Ayağa kalktı, çayından son yudumunu alırken, pencereden arabasının geldiğini gördü. Eşinin, bir çay daha alır mısın, sorusunu duymadı bile. Çok geç kalmış gibi hareket etmesi, eşini endişelendirdi. Biraz sakin ol lütfen, diyen eşine döndü, bir isteğinin olup olmadığını sordu. Hayırla git, hayırla gel, dedi eşi, hırkasını verirken. İnşallah, ne kadar kalırım bilmiyorum ama haber veririm, diyebildi. Eşi kapıyı açtı, arabaya kadar eşlik etti. Çantasını şoföre verirken, yapılacakları biliyorsun, yokluğumu aratma, arabanın her şeyi tamam mı, diye sordu. Şoför kapıyı açarak, merak etmeyiniz beyefendi, gözünüz arkada kalmasın, araba hazır, hediyeler bagajda, dedi. Direksiyon başına geçip, kemerini takarken eşi yaklaştı. Dikkat et, yavaş git, bizi habersiz bırakma, diye tembihledi. Gülümsedi, merak etme, ararım, hoşça kal, dedi, hareket etti. Şehri iki saatte çıkabildi. Sabah kalabalık olan yolların günün güzelliğini hissettirmeyişi bu şehrin en sevmediği özelliği idi. Uzun zamandır otomobili yalnız kullanmadığını hatırladı. O yüzden yolculuğun keyfini çıkarmak istiyordu. Şehirden uzaklaştıkça araç sayısı azalıyor, tabiat tüm görkemiyle hissediliyordu. İş temposundan uzaklaşıp kendini dinlemek için tam kaçılacak yerler, diye düşündü. Radyoyu açtı, kanallar arasında dolaştı bir süre, memleket havalarını dinlemenin keyfini arttıracağını hissetti, sesi açtı, keyiflenmişti. Saate baktı, öğle sonu varabileceğini hesapladı. Kendisini kaçıranlarla yaptığı kazadan kurtulduğu zaman, kendisini ölümden kurtaran çobanı ziyarete gidiyordu. Başına gelenleri hatırladı, uçuruma yuvarlanan arabadan sağ çıkışı, hayatta kalmak için yaptıkları, umudunu kestiği anda nasıl olup kurtulduğu, tek tek kareler halinde gözüne geldi. Kazadan sonra uzun süre hastanede kaldı, psikolojik destek aldı. Kendini toparlayınca ölümden döndüren kişiyi, mutlaka ziyaret edeceğine söz vermişti. Şimdi o nedenle yola düşmüştü. Yolu kaybetmemek için tabelalara dikkat ediyordu. Yer yer değişen ara şekillerine, ağaçların güzelliğine, tarlalarda çalışan insanlara, koyun sürülerine rastlıyordu. Şehir hayatından uzak başka bir hayata şahit oluyordu. Tabelayı gördü, sağa döndü kırk beş km’lik yolu kalmıştı. Yol daralmış, yağan yağmurlar yer yer bozmuştu asfaltı. Hızını düşürdü. Yol tepelerin arasından kıvrıla kıvrıla ormanlık alana tırmanıyordu. Biraz gidince yol kenarında bir pınar gördü. İnip hava alıp, su içmek için yavaşladı, sağda durdu. Pınardan akan su hayvanların içmesi için yalakta toplanıyor sonra çayırların arasından kıvrılarak aşağıya akıyordu. Buz gibiymiş dedi, suyu içince. Yüzünü de yıkadı. Suyu takip ederek aşağıya indi. Her yer yemyeşildi. Temiz havayı ciğerlerine doldurdu. Suyun kenarına oturdu. Gözlerini kapadı. Su sesi ile kuş sesleri birbirine karışıyordu. Çimlere doğru uzandı. Dinlendiğini hissediyordu. Şehrin gürültüsünden uzak kendini dinlemek huzur vermişti. Rahatlayıp gevşediğini hissetti. Uykuya dalmıştı. Ayaklarına kollarına bir şeyler dokunuyordu. Kendine gelmesi zor oldu. Köpek sesleri ile çan sesleri birbirine karışıyordu. Gözlerini açtı doğruldu. Su içmeye gelen koyun sürüsünün ortasında olduğunu fark etti. Doğrulduğunu gören koyunlar ürküp geri çekildiler. Köpeklerin havlamaları artınca ayağa kalktı. Köpekleri yanına çağıran çobana döndü yönünü. Korkma beyim, yabancı görünce böyle yapar bunlar, dedi yaşlı çoban, kendine doğru gelirken. Çobana ilerledi, uyuya kalmışım diyebildi. Bu çayır yatak gibidir, güneş ise yorgan. Temiz havayı da solursan pek tatlı olur uyuması dedi çoban. Elini uzattı, nasılsınız dedi. Çoban bu içtenliğe ürkek davransa da, elini elbisesine silip uzattı. Sağ olun beyim, sizin gibileri pek görmeyiz. Hangi rüzgar attı buralara, yüzünde yabancı değil. Çayıra oturdular. Uyku acıktırır, bir şeyler olacaktı, derken, heybesinden yiyecekleri çıkaran çobanı seyretti. Anlat hele beyim, nedir seni buralara getiren dedi çoban, ekmeği uzatırken. Üç ay önce kazada beni ölümden kurtaran senin gibi bir çobanı aramaya geldim dedi, yüzüne bakarak. Çoban durdu, yüzüne dikkatle baktı, sen benim gibi bir çobanı değil, düpedüz beni aramaya gelmişsin, hem de aramadan buldun, bende seni nereden tanıyorum diyordum kendi kendime, derken donakaldı. Yutkundu, sen misin o, diyebildi. Evet beyim, bak şimdi iyice hatırladım seni. Maşaallah o halinden hiç eser yok, iyileşmişsin, dedi çoban gülerek. Ellerine uzandı, estağfirullah beyim, o ne öyle, diyen çobana, ne diyeceğimi bilemiyorum, şaşkınım şu an, böyle birden, ben daha yolumun uzun olduğunu sanıyordum, hiç tahmin edemedim, dedi, kesik kesik. Biz çobanız, bugün burada oluruz, yarın dağın öbür yanında beyim. Doğru, kaza yaptığın yere daha var, bizim köy daha da ileride. Burada karşılaşmak nasipmiş. Tekrar geçmiş olsun, Allah beterinden saklasın. Sözünü kesti çobanın, sen hayatımı kurtardın Ahmet amca, ben bunu unutamam, hem çok zahmetler çekerek götürmüşsün köye dedi. Beni oraya gönderen Mevla, içecek suyun varmış daha. Hem bak, burada böyle sohbetimiz boşuna mı, diyen çobana, elbet boşuna değil dedi. Ya sebebi yaratan Allah, biz vesileyiz, gönlünü ferah tut. Hem bak buralara kadar gelmişsin, çeken bir şeyler olmalı, sadece teşekkür için değil herhal. İkisi de sustu. Sonra çoban su doldurmak için pınara gitti. Koyunları seyretti biraz, gözleri yavaş yavaş uzaklara doğru kaydı. Her şeyi bırakıp bu çoban gibi yaşamalı, doğa ile iç içe, sade, yapmacıktan uzak, kaybetme korkun olmadan, diye düşündü. Yakınına kadar gelen kuzuların otları koparmalarına baktı, gülümsedi. Suyu doldurup dönen çoban, bak sana alışıverdiler, derken, kuzulardan birini yakaladı, getirdi, bunlar insan gibidir, ilgi beklerler, dedi, uzatırken. Kuzuyu sevdi bir süre, melemelerine gülerek bıraktı kuzuyu annesinin önüne. Çobanın namaza durduğunu fark etti. Kalktı, yukarıya doğru adımlarken eşini aramak için telefonu çıkardı, çekim alanında olmadığını gördü, koydu cebine. Ağır adımlarla arabaya ilerledi. Çobana vereceği hediyeyi almak için bagajı açtı. Gözü karardı birden, dengesini kaybetti, durdu bir süre, kenara tutundu başını kaldırdı, her şey dönüyor ve kararıyordu. Yere çöktü, seslenmek istedi ama yapamadı. Nefes almakta zorlanıyor, sanki her şey çekiliyordu bedeninden, toparlanmak istiyor ama gittikçe kaybediyordu kendini. Yere yığıldı, hareket- sizdi. Kalp atışları yavaşladı, nefes alıp vermesi belirsizleşti. Uzaklardan beyaz bir nokta kendine doğru büyüyerek geliyordu.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Savaş Edebiyatına Zeyl -III- / Şeref AkbabaDiriliş / Abdullah Ömer Yavuz
Arifiye İstasyonu / Fahri Tuna
Noksan / Fatih Topaloğlu
El Yazması Hüzün / Necip Fazıl Akkoç
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…