Cahit Zarifoğlu’nu Anlamak

Hayatı idrak etme noktasında şiirin diğer anlatımlara göre önde gelen, en etkili bir söyleyiş olduğu bilinmektedir. Şiirle yakaladığımız biçimi, diğer sanat dallarından her hangi birinde yakalayabildiğimizi tam olarak söyleyemeyiz. Şiir bize hayatın özünü yakalama, derinlere inme imkânı veren farklı bir anlatım, değişik bir etkileşim gücüne sahiptir. Bu özelliklere haiz Cahit Zarifoğlu şiirinde hayat karşısındaki hassasiyetin, öncelikli bir tavır, hayatla olan ilişkisinin özgürce yer aldığı metinler olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. O’nun şiirini anlamaya çalışırken, düşünsel bir yaklaşımla, felsefi, ilmi, dini kuramlara yaslanıp yaslanmadığına bakmaksızın, öze, dallara değil, gövdeye odaklanmak gerekir. Orada, derinlerde var olan, etrafa geniş kollarını açarak uzanıp, dal budak serpilen şiir esasında hayatın ta kendisidir. Cahit Zarifoğlu’nun şiiri hayatın meyveleriyle dolu dolu büyüyen koca bir gövdeye sahip ağaç gibidir. Bu ağaçla yakınlığımız bize dallardaki meyveleri tanıma imkânı verdikçe, aldığımız tat daha çok ilginin doğmasına sebep olacaktır. Zarifoğlu’nun şiirine nüfuz etme, derinlerdeki sese kulak verip o güzelliği daha çok tanıma imkânı sağlayacaktır.
Zarifoğlu’nun şiirinde hayatla olan iç içelik, yakın ilişki, kendi penceresinden yansıyan bir yaşayış olarak ortaya çıkar. Yaşamak’ bu bağlamda şiirle özdeşleşmiş bir eser gibi durur. Bir öykü müdür, roman mıdır, günlük ya da gezi yazılarından oluşan bir eser midir? Üzerine sanki şiirden bir giysi giydirilmiştir eserin. O’nun şiirinde öne çıkan imge zenginliğini anlama, algılama bakımından önemli veriler sunar Yaşamak. Zarifoğlu iyi bir gözlemcidir. Doğayı iyi tanır, doğada ve insanda Yaratıcı’nın güzelliklerini gözler. Tarihe yakın olmayı önemsediği için, şiirinde de yazısında da tarihsel serüvene atıflar yaparak ilerler. Şiir de bir bakıma tarihsel serüvenin izlerini takip eder, doğayla yaşamanın ayrıntılarına götürdüğü gibi, şehirlere, kültürlere, geçmişe ve medeniyete de götürür, algılama hissini kamçılar. Yedi Güzel Adam’ın tarihsel dokusu imaj bolluğu içinde en güzel saf şiirin örneği olarak gür bir biçimde durmaktadır..
Cahit Zarifoğlu’nun şiiri için anlaşılmazlığı ile ilgili öteden beri çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Söylenenler arasında öncelikle imaj bolluğunun şiiri gölgeleyerek, anlaşılmasını güçleştirmesi ya da dille oynaması öne çıkar. Oysa kelimeler şiirde adeta savaşıyor gibi çarpıştırılır ve bu çarpışmanın yarattığı gerilimli süreç içindedir. Dille alışık olmadığımız bir tarzda oynayarak, çarpışmanın meydana getirdiği gerilimli süreçten geçerek gelen şiir okuyucuya etkili bir müzik, etkili bir ses olarak döner ve gerilimle ilgili en küçük bir rahatsızlık hissettirmez. İşaret Çocukları ve Yedi Güzel Adam dâhil şiirlerin bütününe bakıldığında imaj bolluğu, dille adeta oynaması, kelimelerle dans etmesi şiiri algılamada sanki esas güçlükler imiş gibi nitelendirilse de esasında hiç de böyle olmadığı görülecektir. Kelimeler kendini yenileyerek adeta ana temayı daha iyi nasıl verebilirim endişesiyle koşuyor şiirin içinde. Sık sık çarpışıyorlar birbiriyle. Ama bu çarpışmadan yara bere almadan etrafa güzel ışık parçacıkları yayan meşalelere dönüşüveriyorlar sonra. Bu da Cahit Zarifoğlu’nun anlamı bozmuş olsa bile kelimelerle oynayarak elde ettiği söylemin güçlü bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Dilin o şiirsel özü içinde gerçekleşiyor tüm bunlar. Cahit Zarifoğlu dil ve sesi kullanmadaki ayrıcalıklı ustalığı ile şiirin yapısını oluşturan bu özelliği en iyi kullanan bir şairdir.
İdeolojik söylemlerin içindeymiş gibi görünmesine rağmen O, aslında bunun çok ötesinde, şiirin bildiri metinleri olmasına asla izin vermeden şair kimliğinin sorumluluklarını öne çıkarmaya çalışmıştır. Şairin ödevleri olduğu gibi şiirin de ödevleri olduğunu, şiirin omuzlarında da sorumluluklar yüklü olduğunu hatırlatır..
‘Ey şair uykudan uyan ve şimşek gibi çakan şiirlerinle bütün uyuyanları kaldır. Ölen duyguları canlandır, unutulan görevleri hatırlat. Dikkatle bak, bir tomurcuk daha açtı, ağaçların içinde özsu boruları genişledi, balıklar suları neşelendirdi, gök gürlemeleri duyuluyor ve kış uykusuna yatan yaratıklar bile güneşli kayaların üzerinde birikiyor. Haydi, ey şair sen de uyan ve şimşek gibi çakan şiirlerinde insanları uyandır, ölen duyguları canlandır, unutulan görevleri hatırlat. Bununla da kalma, uyuşup kaldığın izbeden ayrıl, insanların arasına karış ve onların öbek öbek toplandıkları ağaç diplerini, tarlaları, çölleri, yemek meclislerini, sohbet halkalarını şereflendir, insan zihinlerinden kalplerinin sokaklarından bazen bir atlı, bazen hülyalı bir aşık, bazen bir meczup, bazen bir dert kirpisi, bazen bir düş, bazen bir vaha, bazen bir yıldırım, bazen bir yumruk gibi geç, fakat hepsinde uyarıcı ol.’
A.Nedim Özalp’la yaptığı konuşmada söylediği bu sözlerden apaçık görüldüğü gibi, şairden uyanık olmasını, yenilikçi, dikkatli ve cesur olmasını, ödevlerini idrak etmiş bir kişi olmasını istemektedir..
Cahit Zarifoğlu’nun ilk şiirleri, edebiyat dünyasında İkinci Yeni şiirinin güçlü bir biçimde yer aldığı, konuşulduğu, git gide büyüdüğü bir dönemde yayınlanır. İmgeci şiiriyle dikkatleri üzerine çeker ve İkinci Yeni şiirleri içinde hemen kendine ayrı bir yer edinir. Bu tarz, İşaret Çocukları ile başlayan diğer şiirlerde giderek olgunlaşarak büyüyen Zarifoğlu’nun kendine ait olan şiirini inşa etmeye götürür. Etrafında kendisiyle ilgili olarak söylenenlere pek dikkat etmez. Şiirini kapalı oluşuyla, imaj bolluğu ile eleştirenlere karşı da her zaman şiiri savunmaya devam eder. Kendisiyle yapılan söyleşilerin pek çoğunda bu konuyla ilgili sorular sorulmuş O da her defasında şiirinin kapalı olmadığını, ancak zor anlaşılıyor denebileceğini söylüyor.
Nazif Gürdoğan’ın Gelişme Dergisi’nde 1974 yılında yaptığı söyleşide ‘hiç kimse, şu ya da bu şiiri anlamak zorunda değildir. Şiirimi bana şikâyet ediyorlar’ diyor. Kendi şiirinin aslında kapalı olmadığını, zor anlaşılır olduğunu, bu zorluğun da şiirin kendisinden kaynaklandığını ve şiiri anlayabilmek için bu şiirin diline aşina olmaları gerektiğini söylüyor.
Mehmet Nuri Yardım’ın Doğuş dergisi için yaptığı söyleşide, ‘genellikle zor anlaşılır şiirler yazıyorsunuz, amacınız ne’ şeklindeki sorusuna verdiği cevap ilginçtir: ’Şiir tarzım öyle. Zor anlaşılırlık bu şiirlerin kendisinde olmalı. Ben bir amaçla yola çıkıyor değilim. Şu da sorulabilir, acaba zor anlaşılır şiirler mi var, yoksa zor anlayan şiir okuyucuları mı? Doğrusunu isterseniz bu tartışmaya hiç heves duymuyorum.’
Daha önceki açıklamalarında kapalı değil belki zor anlaşılır diyebiliriz diyen Zarifoğlu bu sefer zor anlaşılırlığı da öteliyor bir bakıma. Bu zorluğu  ‘acaba zor anlaşılır şiirler mi var’ diyerek şiirin üzerine yıkıp, şiir üzerinde yoğunlaşmayı önerdiği gibi, okuyucuya da sorumluluklarını yeniden hatırlatarak, okuyucunun da şiiri anlama noktasında ödevleri olduğunu hatırlatıyor. Bu açıklamalardan sonra da bu tartışmalara girmeye de hiç heves duymadığını not düşüyor.
Zarifoğlu’nun kapalı olarak nitelenen şiiri, için Rasim Özdenören’in söyledikleri, değerlendirmeleri de konu ile ilgili açıklamalara yardımcı olduğu için oldukça önemli: ’Bunca anlaşılmaz, kapalı ya da zor anlaşılır bulunmasına rağmen, şimdiye kadar hiçbir aklı başında şiir okuyucusu (eleştirmen ya da okuyucu olarak) bu şiirleri reddetmek, yok saymak cesaretini gösterememiştir. Çünkü elindeki metinler, anlaşılması zor da olsa daima değerli bir ürün olarak görünmüştür.’’
Zarifoğlu ilk şiir örneklerinde daha saf şiire has ses ve şiir tekniği ile yazmıştır. Bu O’nu çağdaşı şairlerinden ayıran önemli özelliklerden birisidir. Yalnız ve hüzünlüdür. Yalnızlık bugünkü anlamıyla tek kalmak, hayattan soyutlanmış özel kabukları içinde yaşayan bir canlı olarak değil, bireysel argümanları şiire giydirmekle yetinmeyen, dahası bu bireyselliğin ötesindeki ‘manevi’liğe yol alan bir canlının yalnızlığıdır O’nunki. Avrupa’yı otostop yaparak gezen şair bu dönemde o yalnızlığı doyasıya yaşadığını gördüğünüz şiirler yayınlar. İşaret Çocukları ve Yedi Güzel Adam, bireysel argüman zenginliği ile dolu, içsel söyleyişlerin, seslenişlerin yoğun olduğu kitaplardır. Bu iki kitaptan sonraki kitaplar Menziller ile Korku ve Yakarış ise ikinci bir evreye işaret eden kitaplardır. Yeni bir şiir sürecini yansıtırlar. Zarifoğlu şiirinin ikinci dönemine geçişte Mavera dergisi ve orada yaptığı çalışmalarda mistik düşüncenin ve ürünlerinin gittikçe belirginleştiği ve olgunlaştığı görülür.
Olcay Yazıcı’nın Türkiye kültür sanat sayfası’nda yaptığı söyleşide ‘Şiirlerimi genellikle ifade ettiğiniz gibi ‘örtülü manalı’ bulanlar çoğunlukta. Bu şiirin diline aşina olmayanların kolay kolay anlamaları mümkün değil. Biraz gayretle anlaşılabilirler. Tarzım böyle. Buna rağmen yine isabetli belirttiğiniz gibi bu kapalı anlamın gerisinde İslami bir muhteva mevcuttur. Hepsinde olmasa bile’der. Bireyciliği, yalnızlığı ile öne çıktığı görülse de şiirlerin kapalı gibi görünen imge zenginliğinin altında kendisinin de ifade ettiği gibi İslami bir ses vardır.
Şairlerin poetikası ile şiir anlayışlarını dile getirdikleri bilinmektedir. Zarifoğlu bu anlamda poetika yazmamıştır. Çeşitli gazete ve dergilerde kendisiyle yapılan konuşmalarda ve Mavera Dergisi’nde uzunca bir süre edebiyatla ilgili gençlerin ürünlerini değerlendirirken  ‘Okuyucularla’  başlığı ile yazdığı ürünlerde zaman zaman bu konuyla ilgili görüşlerini ifade etmiştir. O’nun şiir poetikasını sözünü
ettiğimiz kaynaklarda bulabiliyoruz. Olcay Yazıcı’yla yaptığı söyleşide şiir anlayışını şu cümlelerle açıklar.  ‘Şiir anlayışım üzerinde uzun boylu düşünmedim. Bu şekilde bir soruyla karşılaştığım zaman emin olun biraz bocalıyorum. Şunları söyleyebilirim: İlhama inanıyorum. Şiir ilhamla yazılıyor. Buna rağmen hemen her istediğimde, her oturduğumda şiir yazarım. Bu demek değil ki her an, her saniye yazıyorum, öyle değil. Demin şunu ifade etmek istedim: Çok egzersizle şair, ilhamı bir bakıma eline geçiriyor sanki. İlhamı beklemiyor, fakat ona ihtiyaç duyduğu anda davet edebiliyor. Bu bir ustalık meselesi de olabilir..’
İşaret Çocukları ve Yedi Güzel Adam’la başlayan şiir serüveninde zengin imaj bolluğu altında yatan ince söyleyişler altında bir bakıma işaret edilenlerin, gösterilen çocukların hikâyesidir. İşaret Çocuklarında gösterilen çocuklar büyümüş, Yedi Güzel Adam olmuşlardır. Yedi Güzel Adam şiirlerinde anlatılan o güzel adamların hikâyesidir. İçinde oldukları mücadele, soylu bir davanın kavgası vardır kitapta. ‘Öfkeli adamlardır, bunlar. İri gövdelerine, rüzgârlı başlarına rağmen ipince bir yürekleri vardır. Hassastırlar. Âşık olurlar… İyi gören gözler bu şiirleri okuduğunda sevgilinin zaman zaman bir kadın, zaman zamansa manevi bir özellik olduğunu görür. Davadır sevilen. Uğruna mücadele edilen şey: İslami bir öz.’
Yedi Güzel Adam’da tam olarak yola koyulmamış olan bu güzel adamların serüveni Menziller’le devam eder. Allah ve Peygamber sevgisi bu şiirlerde daha çok öne çıkar, tasavvufi duyuşlar hissedilir. Ardından gelen son kitap Korku ve Yakarış ise menzile doğru yol alan güzel adamların, ‘bu müminlerin vardıkları bir makamdır. Korku ve Yakarış makamı. Tam İslami deyimiyle ‘havf ü reca’ makamı. Bütün müminler bu makamda bulunurlar. Korkarlar Allah’tan, ama aynı zamanda umarlar. Beklerler. Allah’ın af ve merhametini, lütuf ve keremini beklerler.’ (Akif İnan’ın Milli Gazete için yaptığı söyleşiden.)
Cahit Zarifoğlu’nun bu şiir çizgisini takip ettiğinizde görüldüğü gibi ilk iki kitapla ortada kapalı gibi görünen şiirlerin aslında daha sonraki iki kitaptaki şiirleri anlamaya dönük olduğu da söylenebilir. İşaret Çocukları ve Yedi Güzel Adamı okumadan, Menziller ve Korku ve Yakarış’ta anlatılanları, güzel adamların bu aşamadaki serüvenlerini anlamak, algılamak kolay olmasa gerek. Zarifoğlu güzel adamların dünyayı ihmal etmeksizin Allah ve Peygamber sevgisini öne çıkaran şiirlerde yol aldıklarını, ince yürekleriyle Allah’ın rızasını kazanmanın peşinde olduklarını söyler. Bu güzel adamların soylu mücadelesini, öfkesini, kavgasını, aşklarını, sevgilerini, hassasiyetlerini görmeden, okumadan Cahit Zarifoğlu şiirini tam olarak tanıdığımızı söyleyemeyiz. Güzel adamların öyküsü bizi Cahit Zarifoğlu’nun şiirini anlamaya götüren bir hikâyedir.
Cahit Zarifoğlu şiirine bakarken, O’nun şiir poetikasını, görüşlerini açıklarken, okuyuculara ve şaire sorumluluklarını hatırlatan uyarıcı yönüyle de şiire yüklediği ödevleri anlamamızı istediğini de düşünmeliyiz. Olcay Yazıcı’yla yaptığı söyleşide bu anlamda söylediği şu cümlelerle bitirelim yazıyı:  ‘Şiir hakkın emrinde olmalı. Rıza-yı Bari’yi gözetmeli. Bunu başarmak elbette zordur. Şiir esrarlı bir saha. Oraya girince sadece Rahmani etkiler altında kalabilmek, sadece bu etkinin verimlerini şiire giydirebilmek bir nasip meselesi. Şiirin alanına nefsani olanlar da dâhildir. Şair bunlardan kendisini koruyabildiği ölçüde korumalı. Benim bunları düşünerek yazdığım birtakım şiirleri ‘keşke yazmasaydım’ dediğim olmuştur. Mümin şair olarak da yazdıklarımdan sorumlu olduğumun bilincindeyim. Yazar, yazar olarak yazdıklarından sorumludur elbet ve bunlardan da sorulacaktır. Yazmanın hangi sahada olursa olsun vebali vardır. Büyük bir mesuliyet…Yazarken pürdikkat olmalı..’ (Konuşmalar, S:94)

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çağrıya Cevap / Ay Vakti
Yalnızın Bir Adı Da; Gülün Ortası / Ali Yaşar Bolat
Cahit Zarifoğlu’nu Anlamak / Şakir Kurtulmuş
Çarlek / Cevat Akkanat
Sadettin Kaplan İçin “Bir Garip Ölmüş Diyele... / Recep Garip
Tümünü Göster