Kitap Okuma ve Klasiklerle Alakalı Değişmez Meselemiz: Gurur ve Önyargı

Beşerin zihni ve bedeni ile inşa ettiği medeniyetleri tanımanın ve buradan yeni davranışlar inşa etmenin en güzel yolu klasikleri okumak ve anlamaktan geçer. Kendi coğrafyasının klasiklerine vakıf olan insan kendi medeniyetinin temelleri üzerinde ayağı sağlamca yere basan insandır. Ama klasikleri okumada ve okutmadan daha öncelikli sorunumuz başta kitap okuma alışkanlığını hedef kitleye kazandırma meselesidir.
Ne zamanki kitap okumanın önemi ile alakalı önemli mahfillerde konu açılsa hemen rakamlar ortaya dökülür, konu ile alakalı istatistikler meydana saçılır ve gelişmiş ülkelerdeki verilerle karşılaştırmalar yapılır. Bu karşılaştırmalar etrafında yapılan tespitlerle alakalı her yıl kütüphaneler haftası başta olmak üzere kriz değerlendirmeleri toplumla kamu spotu sadedinde paylaşılır. Elbet de bütün bu yapılanlar meselenin öneminin ilgili kişiler ya da kurumlar tarafından anlaşıldığını göstermesi bakımından önemlidir. İşte bu önemin tabana sirayet etmesinden ziyade asıl önemli olan meselenin öneminin yaşanması ve yaşatılmasıdır. Bir ağız kitap okumanın değerinden ve öneminden istediği kadar bahsetsin hatta kitap okumaya ve okutmaya kazara memur olmuş ya da edilmiş olsun,  kitap okuyan rol modellerden oluşan bir toplumda yetişmedi ise beşiği de mezarı da yaldızlı kitaplar arasında olsa bir değeri ve tesiri olmaz. O yüzden kitapla alakalı meselemiz sadece bir şeylerin önemini yansıtmak değil yaşamak ve yaşatmak olmalıdır.
Yukarıda bahsini ettiğimiz klasikleri okutmada başlangıç olarak da kitap okutmada hedef kitlenin en önemli sorunu “klasikler zamanıma hitap etmiyor.” Vesvesesi ile “internet varken bilgiye kolay ulaşıyorum ve üstelik kitaplara dijital ortamda da ulaşabiliyorum.” Yanılgısı yahut önyargısıdır.
Bir  “e-kitap”ı  bir telefon ya da tabletten bitirip bunun hazzını alan bir örneği ne edebiyat ikliminde okuduğumuz ne de toplumda gördüğümüz gerçeğini bir kenara bırakarak “klasikler zamanıma hitap etmiyor.” Ve .” Vesvesesi ile “internet varken bilgiye kolay ulaşıyorum ve üstelik kitaplara dijital ortamda da ulaşabiliyorum.” Vesvesesini aşmanın çok basit bir yönü üzerinde duracağız.
Başta teknolojinin okumaya engel olması durumunu yine teknoloji ile aşmak mümkündür. Bu da teknolojiye rağmen günümüze kadar kendini devam ettirmiş ve teknoloji geliştikçe güçlenmiş tiyatro ve sinemadır. İkisinin de temeli dramadır. Dramanın ise iyi kullanıldığında toplumda rol model yaratmada en güzel yöntem olduğu Namık Kemal’den bugüne aydınlarımızca bilinen bir gerçektir. “klasikler zamanıma hitap etmiyor.” Takıntısını aşmanın en güzel yolu ise ders kitaplarımızda da yerini alan fantastik anlatım esasına bağlı yöntemlerle sinema ve tiyatroyu buluşturmak ve bununla klasiklerin dünyasına yeni bir kapı aralamaktır.
Buraya kadar bir teori şeklinde ortaya koyduklarımızı somut bir örnek olarak ortaya koymak için bunu başarmış birkaç başarılı senarist üzerinden meseleyi somut ve açık bir hale getireceğiz.
Bilindiği gibi heyecanla takip edilen Amerikan dizilerinin tamamen yerini alamasa da Avrupa dizileri de son yıllarda Türk izleyicisi tarafından hatırı sayılır bir yere sahip olmaya başladı. Birinci dünya savaşı yıllarını konu alan ve üstelik “Kemal Pamuk” karakteri ile bir Osmanlı diplomatına da yer veren Downton Abbey isimli dönem dizisi ile Türk izleyicisinin gündemine giren İngiliz dizileri ilgiyi aynı kategoride TRT tarafından ekrana getirilen “Kurt Kanunu” , “Yol Ayrımı” , “Çırağan Baskını” gibi dizilere de yöneltti.
Amanda isimli bir karakterin etrafında gelişen “Lost in Austen” isimli fantastik dizi, her ne kadar yukarıda bahsi edilen diziler gibi  bir dönem dizisi olmasa da özellikle lise gençliği tarafından ilgi gören fantastik romanlar ve filmler dikkate alındığında ciddi bir izleyici kitlesi yakalayabilir. Sosyal medyanın cazibesi ile gelişen ve yaygınlaşan internet teknolojisinin el birliğinin gençleri her geçen gün okumaktan ve kitaptan uzaklaştırdığı günümüzde bu çalışma işlediği konu bakımından dikkatleri klasiklere çekeceğe benziyor.  2012 yılında hayatını kaybeden film yapımcısı Nora Ephron’un yapımcılığını üstlendiği ve onun vefat etmesi ile yarım kalan bu “mini dizi” projesi modern zamanın Londra’sında yaşayan Amanda isimli karakterin bir anda kendisini okuduğu Austen romanı olan “Gurur ve Önyargı”nın içinde bulması ile gelişen olayları konu almaktadır.
Bir yazar bir aktör olmaktan öte ve önce gitarist ve müzisyen olmak gibi sanatın farklı dallarında eli olan Carrie Brownstain meselenin önemini kavramış olacak ki The Guardian ve The Hollywood Reporter’ın haberine göre diziyi devam ettirme kararı almış. Ayrıca The Guardian’ın bu haberi yaparken Downton Abbey’ e de atıfta bulunması dizinin on dokuzuncu yüzyıla dönük yanının kalitesi hakkında kuşkuya yer bırakmıyor.
Buradan çıkardığımız ders, yukarıda teorik yanı üzerinde durduğumuz, klasiklerin onları günümüze uyarlamak gibi onların orijinalitesini bozacak bir yola başvurmadan günümüzü onların dünyasına fantastik bir yolla götürmek bu eserlerin yeniden gündeme gelmeleri meselesidir ki bu da sinema ve tiyatronun himmeti ile mümkün olabilir.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Malumat / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -75 / Şiraze
Sen De Tozlu Yaşasana / Kâmil Eşfak Berki
Uyanış / Nurullah Genç
İkinin Peşine Düşmek / Semra Saraç
Tümünü Göster