Sonsuzluğa gömüp başımı yıldızların akıp gitmesi gibi içime akıp gitmede gözyaşları. Acımı saklasam dipsiz uçurumlar gibi sussam, sancıyla sözcükler doğursam heyhât…
(…………… ??)
Sesini açtığında kuşlar boşalır üstümüze
silahlarını kuşanıp yağmurlarıma iner bakışları
mahzun bir düş gibi dudaklarının ucuna oturur hüzün
puslu camların arkasında
gözleri susar parmakları konuşur
Birden bir yanımda hasret bir yanımda İbrahim
İbrahim’in her dalgınlığında bir silah
isyanının bütün kıyılarını tutmuş rüyaları
rüyanın bir ucunda benim yüreğim
bir ucunda saçlarından sıyırıp çıkardığı deliler
içinde muzaffer bir sultan dağdağası
dağlarının kızıllığında ölüme ve hayata dair eşkıya fısıltıları
bakışlarında Kaf Dağı’ndan kopup gelmiş güvercinler
Ben o güvercinlerin kuşattığı geceyim
Bir de içim sıra sesini deniyorum
sesinin ayazından içim üşüyor
kelimelerimde bir telaş bir telaş
sokaklarımın her adımında bir yaralı yürek,
ne yana dönsem gözlerine değiyorum
içimdeki şehirler bir bir düşüyor
Sonra bir zehirli sis
Getirip bırakıyor bakışlarının kuytusuna içimin resimlerini
ha ben bir savaşın dalgınlığındayım
ha hayaller kıyılarıma uzanan savaşın ortasında
yanımda İsmail
bir eliyle kalbinin surlarına âhımı savuruyor
bir elinde ölüm haberleri
yüzü kızarıyor adın söylendiğinde
cehennemden bulup getirdiği şiirlerin aynasında gözleri
yüreğini nereye koyacağını bilemiyor
sen ey bu sözlerde adı söylenmeyen şiir
ha benim hıçkırıklar gibi dolandığım izbelerinde
ha Süleyman’ın boş böğrüne kurşun yemiş gibi inlediği
bu yüzdendir gözlerinin cehenneminden gitmediğim
bu yüzdendir her yanım ağrıyor dardayım, dumandayım
bu yüzdendir bu şiirlerin bir türlü dinmediği