Sevgi ve Aşk

Duygu âleminin en sıcak sözcüğü sevgidir. Sevgi gönlün neşesi, gözün ışıltısı, ruhun gıdasıdır. Sevgi bireyin iç huzurunu, hayatta kalmasını, varlığını sürdürmesini sağlayan tatlı bir duygudur. Toplumda barışı gerçekleştiren, bireyler arasındaki iletişimi canlı tutan bir sıcaklıktır.
           İnsana mutluluk veren, onu üretken kılan, çevresine iyilik dağıtmasını sağlayan sevgidir. İnsanın tebessümüne, güneşin ışığına, kuşların ötüşüne, balıkların sudaki raksına, çiçeklerin rengine, tabiattaki ahenge baktığımızda gördüğümüz şey sevgidir.
Gönlün zevk aldığı şeye meyletmesine sevgi,  bu meylin kuvvetleşmesine ise aşk denir. Aşk varlıklara can katan candır. Evrenin özünü oluşturur. Gezegenlerin bir merkez, atom içi yapının çekirdek etrafında dönüşü, kozmik âlemin aşk merkezli yaratıldığını gösterir. İnsanın merkezinde de hayatiyeti sağlayan ve sürdüren unsur olarak kalbin bulunması ve onun da gönül olarak sevgi ve aşka kaynaklık etmesi; insanın da ana duygusunun, can damarının aşk ve sevgi olduğunu ifade etmektedir.
               Molekülleri birbirine bağlayan bağın, kromozom ve genetik zincirini oluşturan sistemin de temelinde yine sevgi ve aşk vardır. Allah kâinatı ve insanı aşk hamuruyla yoğurmuştur. Sevgi suyuyla canlandırmıştır. Hayat ve canlılık veren ruhu da sıcak bir aşk nefesiyle üflemiştir. İşte bunun için her şeyin özünde aşk ve sevgi coşmakta, âlem sevgiye boğulmakta ve canlı mahlûkat nimet deryasında yüzmektedir. Büyük şair Fuzûlî’ye, “Aşk imiş her ne var âlemde.” dedirten de bu gerçeklerdir.
               Her canlının sevdiği şeyler değişkendir. Bu değişkenlik canlının fıtratından kaynaklanmaktadır. Canlılar, kendi tabiatlarına uygun, hayatlarının bağımlı olduğu şeyleri severler.
İnsan tanıdığı ve bildiği şeye karşı sevgi veya nefret duyabilir. Bu durumda bir şeyi sevebilmek için önce iyi tanımak gerekmektedir. Mesela sağır olan birinin güzel bir sesi veya güzel bir müziği sevmesi söz konusu olamaz.  Yine kör olan birisinin güzel bir çiçeği veya manzarayı sevmesi de düşünülemez. Çünkü onu algılayamamaktadır. Kişinin varlık hakkındaki bilgisi arttıkça, varlığın taşıdığı güzel özelliklerden dolayı sevgisi de artar.
Bazı şeyler de vardır ki, bunlar beş duyu organını aşar. Bu durumda idrakin diğer unsurları devreye girer. Mesela aklın mantık yoluyla ulaştığı bilgiler vardır ve bu bilgiler de insana zevk verir. Hatta aklın mânalardan anladığı güzellik ve haz,  gözün gördüğü suretlerden anladığı güzellik ve hazdan daha büyüktür. İnsan bazen zihninde bazı güzel şeyler canlandırmak suretiyle ondan zevk alabilir. Hayâli sevgililer edinebilir. Akıl ve kalbin bu tür sevgilerden aldığı haz, duyularla elde edilen hazlardan daha üstündür.
Liderlik ve önderlik sevgisi aklın, ibadet ve Allah sevgisi ise kalbin hazlarındandır. Kalbin hazları da aklın hazlarından daha üstündür. Fakat bunu elde etmek oldukça zordur. Her yiğidin kârı değildir.  Bu nedenle güçlü olanlar bunun farkında olurlarsa elde etmeye gayret gösterirler. Herkesten önce silah zoruyla da olsa bu hazza sahip olmaya çalışırlar. İbrahim b. Ethem şöyle diyor: “Eğer hükümdarlar bizim içinde bulunduğumuz nimetleri (hazları) bilselerdi, kılıçlarıyla bizimle savaşırlardı.”
                Sevgi, insandan insana da farklılık arz eder.  Kişinin tabiatı farklı ise zevk aldığı şeylerin bazıları da değişken olabilir. Bazen bir kişinin sevip âşık olduğu biri başkalarına çirkin ve sevimsiz gelebilir. Sevgi yaş ve cinsiyete göre de değişiklik arz eder. Mesela kadınlar süslenmeyi daha çok severlerken erkekler lider olmayı, makam ve mevki sahibi olmayı daha fazla severler.
               Ayrıca yaş değiştikçe sevilen şeyler değişmektedir. Mesela bebekler emzik emmeyi severler. Bu sevgi üç-dört yaşlarından itibaren yerini oyun oynamaya bırakır. Üç-altı yaş grubunda oyun ve oyuncaklar her şeyden daha sevimlidir. Anne, baba, yiyecek ve içecek sevgisi oyun-oyuncak sevgisinin yanında sönük kalır. Oyuna dalan çocuk oyunu bırakıp da yemek yemeye bir türlü gelmek istemez. Zira onun oyundan aldığı haz yemekten aldığı hazdan daha yüksektir.
Ergenlik çağında oyundan ziyade eğlence sevgisi ön plana çıkar. Karşı cinse yönelik şehvet ve sevgi gelişir. Sevginin aşka dönüşme çağı bu yıllardır. Yine bu dönemde soyut şeylere karşı sevgiler gelişir. Allah, Peygamber, dava veya herhangi bir ideoloji sevgisi kalbi ve zihni etkilemeye başlar.
               Yirmiden sonra liderlik, makam ve mevki sevgisi başlar. Kişi itibar peşinde koşar. Bu dönemdeki evlilerin çoğunluğunu makam hırsı bürür. Ayak kaydırmalar baş gösterir. Bununla birlikte mal sevgisi gelişir. Para kazanmanın tadı alınır. Kişinin paraya karşı sevgisi şiddetlenir.
Yaş kırka varınca biraz olgunlaşmaya başlamakla birlikte ilim ve hikmet sevgisi gelişir. Ahlakî olgunluğu ve ağırbaşlılığı sevmeye başlar. Bu dönem Allah sevgisi için en elverişli dönemdir. Bu dönemde geçici sevdalardan sıyrılıp Allah’a yönelebilenler, Allah sevgisini kalbine yerleştirenler en kazançlı insanlardır. Allah’a âşık olmanın en yaygın çağı bu çağdır.
               Aşk ve sevgide alt basamakta olanlar üst basamaktakileri kavrayamazlar. Mal sevdasıyla yanıp tutuşanlar ilâhi aşkla yananları anlayamazlar. Gazalî şöyle diyor: “Çocuğun, oyuncakları bırakıp kadınların peşinde dolaşan erkeklere güldüğü gibi, liderlik, makam mevki sevgisinde olanlar da bu sevgiyi bırakıp Allah sevgisine yönelenlere güler, onlarla alay ederler. Allah’ı seven gerçek âlim ve arifler de: “…Siz bugün bizimle eğleniyorsunuz. Bir gün gelecek biz de sizinle eğleneceğiz. Yakında bunu göreceksiniz.”(Hûd, 11/38) derler.

Sevginin Çeşitleri

Sevginin kaynağı ya ruh, ya kalp, ya akıl veya nefstir. Sevginin kaynağı değişince insandaki tesiri de değişmektedir. Sevilen şey ruhun ilgi alanına giriyorsa ruhun, kalbin ilgi alanına giriyorsa kalbin, aklın ilgi alanına giriyorsa aklın, nefsin ilgi alanına giriyorsa nefsin sevgisini celp eder. Ve bu sevgiler bazen çatışır, tercih mecburiyetinde kalan insan zorlanır.  Bazen aklın sevdiği ağır basmakta, bazen nefsin, bazen de kalbin sevdiği üstün çıkmaktadır.
İnsandaki bu sevgi türlerini aşk, sevgi ve muhabbet kelimeleriyle ifade etmekteyiz. Bunun yanı sıra özellikle Tasavvuf’ta özel anlamlar kazanan başka kavramlar da bulunmaktadır. Bu terimler aynı zamanda sevginin derecelerini de ifade etmektedir.
               a) Meveddet: Kalbin özlem içinde bulunmasına denir.  Halvet (yalnızlık) halinde kalbi acziyet ve yakarış ile meşgul etmektir. Kalbin en üst düzeyde özlem ve hasret duymasıdır. Bunda sevgilisine yaklaşma, sevgisinden faydalanma, kavuşmanın verdiği sıcaklıkla mest olma hâli vardır. Fakat bu kavuşma ansızın kesilince soğukluk meydana gelir. Birleşme sevinç; ayrılma ise elem vericidir.  Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de, daha çok gerçekleşmeyen şeylere karşı duyulan sevgi, hasret ve temenni anlamında, (Bakara, 2/96,105, 109, 266; Nisa, 4/42, 89,102; Ali İmran, 2/30, 69; Hicr, 15/2; Mearic,70/11) bazen Allah’ın bir ismi “el-Vedud”  ve bazen de aşırı sevgi anlamında (Meryem, 19/96) geçmektedir.
               b) Hava (Heva): Nefsin, tabiatının gereği olan şeylere meylidir. Kur’an-ı Kerim’de, nefsin arzu ve istekleri olarak ifade edilmektedir. (Bakara, 2/120, 145) Tasavvuf’ta sevenin sevgilinin kapısında yalnızlığa çekilip, orada yerleşmesi ve onun güzelliğinin verdiği lezzetin hazzı içinde kendinden geçmesi olarak tarif edilir.
               c) Muhabbet: Bir şeye karşı gönülde hissedilen sıcak ilgiye denir. Kalbin aydınlanma ve neşeyle sevgili olan Allah’a yaklaşmasıdır. Kötü huylardan arınma ve güzel huylarla donanma suretiyle sevgiliye layık olmak ve ona yaklaşmaktır. Bu sevgi korkunun meyvesidir ve bazen de korkuyu arttırandır. Bazen de korku bu sevgiyi ve sevginin semeresini arttırır.
               d) Hüllet: Sevgilinin sevgisiyle sermest olmak ve tam dostluk demektir. Kişiyi meşgul eden, Allah’tan alıkoyan, gizli, açık her tür engelden yüz çevirmektir. Halvet ve uzleti seçip yalnız kalmaya çalışmaktır.
e) Hüyâm: Sevdalıyı çıldırtan sevgi, sevgi çılgınlığı, sevgilinin kulu kölesi olmak diye tarif edilir.  Halk arasında buna kara sevda da denir.
f) Şevk: Ruhun Allah’a kavuşmak için harekete geçmesidir. Sevgilisine kavuşmak ve mümkün olduğu kadar güzelliğini seyretmekten haz almaktır. Gönülden sevgilinin dışındaki her şeyi silip atmak ve sadece sevgiliye sevdalanmaktır. Sevende sevgilisinden başka ne bir rahat, ne de haz alınacak bir nimet bırakır.
Şevk, ayrılığı gerektirir. Allah dostları için gözle görememe anlamında ayrı kalmak Allah’a karşı büyük bir arzu ve iştiyak uyandırır. Aslında onlar ilim ve mükâşefe yoluyla sürekli Allah ile beraberdirler fakat “ayne’l-yakîn” anlamındaki gözle görme gerçekleşmediği için ayrılık tahammül edilemez bir hâl almakta ve büyük bir iştiyak duymalarına sebep olmaktadır.
               Kişi sevgide bu dereceye yükselirse, Allah’a kavuşmak için büyük bir arzu ve istek duyar. Ölüm’den korkmaz. Allah’a olan özleminden ötürü bir an önce ölüp O’na kavuşmayı, O’nun Cemâl’ine bakmayı arzular. Bunun için Ebû Yezîd (r.alh.) şöyle demektedir: “Eğer yüce Allah cennettekilere kendi Cemâl’ini perdelemiş olsaydı, cehennemliklerin azap karşısında feryat u figan edip imdat istemesi gibi feryat ederlerdi.”
               g) Şağaf: Kalbi parçalayan ve yakan ateşli sevgi. Gözyaşlarını kimse bilmesin diye gizler. Zira bu sevgi Rububiyyetin sırrıdır.
               h) Valeh: Dostun ve yârin güzelliğini seyrederken sevgi şarabıyla kendinden geçmek, sevgi şarabını kana kana içmek, kalp aynasını sevgilinin güzelliğine çevirmek, cemalinin şarabıyla sarhoş olmak, hastaların ölüm nöbetindeki hâli gibi olmaktır.
               ı) İradet: İstemek, yapmaktan hoşlanmaktır. İnsan tabiatının ve nefsin haz duyduğu şeyleri istemesidir. Başlangıçta aklın veya nefsin yönlendirmesi sonucunda kalpte tutuşturulan bir sevgidir. Aklın kontrol edebileceği bir sevgi türüdür. Kişinin tabiatının ve aklının ısınması sonucunda kalp ve ruh da haz almaya başlar. Tasavvuf’ta bu sevgi, nefsin arzularından sıyrılıp Allah’ın emirlerine yönelme ve itiraz etmeksizin O’na rıza gösterme olarak tarif edilir.

AŞK
               Arapça aslı ışk olan aşk; “şiddetli ve aşırı sevgi; bir kimsenin kendisini tamamen sevdiğine vermesi, sevgilisinden başka güzel görmeyecek kadar ona düşkün olması” anlamına gelir. Mevlâna aşkı “sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgi” diye tarif eder.
               Aşk sevginin son mertebesidir. O kalbe düşen öyle bir ateştir ki, sevgiliden başka orada bulduğu her şeyi yakar. Aşk bir denizdir, gökyüzü bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf’un havasına kapılan Züleyha gibi insanı hayran eder. Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı.
Aşk, göz açtırmayan bir derttir… Bu, öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır… Bu derde kim uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise bu acıdan kurtulmayı dilemez. Aşk insana vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider. Aşka düşeni bu hâlinden ne kınama, ne de ayıplama alıkoyabilir. Âşıklara dostun güzelliği müderristir. Defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü! Susarlar ama tekrar tekrar attıkları naralar sevgilinin arşına, tahtına kadar ulaşır.
               Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır; kimya olur hakir toprakları altına dönüştürür. Sır olur saklanır; gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mest eder; güneş olur âşıklarının ümit meyvelerini olgunlaştırır.
               Yemyeşil aşk bağının sonu, ucu bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var! Âşıklık bu iki halden de yüksektir. Baharsız, hazansız, ter u tazedir.
               Mevlâna: “Âşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değil, aslı olmayan bir sevdadır. Lâ kılıcı, Allah’tan başka ne varsa hepsini keser, silip süpürür. Bir bak hele “Lâ’dan” sonra ne kalır? “İllallah” kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk! Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir görüşüdür, bunu böyle bil. Ne şaşılacak şey! Hiç O’nun aksinden başka bir güzel olur mu?” diyerek aşk ve sevgide vahdeti, tek olmayı şart görmektedir. Aynı anda iki aşkın olamayacağını söylemektedir.
               Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde aşk kelimesi geçmez; “sevgi” çoğunlukla hub ve muhabbet, bazen de meveddet kelimeleri ve bunların müştaklarıyla ifade edilir. Allah sevgisinden çok Allah korkusuna ağırlık veren ilk zahitler de aşktan söz etmemişlerdir.
               İslamî literatürde aşk ilâhî ve beşerî olmak üzere başlıca iki anlamda kullanılmış; ilâhî aşka genellikle “hakikî aşk”, beşerî aşka da “mecazî aşk” denilmiştir. Aşkın çeşitlerini ve özelliklerini de başka bir yazıda incelemek dileğiyle.
KAYNAKLAR
Kâdî Iyaz, eş-Şifâ bi Ta’rifi Hukuki’l-Mustafa, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1988; Abdurrauf el-Münavî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Daru’l-Ma’rife, Beyrut; Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazalî, Ihyau Ulumi’d-Dîn, Daru’l-Kalem, Beyrut; Suhreverdî, Avârifu’l-Meârif, Daru’l-Kalem, Beyrut; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay. İstanbul 1995; Enver Fuad Ebû Huzam, Mu’cemu’l-Müstalahatı’s-SufiyyeMektebetü Lübnan Naşırun, 1993; Erzurumlu İbrahim Hakkı,  Marifetname, Sadeleştiren, Turgut Ulusoy, İbrahim Hakkı Vakfı,  İstanbul, 1994; Ebu Talib el-Mekkî, Kutu’l-Kulûb, İSAM Küt., TAL.K, NO: 297.7; Ragıb el-İsbehanî, el-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, Kahraman Yay., İstanbul, 1986; Ahmed el-Faruk es-Serhendî İmam Rabbanî, el-Mektubât, Fazilet Neşriyat, İstanbul; Süleyman Uludağ, Muhabbet (mad.) Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul,1991; Mevlâna Celaleddin  er-Rûmî, Mesnevî, (terc. Veled İzbudak), M.E.B. Yay. İstanbul, 1991; İbn Hazm, Güvercin Gerdanlığı- Sevgi ve Sevenlere Dair, (terc. Mahmut Kanık), İnsan Yay. İstanbul, 1998; İskender Pala, Âh Mine’l-Aşk (mak.), Cogito Dergisi, Aşk Özel sayısı, (4.sayı) 1995

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

147. SAYI / KASIM – ARALIK 2013 / Ay Vakti
Tasavvuf Edebiyatımız / Bilal Kemikli
Sevgi ve Aşk / Selami Yalçın
Ay Vakti’nden Beklenen… / Ay Vakti
Sanatçı Ruhu / Semra Saraç
Tümünü Göster