bedeli ölümlerle ödendiği için bem­beyaz gündüzlerle dolu çok değerli bir hayat armağan edilmiştir. Bundan böyle ve ebediyen, hayatımız kazanılmış değerlerin canlandırıcı bereketiyle anlam kazanacaktır.

Darbe ve işgal girişimi, tüm kurumlarına varıncaya kadar dev­let içinde örgütlenen bir gizli yapının, ‘Kâinat imamı’ olarak bilip inandıkları Fethullah Gülen’in emir ve talimatlarına uygun olarak yapılmıştır. Kendisi yakın zama­na kadar dini ve muhafazakâr değerlere duyarlı diye bilinen ve üstelik vaiz olan bu zat, nasıl olur da devletine, milletine karşı kanlı bir hareket içine girer, bu hareketi niçin ve kimin adına yapar? Daha da önemlisi dini duygularla etrafına toplanan insanlar, acımasız birer teröriste nasıl dönüşür?

Bütün bunlar nasıl olur? Kafalar çok karışık. Bulanıklığı gidermek kolay değil.

Gülen daha 15 yaşlarında karanlık, bulanık, İhanet ve operasyona uygun bir tip olarak keşfedilip kullanılmaya başlanmıştır. Genel anlamda MİT’in sonra CIA, Mos- sad gibi başka istihbarat birim­lerinin, bunlarla bağlantılı olarak Masonluk localarının gözetiminde, bir programı hayata geçirmiştir. Programın genel olarak MİT ve milli unsurların planlamasına uygun geliştiğini söylemek mümkündür. Programın çok boyutlu çözümlemesi bu yazının sınırlarını çok aşar.

Ancak dindar duyarlıklar üzerinden başta asker, polis ve Milli Eğitim olmak üzere devlet kademelerinde örgütlen­mek bu programın omurgasını oluşturdu. Kurs, okul ve ışık evlerinde ilk zamanlar ‘Altın Nesil’ idealiyle yetiştirileceği söylenen nesilin zihni melekeleri, çok planlı kurulan sistem ve kademelerden geçirilerek adeta felç edilmiş, sonuçta Hasan Sabbah’ın müritlerinde olduğu gibi adeta Hoca’larına kul, köle yapılmıştır.

Bu algı ve olgu Mehdi veya Mesih olarak gerçek bir kurtarıcı olan hocalarının peygamberliğe yakın bir manevi makam ve yüceliş sahibi olduğu inancı üzerine oturtulmuştur. Ce­maate bağlı hiç kimsenin en ufak bir eleştiri yapamaması, asla sorgulayamaması, gizlilik, kod isimler kullanmak, verilen görevleri ibadet aşkıyla yapmak, sürekli denetim ve gözetim, aslında gizli hesap ve planları olmayan açık yapıların hiçbir zaman tevessül edecekleri şeyler değildir. Zaten baştan beri istihbarat örgütleriyle birlikte iş tutan hatta onların projesi olarak var olan bu yapı kendisinin kullanılacağı büyük operasyonlara hazırlandı. Cemaatına korkunç bir güven ve itaat içinde bağlı, başkasına ketum, emir aldıktan sonra hainliği bile ibadet diye yapabilen, bu maksatla takiyye kılıfına uydurularak akla gelebilen tüm haram ve melanetleri işieyebilen bu çirkef yapı, diğer bütün ihanet girişimlerinde sonuç elde edemeyince bu kez karanlık efendilerinin emri ve yardımıyla öldürücü bir darbe için 15 Temmuz kalkışmasını yaptı.

Altın nesil kalbi iman, yüzü ahlakla parlayan değil, varlığı kokuşmuş, idealsiz, ufuksuz, manasız, akılsız, irfansız, paslı bir teneke nesle dönüşmüştür. Bu hareketin bünyem­izde yaptığı en feci tahribat budur. Bombaladıkları ye­rleri yeniden onarır, imar ederiz. Şehit ettikleri mübarek insanların kanları yeni bir dirilişin ruhu canlandırır. Gel- gelelim yalanı, şahsiyetsizliği, kula kulluğu, düşünmemeyi, şirki, küfre uşaklığı yaşama biçimine döndüren ihane­tin açtığı yara kolay iyileşmeyecektir. Tertemiz, pırıl pırıl çocuklarımızı kandırarak günaha alıştırdılar. Çocuklarımızı yalancı yaptılar. Çocuklarımızın şahsiyeti ile oynadılar, tıynet ve kabiliyetlerini bozdular. Asıl tahribat budur ve te­davi kolay olmayacak.

Her şeye rağmen bu yapılanmanın elebaşlarının ihanetlerinde samimi ve cesur oldukları ortadadır. Demek ki, insan başkasına özellikle bir üst otorite olarak başkasına ulûhiyet ve rububîyet içtenliğiyle bağlanınca kula kullukta sınır tanımıyor. Mutlak teslimiyet içinde olanlara, ihaneti, üstelik ‘ibadet’ ve ‘hizmet’ aşkıyla yaptırabiliyorsunuz. Peki yazık, gü­nah değil mi? “Kâinat imamı böyle emir buyurduysa bunda da bir sebeb-i hikmet vardır” diyen adam yazıktan, günahtan ne anlar?

Peki, Gülen ve cemaatinin örgüt­lenmelerinden devlet haberdar olduğuna göre, niçin vaktiyle mü­dahale edilmedi? Bu konu beşer aklı ve kaygısıyla düşünülürse anlaşılamaz. Devletin yaptığı hesap ve gözettiği amaçlar normal insan takatinin kaldıramayacağı ağırlık ve ciddiliktedir.

Öyle bir oyun oynanır ki, oyun, et­kilenenler için gerçeğin ta kendis­idir. Müdahale edilmesi için zamanı beklendi. Daha derin, köklü, bi­tirici müdahalelerin gerekçeleri hazırlandı. Bu örgüte devletin her türlü desteği verdiği bilinmektedir. Bizzat Başbakan “Ne istediniz de vermedik?”demedi mi? Sonuçta bu örgütü, bir anlamda devlet palazlandırdı. Bazı şeyleri onların gözetim, denetim ve kontrollerine verdi. Öyle gözüktü. Oysa ger­çek manada aldıkları nefeslerine varıncaya kadar kontrol edilenler bunlardı.

Ergenekon ve Balyoz operasyonları cemaatin polis ve askerlerine yaptırıldı. CIA’nın baştan beri bu operasyonlardan haberi vardı. Hatta ABD, cemaat üzerinden Türkiye’yi bilgi ve belge bakımından desteklemiştir, ittihat ve Terakki uzantısı ve çoğu ingiliz kanadı ile çalışan belli bir grubun kulağı zaten çekilecekti.

Bu operasyonların Gülen’in adamları eliyle ve ClA’nin bil­gisi ile yapılması hatta yer yer inisiyatifin ABD’ye geçtiği izlenimi uyandırılması, son derece etkili bir istihbarat oyunu gereğiydi. Bu süreçte Gülen ve adamları, etkinliklerini ve yetkinliklerini ispat etmiş oldular. CIA ve Mossad artık op­erasyon kabiliyet ve kapasiteleri yüksek, kusursuz bir kur­guyla çalışan bu insanlara güvenebilirdi.

Hoca düşünemedikleri kadar derin ve etkiliydi! İşte tam da bu sırada devlet, büyük karşı operasyona başladı. Yaşananların bir tiyatro olduğu yanlıştı, ama varlığımızı imha etmek üzere kurgulanan oyunu sahiplerinin başına geçirme planı doğruydu. Size kurulan bir oyuna seyir­ci mi kalacaktınız? Onların bir tuzağı varsa bizim de bir tuzağımız var. Operasyonun amacı sadece FETÖ diye tabir edilen Fethullahçı Terör Örgütü’nü değil, onun üzerinden tüm bağlantıları ile CIA ve ABD’nin etkinliğini bitirmekti. Evet, Gülen’e dönük operasyonların asıl amacı, sadece Türkiye’de de değil bu cemaatin var olduğu her yerde ABD’nin ve onun öncülüğünde dış odakların ülkelerimizi karıştıran elini kesmektir.

Şimdi ABD ve onun peşi sıra giden Avrupa çok kötü ve suçüstü yakalanmışlar, sıkışmışlardır. Şok geçirmişlerdir, akılları, dilleri tutulmuştur. Tam da darbe vuracaklarken darbe yemenin sersemliği ile darbeyi kınayıcı bir açıklama bile yapamamışlar hatta darbecilerin hakkını korumayı talep eden cümleler kurmuşlardır. Bu çelişkin ve çirkin tu­tum kendi ilkelerinde bile tutarlı davranmayan emperyalist batının içine düştüğü son sefil durumdur.

Asıl tarihi rol üstlenen millet olmuştur. Darbe girişimine karşı hiç düşünmeden evlerinden çıkan, sokakları, alanları dol­duran, yoğun ateş baskısına karşı onurluca kararlı ve kah­ramanca duran aziz milletimizin milli irade ve özgürlüğüne sahip çıkma kararlılığı, her türlü övgüye layıktır. Milletimiz darbeyi direnişle kırdı.

imanın, islâm’ın, İstiklâl’in direnişini yüksek bir bilinç sevi­yesinde canlı tutarak dirilişe dönüştürdü. Bir dev uyandı, doğruldu. Ayağa kalkışımızın, başta gönül coğrafyamız olmak üzere baskı ve zulüm altındaki tüm mazlum mil­letlere örnek ve öncü olacağından korkulmaktadır. Kork­sun korkması gerekenler. Sevinsin umut besleyenler.

Bizim için düşünülen şerden hayır çıktı, çıkıyor. Allah’ın izni inayeti ile biz ona olan bağlılığımızda samimi olur, hayatımızı bu samimi duygu ve sorumlulukla yaşarsak, dünyada da ödüllendirileceğiz.

Hepimizin ortak tutunup sarıldığı Allah’ın ipi asıl armağanımızdır. İşte o ipe tutunarak birleştik, bütünleştik. Hiç şüpheniz olmasın ki, yine her duyarlı, dürüst insanı imrendiren demokrasi ve milli egemenlik nöbetleri, tevhidi bir bütünleşmedir. Millet yaklaşık bir ay, akşamdan sabahlara kadar tüm şehirlerin meydanlarını dol­durarak direniş hattını düşmana bırakmayacağını göstermiştir. Aslında o nöbet, onuru, imanı, özgürlüğü adına uyanık, diri bir bil­inçle sürekli var olacağımızın sem­bolik ifadesidir. 80 milyonluk bir ülke düşünün kanı canı pahasına darbeyi püskürtüyor. Son derece onurlu bir direnişle silahlı güçlerin niyet ve amaçlarına izin vermiyor.

Özgürlük ve iradesine sahip çıkıyor. Milli iradeye saygılı seçilmiş yönetimle kaynaşıp bütünleşiyor. Ve ilk tehlike dalgası geçtikten son­ra da bütün şehirlerde sabahlara kadar nöbet tutuyor. Bu tekrar can­lanarak harekete geçen istiklâl ve Çanakkale ruhunun bütün dünya emperyalistlerine bir mesajdır.

Onlara çok kesin ve kararlı bir uyarıdır. En açık uyarı, dünyada görülmemiş bir sayısal çoklukla Yenikapı’da 5 milyondan fazla insanın bir araya geldiği mitingde verildi: “İster dışarıdan, iter içeriden hain işbirlikçilerinizle özgürlüğüme, vatanıma, varlığıma, birliğime dönük bir hareketi aklınızdan bile geçirmeyin.”

Yenikapı Türkiye’nin yöneldiği yeni ufuklara, yeni yollara açılımın eşiğidir. Yenikapı bir yeni dirilişle yeni bir kuruluşun başlangıcıdır. Orada ayrışmalardan, ideolojik kasılmalardan, çatışmalardan çok çekmiş Türkiye’nin Yüzyıllık rüyası gerçekleşmiştir.

Devlet ve millet barışıp, kaynaşıp bütünleşmiştir. Bir millet ruhunu yeniden keşfetmiştir.

Türkiye kendine gelmiştir, kendine geliyor. Yolun açık Türkiye. Yoluna çık Türkiye.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

164. Sayı / Eylül-Ekim 2016 / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -87 / Şiraze
Bir Millet Uyarıyor / Şeref Akbaba
Aylardan Temmuz / Nurettin Durman
Temmuz Ateşi / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster