2016 ve Takvimler

Ölümü, yeni yılda (2015) alıp duvara astı. Gün gün eksilecek olan, ama daha ilk yaprağı bile koparılmamış takvime böyle bakmıştı. Kapağında, eski tarz, taş yapımı, karşılıklı, tek katlı ve iki katlı evlerin üzerlerinden ve duvarlarından ağaç dalları eğilip, mor leylaklar sarkmıştı. Yukarıdan aşağı bakan yapraklarla, o yaprakların gölgeleriyle süslüydü duvarlar ve -yine taştan yapılmış- aradaki daracık yol. Taş yapımı evlerden köşedekini, güneş sarıya boyamış, diğerleri oldukları taş renginde.
2015. Yani, doktorun, üç yıl biçtiği ömrünün son yılı. 2015 yılının neyini güzel bulabilirdi? Bulmuyor veya buluyordu, açıkçası nasıl düşüneceğini de şaşırmış durumdaydı. Ne takvimle, ne saatle arası iyi değil. Masa takvimi 2012’yi gösteriyor, o hep gözünün önünde durduğu için, onu değiştirmiyor. Ama on üç-on beş yaprağından fazla koparmadığı duvar takvimi her yıl değişiyor. Bu yıl, kardeşinin getirdiği 2015 duvarda.
Kardeşi “Şu masadaki senesi geçmiş takvimi kaldır at’’ dedi. Sonra her zamanki gibi saatlere çattı. Evdeki masa, kol ve duvar saatlerinin, hatta telefondaki saat ayarlarının bile doğru saati -yıllardır saatler yalnız yaz saati uygulamasını gösteriyor- göstermediğinden dolayı yarı kızgın, yarı azarlar tarzda, biraz da nasihat edasında söylenip durdu. Bu konuda sözünün tesirden uzak olduğunu (ilk defa söylemiyordu ki) biliyordu. “Ben de kime söylüyorum’’ dedi sonra. “Sanki söz dinleyen biri var da karşımda.’’ Artık ne kızgın, ne de azarlar hali kalmamıştı, öfkesi sevgisine yenik düşerken “Çok tuhaf huyların var’’ dedi. “Her zamanda hep de öyle oldun. Biraz çevrendekileri hesaba katsan, ama yok, sen de öyle bir marifet yok. Yalnız kendi bildiğini…’’ Galiba, ileri gittiğini düşünüp, sözünü değiştirdi: “Herhalde, herkes kendi bildiğini okuyor’’ dedi ve sustu.
O da, söze karışsa, söz daha da uzardı. Nasılsa, tam da kardeşinin dediği gibi, değiştireceği bir şey olmayacaktı. Uysal uysal dinleyip, arada bir gülümsemişti. Tanımayan biri görse bu halde onu, ne kadar itaatkâr ve söz dinleyen biri olduğunu düşünürdü muhakkak. Ve tabii yüzde yüz de yanılmış olurdu. Sükût ikrardandır, demişler ama, onun sükûtu pek de öyle değildi.  Öyle, bir şeyi hemencecik kabul ettiği (hemencecik’in altını çizelim) görülmemişti. Düşünmeden ve kendi onayından geçmeden en küçük şeyi bile yapmazdı. Eğer hemen kabul etmişse, zaten çok önceden o işi yapmayı aklına koymuş olduğundandı. Ya da o işi pek önemsemediğindendi.
Ona göre her şey, önemi, yeri, zamanı kadar düşünülürdü. Düşünülmeden üstünden geçilmişse kaybedilen, kaçırılan şeyler olabileceği ihtimali hep mevcuttu. Birçok şeye, çok mu fazla değer veriyordu? Değil. Her insan gibi öncelikli bulduklarınındı bu değer. Mesela, takvimlere değer verdiği yoktu.
Peki, 2012’nin değişmezliği ne miydi? O yıl, hastalığından haberdar olmuştu. Gerçi, o günleri hatırlamak istemiyordu. Ama o sene, güzel şeylerde olmuştu. 2012 takviminin üstü, yalnız kendisinin anlayacağı şekilde şifrelenmiş olarak iyi-kötü günler için alınmış hatırlatmalarla doluydu. Ajanda gibi kullanmıştı onu, bazen de günlük gibi. Mesela şimdi Aralık ayının yaprağı karşısındaydı. Senenin son günleri bitince, başa çevirecekti on iki beyaz, parlak karton yaprağı.
Başa döndürmeyi, geriye sarmayı istediği çok şey vardı. Hepsi, bu takvimi çevirmek kadar kolay olsaydı. Hayır, hayır, kolay olmasına da gerek yoktu; zor olsa, çok çok zor da olsa, yeter ki böyle bir imkân ve ihtimal var olsaydı. Geriye dönüş yoktu. İlerisi de karanlıktı. Yalnızca karanlık…
Gecede, yıldızlar ışıklarını bir bir söndürmüşken, çabalarının sonuçsuz kaldığını görmüş ve sadece bir tek açık penceresini (bir mevzudaki çabasını yitirmemek) kapatmamak için uğraşır olmuştu. Bu bile, acı acı gülümsetiyordu onu ve her aklına geldikçe, bu tek açık pencereyi de anlamsız buluyor, kapatmak istiyordu. Sonra, moral gibisinden, dokunmuyordu. Hem oldukça fazla karanlık vardı. Sanki de sadece karanlık…
Bu karanlığı, rüyasından da hatırlıyordu: Kapkaranlık geceden kaçmış, önüne, boydan boya bir yönü tamamen kaplayan zindan duvarı çıkmıştı. Yol kesikti, yön bilmiyordu. Bir an, kaçmış olduğu yerde durup, uzaklaşmış olduğu yöne baktı. Ürküten bir karanlıktı, kaçıp uzaklaştığı yer de, varıp durduğu yerde. Olduğu yerde döndü, döndü ve baktı; bütün yönler farklı karanlık, fakat hepsi aynı dehşet ve korkuyu saçıyordu. Ondan şuna koşmuş, sonra bir diğerine, ne fark ederdi? Ortalarında bir yerde kalıp son haddine kadar çaresizliğini duymuşken ve çaresizlik içindeyken uyanmıştı. “Oh, şükür rüyaymış’’ dedirtecek, bir rüyaydı. Belki gerçek hayatında bir kez bile çaresizliği, böyle derinden duymamıştı. Aynı gün ve ertesi gün epeyce bir etkisinde kaldıysa da, sonunda “rüya’’ deyip geçmişti. Hasta olduğunu bu rüyadan birkaç gün sonra öğrenmişti. Evet, öğrendiğinde, önce bir sarsıldıysa da, rüyasındaki kadar karanlık ve çaresizlik yaşamadı. Alıştırmasını, sanki o gece yapmış gibiydi.  Yoksa farkında olmadan, tatsız bir durumla karşılaşmaya da kendini hazırlamış mıydı? Olabilirdi tabii. Yine de…
Sanki düşleri yarıda kalmıştı. Bir makas, siyah beyaz bir kurdeleyi beyazı geçmişte kalacak şekilde ikiye bölmüş, siyahı önüne düşürmüştü. Yapacağı yeni bir açılış kalmamıştı, devam edeceği de. Elinde, yapmakta olduğu bazı işleri de artık gereksiz bulmuştu. O sıralar çok istekle başladığı ve devam etmekte olduğu işi, o gün, öylece bırakmış ve üç yıldır o işe bir daha dönmemişti. Ara sıra, yakınları, o işe ne kadar istekli olduğunu hatırlatacak olsalar, o hususta tek kelime etmeden susarak geçiştiriyordu. Bu arada, boşluğu doldurmak kabilinden, başlayıp bıraktığı işleri de olmuştu. Ne de olsa üç yıl az değildi. Bir-iki hafta içinde durumuna alışmış, sonra da -arada bir aklına gelse de- unutmuştu. İnsanın alışmadığı şey yoktu ya, belki de alışmıştı.
Birden, biri “yeni yıl’’ diye hatırlatınca yeni yılı; daha 2015’in başlarında değilse de, ortalarında zannettiğinden kendini, şaşırdı.
2016 gelmişti demek!
Yüksek ihtimalle yine kardeşinin getireceği (Kardeşi getirmezse, onun takvim falan alacağı yoktu.) takvimle -duvarda, ancak ocak ayının 14 yaprağı koparılmış- 2015 takvimi kaldırılıp, yerine 2016 asılacaktı.
Nedense, eşikten adımını henüz atmak üzere olan, bu çok yeni yılla, ölümü duvara asacağını düşünmedi. Biçilen zaman, üç yıl, geçip gittiğinden mi? Şimdi, fazladan yaşadığını mı düşünmeliydi? Zamansızlığı yaşadığını mı? Üç ayrı hastanedeki, aynı branştaki üç doktorda ayrı ayrı zaman biçmişlerdi. Hele ikinci gittiği bir sene demişti ki, onu çoktan geçmişti. Üç sene diyen doktor, “Kurtarabiliriz de’’ demişti.
Hayatla ölümün arasından çok geçti, çok sık geçti. Ama şimdi o günleri hatırlamak çok uzak geliyordu ona. Geçmiş, hikâye olmaktan kurtulamıyordu işte. Biçilen zaman içinde dünyadan gitmiş olsaydı, sadece hikâyenin sonu başka olacaktı. Biraz hüzünlü ve keder yüzlü.
Yeni takvimi, tazelenen hayat gibi asacaktı. Pencereden baktı. Acaba kardeşi, 2016’nın takvimini almış geliyor muydu?

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Malumat / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -75 / Şiraze
Sen De Tozlu Yaşasana / Kâmil Eşfak Berki
Uyanış / Nurullah Genç
İkinin Peşine Düşmek / Semra Saraç
Tümünü Göster