Ölüm Gibi Bir Masal Anlat!

Ben haritaların en kutsal renkleriyle uçtum!
Yeşil yeşil bir yağmur yağıyordu, bahara doğru bir zamandı. Vadilerin, uçurumların, kayalıkların arasından bir ne­hir gibi aktım. Yakındı sırlarımı ateşe atmanın batıllığı ve hazin gitarların ilahilerinden kestim söz uçlarının hünerli kelimelerini. Deliliklerimin ortasından sıyırdım günahlarımın en asil olanlarını. “Uçuşum radarlarla gözlenmedi” belki fakat ölüşüm cengaverlerin gölgelerinden beriye düştü! Ya beni aşktan beri kıl diyesiyim köprülerin uğramadığı ilk sıratların üstünde ya da leylim bir geceyi içir masalsız devirlerin lika tabletlerine… Bana ölüm gibi bir masal anlat, ki kanasın bir yerlerim!
Daha fazla susacağım, daha çok küseceğim bir masal işte. Yolların bildiğimiz kavşaklarından değil, aşkların vuslatın­dan hiç değil; senden, benden, sözden sonraya… Yeniden hazırla karanfil demetlerini, çocuk uykularını, renklerini ayrılıkların ve sevişmelerini karlı ceylan surelerinin… Yani, hani vardır ya devingen bir sıkıntı ayrılıktan sonra, içer gi­bi ateşleri gece yarıları, sırılsıklam, kan ter içinde sayıklar ya insan, işte öylesinden bir masal olsun anlatacağın.
Ben haritaların en kutsal renkleriyle uçtum!
Devrile devrile bir handı şiir sûretinde gözlerinden devşirdiğim imge, usul usul bir çığlıktı aşk dediğim kusur ve seviş­mek de güzeldi, yılanların sarı sıcak toprağıyla yaptığı şey! Nefesini tuta tuta anlat ve saçlarını dağıta dağıta çevir kelimeleri. Bir gök biriksin gümrah rüyalarımdan içeri, bir fasıl sun bana salkım saçak kış ikindisinde. Bilirsin bütün masallar şifa dağıtır dinleyenlerine, bâde sunar ölçeği tedirgin uykulu seyircilerine, hayalcilerine yani bulutsuzlara… Yanıbaşımda duran seyirlik semahlarından geri çevir benimkini, yani artarak azalan, küserek barışan, ölerek yaşayan özgün bir deha dilinden, anlat…
“Vaktinde yaşamış bir sükûnet sahibinin” diye başlasın örneğin. Sonra devam etsin, renkleri, uçurtmaları, çocukla­rı ve sazlıkları ne kadar çok sevdiği… O sükûnet sahibinin ölüm anında söylediklerinden de olmalı biraz, artık dün­ya kirlendi aşksızlıktan ve sevmeksizlikten, diye bitmeli bu masal. Dedim ya, ben haritaların en kutsal renkleriyle uçtum!
Çil çil dökülen yağmurların altında gezen bir iyilik meleği gibi şiire, şarkıya, masala amade yürüyen… Bir resim dursun masaldan aklımda kalan. Kurşûni bir gök altında bir genç kız olsun, yanında küçük bir aşk meyvesi ve bir elinde uçurt­masının uzayıp kısalan ipi… Sonsuzluğun inadına koşsunlar ovalardan, vadilerden, bayırlardan aşağı. Rüzgar dolsun gözlerinin kıvrımında biriken ışıltılı bengisulara, düşmesinler hayallerinin kısalan gerçeklerinden saygısız bir dünyaya.
Evlerin sürüklediği dert dolusu odalarından bana, kuşatılmış kitapların zincirli masalları kalsın yeter.
Saklı dursun mavi hülyaları lacivert gecenin içinde. Sakınmadan gireyim odasına sevgilinin,tedirgin sulardan çe­keyim ağlarını aşkın ve vurayım kendimi sebepsiz korkulara.
Yani, Sezai Karakoç’un “Doğu’nun Altıncı Oğlu” adlı şiirinden bir sahne okuyun isterseniz. Çünkü masalların estetik kurgusundan arınmış bir bûselik yüze dokunan oğulların, acılı babası vardır masalımızda. Karanlıkta büyüyen ince bir çınar vardır toprağın kalbinden tutunmuş uzaklara. Senin masalını dinlemek istiyorum ey okuyucu!
Bildiğin hazinelerin veziri olduğun zamanları düşün; ardın sıra gelen ayak seslerinden titreyen orduların, sevgisizlikten toynaklarına kadar kana bulanan atlarını mesela… Ya da kuş tüyünden hafif taçların sırmalar,saçan levhalı elmaslarını… Hayal derslerinden öğrendiğin ilk konuyu hatırla lütfen, sana da söylemiştir belki de sükûnet sahibi o ses; “Sıkıntıya düşene ve ölüm sana ulaşana kadar iyiliği tavsiye et!” Masalların yeniden kutsallığını getir evlerimize ve bayırlardan, uçurumlardan, vadilerden aşağı savur sesimizi, her sabah çocuklarla birlikte.
Unutmadan, düşündüğün hayal resmini de gönder bana. Şöyle, gökkuşağını halkalayan ebrulî desenlerin altın­dan her geçişinde, üzerine sinen renklerin dünyamızı sevinçlere boğduğu… Yaşadığımız güzelliklerden Necip Fazıl’ın sesini de katmalıyım kağıdın bir kıvrımına, işte o zaman durulurum gönlümün bulanık akan ırmaklarından.
“Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!”

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bizim Konağımız / Hasan Tiyek
Deniz Bize Mavi / M. Ali Garip
Şiirler ve Şairler / Necat Çavuş / Mehmet Ragıp Karcı
Kör Testere / Emirhan Yüce
Taş Kesilenler / Selami Şimşek
Tümünü Göster