Ben ve Siz -II

Devam ediyorum sizin ve benim ahir vaziyetimize.
Bir sultan hançeri kadar ihtişamla yüreğe saplanıp kalan gözlerinizin, soluğuma ettiği marifetlere.
İhtiyar bir hasretin umuda eğildiği secde neyse, öyle kapanıp ağlamak var şimdi bende sadece. Gözümün akına dü­şen kızıl gölgelerde rastladım izinize. Söz veriyorum beklerim, yüreğinizin tenha bir köşesinde,ne acıktım ne de su­sadım demem size. Öyle kalabalıksınız ki bende; ıssız bir istikamette dokunabilsem gölgelerinizin birine, yıldız değdi deyip aydınlatacağım zamanı şerefinize.
Mecburen kapanan gözlerime en tatlı yerinde uykuyu haram etmek, susarak saldırmak düşlerime… Uyanıkken, ayıkken ellerim ayaklarım, öylece gelin. Yanınıza zamanı almadan, hamallığını yaparak aşkın… Altında ezilerek, düşüp düşüp kalkarak, terinize kan katarak hatta… Ben bu mahzende rutubetlenmeden, siz kuşanıp sadakati, beni bir beyaz papatyayla ikna edin.
Kalabalıklarınızda yok ki gözüm (!) en yalnız yanınızda coşup, çağlamaya adayım.
Asi bir mısrayı dilime taktım, söyleyip susup, söyleyip susup aşka dalmaktayım.
“Ben de sizi” demek için zaman saymaktayım.
Hâlâ mı kalkmadı üzerinizdeki nazar? Hâlâ mı sebepsiz sarhoşluğun koynunda zevki sefalardasınız? Ne yani adakla­rımı ağaç dallarında çaputlarda mı bırakayım? Ben çaresizliğin ölüm olduğunu bilmekteyim. Saçından tutup yere vurmak vardı ya (!) zamanı, zamanın içinde siz vardınız. Siz de bilin diye gözlerimi yüreğinize dikmekteyim.
Yüz mevsime yüzünüzü çizip, her mevsimde çöküşünüzü izliyorum. Ve içimde parçalanırken siz, duyduğum aklıse­lim feryatlarınızı dinliyorum. Sanmayın işitmediğimi, sözünüze ilişen sitemleri ezberimde tutuyorum. Kaç teselliyle yokluğumu yüreğinize attığınızı bilmiyorum. Ama ben, adı aşk olan şehirden İstanbul’dan size buradayım diye mev­simlerle haber yolluyorum.
Ucu yanık mektuplarla aşkı aşikar edenlerin masallarını dinliyorum. Yüreğinize adresimi yazdım. Siz gelene kadar aynı adreste konaklıyorum. Cüretkârca sizi soranlara, “kime ne?” diyorum. Yârin gözünün yaşını yüreğine neşter eden yiğitlerin narası kulaklarımdayken, keşfetmek için sizde kendimi, bohçamı dürüp hazırlıyorum.
Daha kaç kez mevsime, yüzünüzü siz olmadan çizeceğim? Kaç papatyanın elinizden geleceğini hayal edeceğim?
Sevdanın saf masallarını sizden mahrumken dinleyeceğim.
Siz gözüme kümelenen hüznü bilmeden, hatıraların kanadında gülümseyip yüzünüze, hatıra olmadan yaşamayı bekleyeceğim. Başıma bulaşan yağmuru yük edinmiş bulutlarla, size selamet hissi göndermek için nöbetteyim. Bu nöbetin takvimin hangi gününe geldiğini bilmeden, adı aşk olan şehirde gezeceğim.
Buruşmuş bir kadın yüzünde acıya, telaşlı bir delikanlı yüreğinde sevince imrenip ayaz bir aşka, bir miktar daha üzüleceğim. Sizi henüz nihayetlendirmedim.
Bu Haziranla sözünüzü kestik, ilk sıcağını güneşin gözlerinizde göreceğim. Hatta ikinci kez nasıl doğulur onu sezeceğim. Girdiğiniz kovuktan bir gün çıkacaksınız ya (!) o gün size beyaz şapkalı evlerden birinde sıcak tarhana ikram edeceğim. Gecenin cimri ışıklarıyla kolkola geziyorum. Sağımda rüzgar, solumda karanlık… İçi oyulmuş kamış gibi geceye sizi şikayet edeceğim. Üzülmeyin sonu geldi diye.

Ben ve siz bu kadar değiliz.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Övgü ve Yergi Hepsi Bir Arada / Veysel Karani
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -1/1 / Şiraze
Ben ve Siz -II / Beyza Genç
Su / Murat Kahraman
Ateş Susmaktır / Selami Şimşek
Tümünü Göster