Söz Üzerine

Allah dostu Yûnus Emre bir şiirinde şöyle diyor: “Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı / Söz ola ağulu aşı / Bal ile yağ ede bir söz.” Ve sözünü sürdürüyor: “Kişi bile söz demini / Demeye sözün kemini / Bu cihan cehennemini / Sekiz uçmağ ede bir söz.” Peki bu sözlerde ne var ki, diyebilirsiniz. Ne yok ki? En öz biçimiyle ben şunları anlıyorum: Bazan etkili ve güzel bir söz, savaşı bile durdurabilir. Kimi sözler de vardır ki, söyleyenin başının kesilmesine sebep olur. Bazı sözlerse, zehirli yemeği bal ile yağa dönüştürebilir. İnsan sözün demini (uygun zaman ve zeminini, kıvâmını, uygun ortamını) bilmelidir. Her sözü, her zaman ve her mekânda söylemek doğru olmaz. Ayrıca kötü söz de söylememelidir. Öyle bir söz söylemelidir ki insan, bu cihan cehennemini sekiz cennet hâline getirsin.
Görülüyor ki, söz Yûnus için son derece önemli bir şey. Bir varlık, bir olgu. Bir silah. Söylenen ve yazılan. İnsanı insan eden en önemli faktörlerden biri. Adeta, insanı vezir eden de o, rezil eden de. Yerli yerinde kullanılması gereken bir potansiyel güç. Tabii, onun da her şeyde olduğu gibi hem iyisi var, hem kötüsü. İnsan bunlardan istediğini seçebiliyor. Ancak, Yûnus’un tercihi şüphesiz iyiden, doğrudan, güzelden yana. İnsanı Yaratan’dan ötürü sevdiği, ona karşı şefkat duyguları ile dolu bulunduğu ve ona acıdığı, onu Allah’ın halifesi saydığı için, sözün kötüsünü, eğri büğrüsünü, çirkinini, hak olmayanını lâyık görmüyor.
Biz bu sözleri pekala hitabet sanatına, edebiyat ve özellikle de şiir alanına taşıyabiliriz. O açıdan baktığımızda bu sözler şair Yûnus’un bir çeşit poetikası hükmünde görünür. Bu dizelerde, Emre’m Yûnus’un şiir ve edebiyat anlayışına, sanat telâkkisine dair bazı ipuçları vardır. Bu bakımdan iki hanesini aldığımız bu şiirin tamamı bir ‘art poetik: sanat üstüne, şiir üstüne şiir’dir.
Benim büyük sanatkârlarda gördüğüm bir özellik var: Bunlar sadece halka (avama) ya da aydına (havasa) hitap etmiyorlar. Bunlarda öyle bir özellik var ki, hem halka, hem aydına, hem okumamışa, kısacası her kesime, her seviyeye hitap edebiliyorlar. Onların eserlerinden hemen herkes kendince nasibini alıyor. Ondan hoşlanıyor. Onu kendisine yakın buluyor. Onu ve eserini kendinden sayıyor. Dışlamıyor, yok saymıyor, büsbütün ilgisiz kalmıyor.
Bunu şöyle de diyebiliriz: Her okuyucu ve dinleyicinin, sanat eseri alıcısının, edebiyat eserine muhatap olan kişinin belli bir anlama, sanat eserini kavrama kapasitesi var. Bu kiminde şu kadar, kiminde bu kadar. Klâsikleşmiş eser ve şahsiyetlerden herkesin anladığı, anladığını sandığı bir şeyler mutlaka bulunuyor. Kimi, belki hiçbir şey anlamıyor, bir şeyler sezer gibi oluyor, yahut o metne belki de müellifin aklının ucundan bile geçirmediği alakasız gibi görünen bir yeni anlam veriyor. Şiir ve edebiyat, biraz da bu değil mi?
Biz yine derviş Yûnus’un sözlerine dönersek, bu sözlerde öğüt ve nasihat var. Lirizm var. Sehl-i mümteni (kolay görünen zor söyleyiş) mevcut. Bunlarda, tasavvuf öğretisine dahil ahlâk kurallarından bazıları bulunmakta, iyi insan, iyi Müslüman olmanın, tabiatıyla iyi derviş olmanın ilkeleri tebliğ ve telkin edilmekte, ama yumuşak bir dil ve uysal bir üslupla. Ey kardeşlerim, ben böyle düşünüyorum. İsterseniz bu duygu ve düşüncelerime, dilek ve temennilerime siz de katılabilirsiniz. Şayet öyle olursa, bundan ancak memnuniyet duyarım, der gibi bir hali var. Zaten din nasihat değil midir? Tasavvuf, İslâm’ın yüce ahlâkı değil midir? Tarikat, insanı Allah’a ulaştırmayı hedefleyen ve gösteren yollar değil midir? Ama, insanı istemek ve bu uğurda gereğini yapmak şartıyla, azim ve sebat göstermek şartıyla. Sıddıyklık makamından bir pay sahibi olmak çaba ve ümidi içinde kalarak.
Tabiî tarih boyunca söz söylemenin, yazı yazmanın, topluma düşüncelerini açıklamanın belli bir bedeli de olmuş, her şeyin bir bedeli olduğu gibi. Kimi zaman hak ederek veya etmeyerek, insanlar bu yolda canlarıyla ödemişler bu bedeli. Onların bedeli çok ağır olmuş. Bizim Yûnus bu tehlikeye de işaret ediyor, şiirinde. Bu yolda mazlum ve şehit olmak da var, inadı ve yöntemsizliği yüzünden ölmek de. Aslında insanoğlunun yasaklara takılmadan söyleyemeyeceği söz bulunmadığına inananlardanım. Yeter ki insan söylemesini bilsin. Yazmasını bilsin. Ustalar için dilin sınırsız imkânlar sunduğunu düşünüyorum. “Selâmün aleyküm kör kadı” diyenlere söylenecek sözümüz olamaz.
İnsan dilinin altındadır, buyurulmuştur. Üslub-ı beyan, ayniyle insan, denilmiştir. Kelâmın kibârı, kibârın kelâmıdır. Bu söz simetrik bir söz olduğundan, tersi de doğrudur: Kibârın kelâmı, kelâmın kibârıdır. (Sözlerin büyüğü, büyüklerin sözleridir. / Büyüklerin sözleri, sözlerin büyüğüdür.) Dilim, dilim, dilim dilim dilem seni. Atalar sözü, sözlerin özü. Söz, kılıç gibi keskindir. Kılıç yarası geçer, dil yarası geçmez. Ağızdan çıkan söz, ok gibidir. Dil, arslan gibidir. Her söylediğini bil, fakat her bildiğini her yerde, her zaman söyleme. Söz gümüşse, sükût altındır. Bir şey biliyorsan söyle ibret alsınlar / Bilmiyorsan sükût eyle adam sansınlar… Bu konuda bugüne dek söylenmiş güzel sözler ciltler dolduracak kadar fazladır. ‘Ya hayır söyle, ya sus’ da bunlardan biridir. Bütün bunlar, âyet, hadis, kelam-ı kibar, ata sözü, özdeyiş.. hemen hepsi de birbirini teyit eder mahiyettedir. Kuşkusuz aynı hususlarda dile getirilmiş paradoksal sözler de yok, denemez. Tiryaki Sözleri içinde böylelerini de görmek mümkündür. Ana cadde dururken keçi yollarını takip etmeyi seven aykırı tipler, her devirde eksik olmamıştır. Ama biz, cadde-i kübrâyı izlemeye devam edelim, diyorum.
Kelam’la kalem arasında sıkı bir ilişki bulunuyor. Önce kelam vardı. Dil onu söyledi. Kalem onu yazdı. İnsan onu dinledi ve okudu. Kelâmullah, Allah sözü olan Kur’ân’dır. “Kur’ân’dır bu, her karanlığı aydınlatandır bu, bütün sözlere ve eylemlere hakandır bu!” Musa Aleyhisselam, Kelîmullah’tır. Hz. İsa, Rûhullah’tır. Yaratıcı, kitabında, kalem üzerine yemin eder.
Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk’ın bir yerinde şöyle der: “Onlar ki kelâma can verirler.” Karacaoğlan, ‘Getir, el basayım Kelâmullah’ı’ der. ‘Mecliste ârif of kelâmı dinle’ diye nasihat eder. Bir semaisinde, ‘Ak elleri kalem tutar/Yazar elif elif diye’ biçiminde bir güzel tasvir yapar. Bir türkümüzde, ‘Kurban olam kalem tutan ellere’ denir. Ben de son söz olarak, ‘Kurban olam hakkı söyleyen dillere, yazan kalemlere’ diyerek en başta Yûnus’umuzu ve bütün “dost bahçesi bülbülleri”ni muhabbet ve saygıyla selâmlıyorum.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Sanmak / Semra Saraç
Vakte Can Bol Hayat Serpmek / Alâaddin Soykan
Evet Çığlık Diyorum / Selami Şimşek
Durmakla Anlamak Arasında / Necmettin Evci
Mağara Ağzı Yoksulluk / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster