Bahar ve Aşk

Mevsimlerle canlılık arasında eskiden beri bağ kurulur. Doğum ve çocukluk, ilkbaharı; yaz, gençliği ve orta yaşlılığı; sonbahar, ihtiyarlığı ve nihayet kış da ölümü temsil eder diyerek mevsimlerle hayat arasında doğrudan bir bağlantı kurmayı biz de deneyebiliriz; ama benim burada asıl merak ettiğim, böyle bir bağlantıyı mevsimlerle duygular arasında da kurup kuramayacağımızdır.
Kanaatimce böyle bir ilgi, doğrudan değil ama dolaylı olarak kurulabilir; bir başka ifadeyle duygularla mevsimler arasında tasvirî bir ilgiden söz edilebilir. Genel anlamda ilkbahar için tabiatın canlanmasından mülhem olarak neşe ve coşku, sonbahar için de hüzün ve hazan mevsimi deriz. İlkbahar, toprağın canlandığı, tohumun toprağa düştüğü ve filizlenmeye başladığı mevsimdir. Toprağın ve dolayısıyla da tabiatın canlandığı bu mevsim, insanın da duygularının canlanıp kıpırdadığı dönemidir. Sonbahar ise kabaran duyguların sönmeye yüz tuttuğu mevsimin adıdır.
Görülüyor ki mevsimlerle duygular arasında bir ilgi kurulabilmektedir. Maddi tabiatla, yine maddi bir yapısı olan bedendeki maddi olmayan duygular arasındaki bu uyumun nedeni, kanaatimce insan bedeninin salgıladığı hormonların, mevsim özelliklerine göre salınmasıyla ilintilidir. Bir başka ifadeyle iklim ve coğrafi yapıyla insan bedeni, duyguları ve ruhsal yapısı arasında dolaylı bir ilişki vardır. Bahar geldiğinde, kanın damarlardaki hızlı dolaşımıyla birlikte, kış boyunca adeta dinlenmeye çekilmiş olan heyecan artırıcı hormonlar da hızla salgılanmaya başlar. Diyebiliriz ki bahar aylarında ve devamı olan yaz aylarında insan vücudunu hormonlar istila eder. Bu hormonların salgılanmasına neden olan da yine bahar aylarıyla birlikte açmaya başlayan çiçeklerin, ağaçların, otların ve doğrudan doğruya toprağın etrafa yaydığı, bir kısmını koku alma duyumuzla algıladığımız ama çoğunluğunu doğrudan algılayamadığımız, vücudumuza gizlice sirayet eden veya vücudumuz tarafından emilen kokulardır. Vücut tarafından alınan bu kokularla salgılar bir araya geldiğinde insanların duyguları da bu buluşmaya katılarak iç dünyamızda bir kıpırdanma başlar; ardından da bu kıpırdanma, duyguları harekete geçirerek dışımızdaki nesnelere karşı ilgi uyandırır. Bunun aksi durumlar da başka mevsimlerde yaşanır. Sonbahar geldiğinde tabiatın yaydığı koku ile vücudumuzdaki normal seyrinde olan salgılar bir araya geldiklerinde bedenimizde bir isteksizlik, ilgisizlik ve hüzün başlar ve ruhsal bir yorgunluk hissettirir.
İlkbahar aylarındaki tabiatın yaydığı kokularla vücudumuzun ürettiği salgıların oluşturduğu ilgiler, kişilere göre değişkenlik arz etse de kendimize ve başkalarına veya başka nesnelere duyduğumuz ilgi ve isteklerin bu mevsimdeki adına aşk denir. Bu nedenle ilkbahar, aşk mevsimidir. Duyguların hareketlenmesiyle doğan aşk, baharda filizlenip köklerini salar. Giderek dallanıp budaklanan ağaçlar gibi gelişen ve artan aşk, en güçlü olduğu ve ışığının dik geldiği yaz mevsiminde güneş nasıl sıcaklığıyla yakıyorsa, aşk da kendi yaz mevsiminde yakıcı hale gelir. Nefesini aşkla alan, gözlerini aşkla açan, kalbi aşkı için çarpan ve her yerde sevdiğini görür hale gelen âşık, aşkının sıcaklığıyla pervanelerin ateşte yandığı gibi yanar. ‘Aşk ateşi’ terimi, bundan dolayı söylenmiştir. O halde ilkbaharda aşkın kıvılcımı ortaya çıkar, yaz aylarında bu kıvılcım ateşe döner. Yani aşk, bahar gibi başlar, yaz gibi yakar.
Yeşilliklerin sarardığı, ekinlerin biçildiği, hasadın toplandığı sonbahar mevsimi, aşkın da hazan mevsimidir. Sararan yapraklar nasıl ağaçlardan dökülüp dalları boş bırakıyor ve ardından da kış bastırıp her tarafı kar kaplıyor ve tabiat adeta uykuya dalıyorsa, kırgınlıklar, kırılganlıklar, alınganlıklar da sonbaharda artar. İlkbahar aşkın doğum mevsimi, sonbahar da aşkın hazan mevsimidir. Kış da aşkın uykuya daldığı mevsimdir.
İlkbahar mevsiminde kimileri tabiatın güzelliklerine, kimileri değer verdikleri nesnelere-araba gibi-, kimileri doğadan hareketle ilahî olana, kimileri de karşı cinsten birine âşık olur. İlkbahar, yenilenen bedenlerin tabiattaki tüm güzellikleri görme zamanıdır. Ama bütün bunlarda ortak payda, âşık olunan varlıktaki güzelliktir. Çünkü aşkın konusu veya yüklemi, güzel olandır. Diğer taraftan da nesneye veya kişiye güzel değeri veren, aşktır. Bu bakımdan Âşık Veysel,
Güzelliğin on par’etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa
Güzel yüzün görülmezdi Bu aşk bende dirilmezdi Güle kıymet verilmezdi Âşıkla maşûk olmasa
dizeleriyle güzelliğin aşka, aşkın da güzelliğe olan muhtaçlığını ifade eder.
İlkbaharda bütün varlıklarda aşk ön plandadır. Ağaçların yeşermesi, çiçeklerin açması, yağmurların yağması, nehirlerin coşkun akması, güneşin ışıklarını daha canlı göndermesi, çoğu canlı türlerinin doğurması, günlerin uzaması, toprağın kabarması… hep tabiattaki varlıkların aşklarını anlatmaktadır.
İlkbaharla birlikte bütün tabiatta izleri görülen aşk, asıl ma’kesini insanda bulur. Çünkü yağan yağmur, toprağı nasıl ıslatıp yumuşatıyor ve ekine hazır hale getiriyorsa; filizlenen goncalar gül olmak için nasıl acele ediyor ve her açan gül, âşığı olan bülbülü bekliyor ve onunla renkleniyor, aşk kokuyorsa; kelebekler, ateşe ulaşmak için nasıl pervasızca kanat çırpıyorlarsa;  insan da yağan yağmur tanelerinden boşalan sevgiyle ıslanır, güllerin kokusunu ruhunun en derininde hisseder ve kelebekler gibi aşka doğru koşar ve baharla gelen yeni ve taptaze duygularla, aşkla dolar. Yağmurla yumuşayıp kabaran toprak gibi insanın duyguları da kabarır ve duygular, sözlere-kelimelere dökülür. Çünkü insan, duygularını sadece davranış ya da dış görünüşle değil, en etkili anlatım vasıtası olan sözlerle ifade eder. Sözün, dolayısıyla aşkın en etkili biçimi de şiirdir. Nitekim Divan edebiyatımızın aşk ve bahar şairi Nedîm, ‘ilkbaharın aşkı ortaya çıkaran bir mevsim olduğu açıkça bilinirse, ciğerdeki ya da kalpteki gizlenmiş ateşte güller biter’ anlamına gelen şu beyti terennüm etmiştir:
Der-kâr olursa terbiyet-i aşk-ı nev-bahâr
Güller biter cigerdeki hâr-ı halîdeden
Baharla birlikte canlanan tabiat, saldığı kokularla insanların bedenlerindeki hormonları hareketlendirdiğinde duygular da hareketlenir ve belki baharda herkes âşık olur; ama kimileri aşkını kendinden başkasına belli ettirmeden, hatta aşkının yüklemine bile hissettirmeden sessizce ve kendi içinde yaşar; kimileri de duygularını kelimelerden yardım alarak anlatır, işittirir. Duygularını sözle birleştirebilen ve hissiyatını kelimelerin yardımıyla duyurabilenler, şairlerdir. O şairler ki şiirin ilhamını aşkla bulurlar. ‘Aşk olmadan, meşk olmaz’ sözü gereği, şiirin kaynaklarından belki de en önemlisi aşktır. Şairi şair yapan, aşktır. Aşk olmadan şiir olmaz. Bir başka ifadeyle şairin sermayesi, aşktır. Sermaye olmadan kazanç olmadığı gibi aşk olmadan da şiir doğmaz. Baharın canlandırdığı duygularla kelimeleri şiirleştiren İsmail Bingöl’ün, içinde aşk, kırgınlık, kırılganlık, hüzün gibi karmaşık duyguların bulunduğu şiiriyle yazımızı tamamlayalım.
Kırgınlığı Bir Şarkı Gibi Terennüm Etmek
Bir bahar ayında düşülen not…
Sen böyle her akşam
Acılardan örülü bir demeti
Yırtıcı kuşların kanatları eşliğinde bıraktıkça ellerime
İnanmanın eseri bir viranede
Talan oluyor sevgim
Kuşkularım sürdükçe güvendiklerimi bir bir ateşe doğru
Külü savrulmuştur artık bu bağlanışın
Ve rüzgâr yeni vakitlerin incittiği yürekleri
Dalgalandırırken erken bir şafakta
Hüznümden arta kalanların zulmüyle
Kalabalığın sesiyle sarhoş bir yerde
Dönüp durmaktayım
Bir mücrim gibi iki büklümüm artık
İnanmanın ve yanılmanın vurgunluğu sayesinde
Pişmanlığı ense kökümde dolaştırıp durdukça
Yeni kavgalara gebe bombalar patlıyor
Kırgınlığı bir şarkı gibi terennüm eden kalbimde

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Savaş Edebiyatına Zeyl -III- / Şeref Akbaba
Diriliş / Abdullah Ömer Yavuz
Arifiye İstasyonu / Fahri Tuna
Noksan / Fatih Topaloğlu
El Yazması Hüzün / Necip Fazıl Akkoç
Tümünü Göster