Övgü ve Yergi Hepsi Bir Arada

Alışkanlıklar hareketlere, tavır ve davranışlara, düşüncelere yön veriyor. Seyretmek, dinlemek, yapmak istenenler alışkanlıklar çerçevesinde şekilleniyor. Tıpkı Türk filmlerini sinemada seyretmek istememek gibi. Yıllarca
sinemaseverlere dikte ettirilmeye çalışılan garip, karanlık, arabesk ve tekdüze filmler sonrasında, sinemalarda Türk filmlerine revaç bir hayli azaldı.
Yeşilçam bir anlamda kendisine ihanet etti, yıllar süren yanlışlıkların sonunda. İntihar etti ancak bir anlamda onu da başaramadı. Aralarından, parlamaya çalışan tek tük filmler çıksa da yine de uzun bir dönem yüzde yüz başarılı olabilenler pek çıkmadı. Nihayet dillere destan “Eşkıya” gösterime girdiğinde “İşte bizden bir masal” diyerek sinemalara akın eden sinemaseverler, gerçek anlamda bir film seyretmenin keyfini yaşadılar. Gerek oyunculuk gerekse kompozisyon oldukça başarılıydı bu filmde. Ve bir milat olarak Türk Sinema tarihine ‘ataç’landı.

“Eşkıya” sonrasında haklı olarak yeni bir film beklenmeye başlandı. Öyle bir film olmalıydı ki “Eşkıya” kalitesinde ya da “Eşkıya”dan daha iyi. “Eşkıya” nın başarısı biraz olsun Yeşilçam üzerinde rahatlama ve cesaret duygusu uyandırmıştı. Ve yapımcılar ardarda filmleri sahneye koymaya başladılar.
Bizler bekliyorduk ki Türk sinemaseverler hayal kırıklığına uğramasın artık. Doğru dürüst filmler çıksın ortaya. Ancak çekilen filmler gişe başarılarına ulaşsa da beklenen etkiyi yapamadılar. Bir köpük film olarak unutulup gittiler.
Klasik bir Yılmaz Erdoğan skeçlerinden oluşan “Vizontele” inanılmaz bir rekorun sahibi oldu gişe açısından. Ancak “Eşkıya”nın yaptığı etkiye ulaşamadı.
Başarı gişe ile sınırlı kaldı. Bizden masalların ya da gerçek olayların beyaz perdeye taşınması eldeki senaristlerle çok zordu. Bu, neredeyse bütün filmlere yansıdı “Vizontele” sonrasında. Kırık aşk hikayeleri, ruh sıkıntıları, komiklikler üzerine kurulu tarihi filmler…
Aslında yeni yeni şekillenmeye çalışan bir sinema anlayışımız gelişiyor. Renklenen ve konuları değişen. Bunda 90 lı yılların sonrasında gerçekleşen bir açılımın etkisi şüphesiz ki var. Rahatlama ve rahatlama ile birlikte gelen zenginlik…
Dikkatimizi çeken özellik şurada: Gişe başarısına oynayan filmler, genelde kopukluklardan bir bütün çıkarmaya çalışırken, bağımsız olarak adlandırılan filmler son derece başarılı örnekler sergiliyorlar. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu gibi yönetmenler yalın ve içten çalışmalarını sergilediler. Seyirciye ulaşamadılar çoğunlukla ama yine de başarılıydılar. Özellikle Nuri Bilge Ceylan, “Mayıs Sıkıntısı” ve “Uzak” filmleri ile övgü kazandılar. “Uzak” ın Cannes’ta ödül alması ise 2003 yılına damga vuran sanat olaylarından birisiydi bizim için.
Son dönem filmlerindeki renklilik ise aslında ümit verici. “Hababam Sınıfı” ndaki hayal kırıklığına rağmen nostaljinin güzelliği, “Vizontele Tuba” daki tek bakış açısı ve tek adam üzerine kurulan hikaye, “Neredesin Firûze”deki müziklerin, çok renkliliğin, iyi oyunculuğun bizde bıraktığı tat, gelecek adına ümit verici. Teknik anlamda gittikçe gelişen Türk Sineması yeni türleri denemek için kolları sıvadı. “Okul” bu filmlerden belki
de ilki. Yeterince takdir edilmese de yıllar sonra bir öncü olma şerefine erdiler. Bu da kolay olmasa gerek.
“Neredesin Firûze”, oyuncuları ile kopardığı gürültüyü ne yazık ki gişede gerçekleştiremedi. Neredeyse bütün aktör ve aktrislerin başarılı oyunlarına rağmen bir şekilde kabuklarını kıramadılar, bekledikleri gişe hedeflerine ulaşamadılar. Bu onlar için bir şanssızlık oldu. Oysa müzikleri ve kostümleri de bir hayli etkili ve renkliydi ama neyse. Yeni dönem oyuncuların arasında Ata Demirer gittikçe ağırlığını hissettirecek gibi görünüyor. Haluk Bilginer ise oyunculuğunun zirvesinde iyiden iyiye. Oynadığı rolleri kendine göre biçilmiş ilan ediyor ve resmen döktürüyor, ders veriyor. Karşısındaki oyuncular doğal olarak gülmeye başlıyor ve bu hemen fark ediliyor.
Türk filmleri genel anlamda dağınık bir görüntü çiziyorlar. Hikayelerdeki kopukluk hemen göze çarpıyor. Geçişler arasında gerekli bağlantıyı kuramadığınız zaman sadece oyunculuk çıkıyor ortaya. Modern zaman skeçleri tarzında gelişen ve her Allah’ın günü televizyon ekranlarında boy gösteren, kahkaha efektli sitcomların uzun versiyonu kimliğine bürünerek sinemalara uğrayan filmler var. Bu filmlerde konu bir tarafa itilerek esprilere ve kişilere ağırlık veriliyor ve ortaya hakikaten komik (!) görüntüler çıkıyor. Seyrettiğiniz film hayal kırıklığı oluyor başlı başına.
“Hababam Sınıfı” bu türün en güzel örneği. Onlarca popüler yıldız ya da yıldızcığın toparlanması ile oluşturulan kadroda sadece birkaç isim kalıyor aklımızda. Ne o geçmiş Hababamların sıcaklığı var ne de komikliği. Çocukların bile gülmekte zorlandığı sahneler zorlama figürler içeriyor. Kemal Sunal, Adile Naşit, Münir Özkul, Halit Akçatepe ve hatta Tarık Akan mumla aranıyor açıkçası. Yeni versiyon Hababam’ın tek artısı yine Halit Akçatepe. “Vizontele Tuba” ise kısır çekişmelerin bir devamı sanki. Olaylara sadece bir tek gözlükten bakmanın başka temsilcisi. Esprilerin arasına sıkıştırılan mesajlar baygınlık getirecek derece tek taraflı. Karşı tarafta iyi kimse görmedim felsefesi ile 80 öncesi ve 80 darbesi karikatürize edilmeye çalışılıyor. Bu kez Yılmaz Erdoğan ilk filmdeki rolünün aksine en başrol oyuncu.
Son dönem Türk filmleri arasında öyle ilginç bir film var ki; hakkını yemeyelim, en aklı başında film olarak göze çarptı. Kısıtlı bir mekan uyarlaması olmasına rağmen, bir tek mekanda nasıl bir film çekilirin en güzel örneğiydi. Filmin adı, “İnşaat”
Sinema salonlarında bu salonda inşaat vardır esprisi ile gösterilen film, hak ettiği ilgiyi göremedi ama her şeyden önce konusu ile şaşaalı diğer Türk filmlerini geride bıraktı. İki inşaat işçisinin başından geçen traji-komik olayları dile getiren film, gerçek anlamda seyredilmesi gereken bir film. “Eşkıya”nın yapımcısı Ömer Vargı bu kez yönetmenlik koltuğunda da başarılı bir film çıkartıyor ortaya. Emre Kınay ve Şevket Çoruh da abartısız iyi oyunculukları ile göz dolduruyorlar. Mafya, polis, inşaat işçileri arasında gerçekleşen olaylarda inşaat sahasına gömülen cesetlerin de rolü büyük. Yakında şifresiz televizyon kanallarında da görülebilecek olan filmin, talihsiz ancak umut vaat eden bir dönem için yüz akı olarak yad edileceğinden eminim.
Genel anlamda Türk filmleri renklenen ve çeşitleri artan bir çizgide ilerliyor. Gişe düşünceleri içinde yanlışlıklar yapılsa da bağımsız filmlerle ve kaliteli yapımlarla Türk filmleri önümüzdeki dönemlerde
dünyada söz sahibi olmaya başlayacaktır diye düşünüyorum. Şu anda sinemalarda bir inşaat var ve bu inşaatın er geç bitip ortaya güzel bir binanın çıkması Türk Sineması’nın ve Türkiye’nin hayrına…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Övgü ve Yergi Hepsi Bir Arada / Veysel Karani
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -1/1 / Şiraze
Ben ve Siz -II / Beyza Genç
Su / Murat Kahraman
Ateş Susmaktır / Selami Şimşek
Tümünü Göster