Osman Kemâlî Efendi, son devrin unutulmaya yüz tutmuş Erzurumlu ilim ve irfan adamlarından olup, Necip Fâzıl’ın Cemil Meriç için söylediği “Allah’ın, iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapadığı gerçek ve sahici münevver” ifadesine tam layık bir şahsiyettir. Nitekim o, Hak âşığı kâmil bir sûfî, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt bağlısı ve muhibbi bir ârif, Kur’ân’ı hıfzetmiş ve kıraat ilminden icazet almış bir hâfız ve âlim, Mesnevî’yi ezberlemiş bir mesnevîhân, karşısındaki en hakir insanı bile hilkatın, Hâlik’in bir eseri sayarak ona muhabbet ve hürmet gösteren gönül adamıdır. Bu bakımdan onun düşünceleri büyük bir öneme haiz ve dikkate değerdir. Onun düşünce dünyasına geçmezden önce hayatı ve eserleri hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.
Hayatı
Osman Kemâlî Efendi, 1862 yılında Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Güllüköy’de dünyaya gelmiştir. “Güllü köy ben seni sevdim ezelden /Sevginle vazgeçtim her bir güzelden /Hayalin hoş gelir cümle emelden /Ey güzeller köyü köyler güzeli” (s. 58) Bir buçuk yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı sonucunda gözlerini kaybedip âmâ olan Osman Kemâlî, Erzurum ulemasından “Yeşil İmam” diye meşhur Cafer Ağa Camii imam ve hatibi Seyyid Mustafa Efendi’nin gözetiminde bir yıl içinde Kur’ân’ı hıfzetmiş ve kıraat ilminden icazet almıştır. “Gözlerim kapalı gönlüm açıktı /Önüme her türlü dostlar da çıktı /Kur’ân öğrettiler okutan Hak’tı /Bitirdim hâfız-ı Kur’ân dediler” (s. 130). Daha sonra Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendi’den dinî ilimleri tahsile başlayan ve bir taraftan da Hâfız-ı Şîrâzî ve Fuzûlî’nin divanları ile Mevlânâ’nın Mesnevî’sini ezberleyen Osman Kemâlî, dinî ilimleri tahsil edip icazet almanın yanında tasavvufa da meyletmiş bir aralık Melâmî-Şüttârî şeyhi Erzurumlu Kolağası Ali Rızâ Efendi (v. 1930) adlı ârif bir zatla tanışarak sohbetlerine devam etmiştir: “Bir nûr tulû etdi şems-i kazâdan /Mürüvvet yetişti Ali Rızâ’dan /Korkmadım dünyada hiçbir cezadan /Gençlikte uşşâkın bir pîiri idim”, “Kol ağası değil kullar ağası/Mübarek kabrine nurlar yağası /Gün himmeti üzerimize doğası /Lütf u keremin dilsîri idim” (s. 99). Bu sohbetlerde içindeki mecazî aşkı ilâhî aşka dönüştüren Osman Kemâlî, İlâhî aşkın cezbesiyle Erzurum’dan ayrılarak on bir yıl süren seyahate çıkmış, önce yaya olarak Diyarbekir’e, oradan Musul ve Bağdat’a geçmiş, Necef ve Kerbelâ’yı ziyaret etmiştir. “Ağlaya ağlaya Necef’e vardım /Günlerce yüzümü yerlere sürdüm /O kân-ı vefâda çok vefâ gördüm /Her müşkülün olu âsân dediler” (s. 132). Buralarda mersiye ve kasideler okuyarak Hz. Peygamber’in soyuna ve onları sevenlere reva görülen zulüm ve haksızlıkları dile getirmiş, Ehl-i Beyt sevgisini terennüm etmiştir. Ardından yoluna devam ederek Trablusşam’a gelmiş, burada şehrin müftüsü ile tanışıp onunla dost olmuş ve bir yıla yakın bir zaman burada kalmıştır. Daha sonra İskenderun, Antakya ve Halep’e geçen Osman Kemâlî, gittiği yerlerde Ehl-i Beyt sevgisini ateşli bir dille telkin eden mersiye ve gazeller söylemesinden dolayı Alevî olarak tanınmıştır. Halep Mevlevîhânesi’nde bir süre kalıp Konya’ya gelmiş, yine bir Ehl-i Beyt muhibbi olan Mevlânâ Dergâhı postnişini Abdülvâhid Çelebi tarafından dergâhta uzunca bir süre misafir edilmiştir. Abdülvâhid Çelebi’nin oğlu Abdülhalim Çelebi ile de dostluk kuran Kemâlî Efendi’ye onun vasıtasıyla mesnevîhanhk icazeti verilerek Mevlevî sikkesi giydirilmiştir. Kemâlî, bu durumu bir dörtlüğünde şöyle dile getirmiştir: “Hatay’da dediler bana Alevî /Halebe varınca oldum Mevlevî /Konya Dergâhı’nda aldım Mesnevî /Yıkılmış gönüller tamiri idim” (s. 100) Osman Kemâlî, 1901 yılında İstanbul’a gelmiş, bir süre Rami’de bostan bekçiliği ve Beyazıt Camii avlusunda arzuhalcilik yapmıştır. Bu sırada, kendisini Erzurum’dan tanıyan Fâtih müderrislerinden Hacı Nazmi Efendi’nin ısrarı üzerine Fâtih Camii’nde Mesnevî okutmaya başlamıştır. O, bunun yanında Hacı Nazmi ve Manastırlı İsmail Hakkı’nın derslerini takip ederek onlardan da icazete nail olmuştur. 1903 yılında üç aylarda dinî hizmetlerde bulunmak üzere Selânik’e gönderilen Osman Kemâlî, burada İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden Dr. Şükrü Kâmil, Mehmed Sâdık, Talat ve Manyasîzâde Refik beylerle tanışmıştır. İstanbul’a döndüğünde Şehzadebaşı’ndaki Kanunî’nin âmâların barınması için vakfettiği imarete yerleşen Osman Kemâlî, imarette yaşayan âmâların durumlarının çok kötü olduğunu fark ederek vakfiye şartlarına uyulmasını sağlamak amacıyla bir selâmlık resminde Sultan II. Abdülhamid’e dilekçe vermiş, ertesi hafta saraya davet olunmuştur. Görüşmeden memnun kalan padişah vakfın ihyasına ve imaretin yöneticiliğine kendisini tayin etmiştir. O, imaretteki görevini sürdürürken bir yandan da Üsküdar’da bir oda kiralayarak Mecelle okutmaya başlamıştır. Bu dönemde dostlarından Gülzâr-ı Hakikat adlı eserin müellifi Fazlullah Rahîmî (v. 1924) ile birlikte bir iş için Eyüp’e gittiklerinde Rahîmî, mürşidi Seyyid Abdülkâdir Belhî’yi Eyüp Nişancası’ndaki Şeyh Murad Dergâhı’nda ziyaret etmiştir. Kemâlî, dergâhın avlusunda arkadaşını beklerken kendi ifadesine göre on dokuz yıl önce gördüğü bir rüyayı aynı heyecan ve tazeliğiyle yeniden yaşamaya başlamıştır. Bu sırada karşısına çıkan rüyasında gördüğü kişi, yani Melâmî-Hamzavî kutbu Seyyid Abdülkâdir Belhî (v. 1923)’dir. O zamana kadar Melâmî-Şüttârî Erzurumlu Kolağası Ali Rızâ Efendi ile Mevlânâ Dergâhı postnişini Abdülvâhid Çelebi’nin sohbetlerinden feyizlenen Kemâlî, cezbeye kapılarak hemen orada Abdülkâdir-i Belhî’ye intisap etmiş, aynı gün girdiği dergâhtan iki yıl sonra dışarı çıkmasına izin verilmiştir. Mürşidine on sekiz yıl hizmet edip feyzine mazhar olan Osman Kemâlî, onun vefatından sonra hayatını Şeyh Murad Dergâhı civarındaki evinde geçirmiş, 8 Ocak 1954’te Hakk’a yürümüştür. Kabri, Edirnekapı Mezarlığı’nda olup, mezar taşında kendisine ait, “Cismim ruha döndü elhamdülillah/ Her şey fenâ bulur bakîdir Allah/ Haktır Muhammed’dir hem Resûlullah /Ben Âl-i Âba’nın kıtmîri idim” mısraları yazılır. Soyadı Kanunu’nu müteakip “Ozan” soyadını almıştır. Adıma cihanda dediler Osman Çalışınca oldum hafızu’l-Kur’ân Verdiler soyadı Kemali Ozan Ey güzeller köyü köyler güzeli (s. 63)
Eserleri
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Osman Kemâlî’nin iki eseri vardır. Bunlar, Dîvân-ı Kemâlî’den Aşk Sızıntıları ile İrfan Sızıntıları adlı eserlerdir. Dîvân-ı Kemâlî’den Aşk Sızıntıları, münâcât, na‘t, gazel, kaside, mersiye ve divan edebiyatının diğer nazım şekilleriyle yazılmış şiirlerle hece vezninin kullanıldığı çoğu tasavvuf muhtevalı şiirlerden teşekkül etmektedir. Yazdığı şiirlerinden “Kemâlî” mahlasını kullanmıştır. Eserde Osman Kemâlî’nin Fuzûlî, Bağdatlı Rûhî ve Niyâzî-i Mısrî’yi, onların seviyesinde tahmîs edecek kadar yüksek bir şiir kabiliyetine sahip olduğunu görmek mümkündür. Ancak bazı şiirlerini bulunduğu tasavvufî makamın ifadeleri olması hasebiyle anlamak oldukça güçtür. İlk baskısı 1947 yılında yapılan eserin 1957 ve 1987 yıllarında yapılmış baskıları da vardır. İrfan Sızıntıları’na gelince, itikat ve ibadete dair bazı konuları tasavvufî açıdan şerheden risâleler ile bir kısım âyetlerin tasavvufî tefsirlerini ve seyrü sülükle ilgili bilgileri ihtiva eden risalelerin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır. 1987 yılında yapılmış bir baskısı olup yüz altmış sekiz sayfadan müteşekkildir. Her iki eser de Baha Doğramacı derlenerek yayımlanmıştır.
Düşünce Dünyası
Osman Kemâlî’nin düşünce dünyası müstakil bir esere konu olacak kadar geniştir. Biz burada onun Dîvân-ı Kemâlî’den Aşk Sızıntıları adlı eserinde göze çarpan bazı düşüncelerine yer vereceğiz.
Din
Dinimiz Muhammed dinidir. Kitabımız Allah’ın kitabıdır. Dinin üstadı olanlar Hakk’ın hükümlerini insanlara bildirirler. Peygamberler ve Allah dostları da Hak dinin görevlileridir. Allah’ı zikretmek gerekir. Çünkü o, dinin evradıdır. İster Hint, ister Fars, ister Türk, ister Arap, ister Kürt ve ister Arnavud olsun, milletleri tek vücut yapan dindir. İki dünyada mutluluk isteyenler bilmelidir ki olgunluğa ulaşanlar dinin zâhidleridir (s. 119).
Zikrullah
Kulun gönlü her zaman Hakk’ın zikri ile temiz olur.
Kötü duygu ve düşüncelerin imhası ancak zikrin isbatı ile mümkündür:
Kıl lisânın pâk her dem zât-ı zikrullah ile Fikrini imha edip isbât-ı zikrullah ile (s. 43)
Hz. Peygamber
Hz. Peygamber’in vücudu kâinata zevk u sefa bahşetmektedir. O, âlemin yaratılış sebebi ve en vefanın hazinesidir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Dünyanın yaratılışından kıyamet gününe kadar salât ve selâm onun üzerine olsun. Bütün çiçekler, meyveler onun yanağının suyundan lezzet alır ve koku verir:
Ey vücûdu kâinâta bahşeden zevk u sefâ
Yani kim mebnâ-yı âlem sensin en kân-ı vefâ
Rahmeten li’l-âlemîn sensin sana olsun salât
Ez-ezel âbâd-ı dünyâ tâ ilâ yevmi’l-cezâÂb-ı la‘linden alı ezhâr u esmâr lezzeti
Bûy verir anber güle reyhâne zülfünden sebâ (s. 13)
Hz. Ali
Hz. Peygamber, bu alemin güneşi, iki cihanın önderidir. Hz. Ali ise ondan ışığını alan bir dolunaydır. Âriflerin sözlerinin insanlık alemini dirilttiğinde şüphe yoktur. Ancak bilinmelidir ki hayat suyunun başı Ali’nin nehirleridir:
Hurşid-i cihân server-i kevneyn Muhammed
Hem bedr-i münîr Hayder-i Kerrârı Ali’dir
Ârif sözü ihyâ-yı cihân eylese çok mu
Ol mâ-i hayatın başı enhâr-ı Ali’dir. (s. 136)
Ehl-i Beyt
Ehl-i Beyt’in başına gelen sıkıntılara yazmaya asla imkan yoktur. Çünkü yazınca hem söz ağlar, hem söyleyen ağlar, hem kalem ağlar ve hem de yazan ağlar. Hüseyin’in gözyaşı âlemlere rahmet, Yezid’inki ise lanettir:
Belâ-yı Ehl-i Beyt’i yazmaya imkan mı var asla
Söz ağlar söyleyen ağlar kalem ağlar yazan ağlarHüseyn ağlar gözü yaşı olur âlemlere rahmet
Yezid ağlar gözü yaşı olu lanet feşân ağlar (s. 158)
Yûnus Emre
Yûnus, ezelden âşıklar meclisine giren bir pirdir. Kudsî lâhût âlemine tek eren bir şahsiyettir. “Ol deyince oluverir” sarayının zevkinin tasviridir. O yine Kur’ân’ın özünün remzinin metninin tefsiridir:
Ezelden bezm-i uşşâka giren bir pirdir Yûnus
Makâm-ı kuds-i lâhûta eren tek birdir Yûnus
Sarây-ı kün-fe-kân’ın zevkinin tasviridir Yûnus
Rumûz-ı lübb-i Kur’ân metninin tefsiridir Yûnus (s. 161)
Aşk
Aşktan mahrum olan sonunda nurdan uzak kalır. Aşkın kudretini gafiller, cahiller, körler bilemez. Onu ancak ezelden aşka uymuş olanlar bilir. Kemâle ermek isteyenler aşka uymalıdır. Sonra aşk, insanlığın güvenilir elçisidir. Yolcuları kendinden kendilerine giderler. O çetin, korkunç yolların kolcusu da aşktır. Çünkü aşkın olduğu yerde ne akıl kalmıştır ne de vicdan:
Aşkdan mahrum olan âhir kalır mahrum-i nûr
İhtiras içre kalırsın nûr zulmetdir sana (s. 17)
Kudret-i aşkı ne bilsin gâfil ü nâdân u kör
Ol bilir ki tâ ezelden aşka eylemiş iktidâ (s. 28)
Çeşme-i âb-ı hayâtın menbaı sende nihân
Bulmak istersen Kemâlî aşka eyle intisâb (s. 34)
Aşktır insanlığın emin elçisi
Kendinden kendine gider yolcusu
O korkunç yolların aşktır kolcusu
Ne akıl kalır o yer ne vicdan (s. 122)
Gönül
Gönül, Hakk’ı arayanlara bir delildir. Bunun için Hakk’ı gönülde arayıp bulmak gerekir. Çünkü gönül, hadis-i şerifte de geçtiği üzere Hakk’ın evidir. O, oradan başka bir yere sığmaz. Gönül öyle bir denizdir ki denizler onun bir damlasıdır. Bu âlem bir zerre ve gönül ise parlak bir güneştir. Necm sûresinin tefsirini dünya ehli bilemez. Gönül, “Kabe kavseyn” (Necm, 9/53) remzine Tıbyân tefsiridir. Her nefesinden “İkra kitâbek” (Kitabını oku! İsrâ, 14/17)) sırrını duymayan, ümmü’l-kitâbı yani Kur’ân’ın annesini (Fâtiha) bilemez. Bu yüzden gönül Furkan olan Kur’ân’ın dünyasıdır:
Zâhidâ Hakk’ı ararsan Hakk’a burhândır gönül
Ara bul Hakk’ı gönülde beyt-i Rahmân’dır gönül
…
Öyle bir deryâ ki deryâlar onun bir katresi
Kâinat bir zerredir hurşîd-i rahşandır gönül
…
Sûre-i Necm’in ne bilsin ehl-i arz tefsirini
Kabe kavseyn remzine tefsîr-, Tıbyân’dır gönül
Her nefeste duymayan İkra Kitâbek sırrını
Bilmez ol ümmü’l-kitâbı kevn-i Furkân’dır gönül (s. 78-77)
Kerem
Her kimin rehberi, kılavuzu kerem, yani ihsan, iyilik, cömertlik, yücelik olursa korkmamalıdır. Böylesi kimselere iki dünyada ne bir dert ve ne de tasa vardır:
Korkma her yerde senin rehberin oldukça kerem
Sana olmaz iki âlemde ne derd ü ne elem (s. 82)
Nefes
Bu nefes dediğimiz şey öylesine ulvidir ki onunla âlemler bilinmezken bilinir hâle gelmiş, su ve çamur karışımı olan insan vücûd bulmuştur. Nefes, Hz. Peygamber’in nûru, aşkın remzidir. Temiz ruhu en büyüklerin büyüğü yapan da odur:
Bir nefestir gayb iken âlemleri alem kılan
Bir nefestir mâ u tıyn terkibini âdem kılan
…
Bir nefestir nûr-ı Ahmed bir nefestir remz-i aşk
Bir nefestir rûh-ı pâkin a‘zamü’l-a‘zam kılam (s. 106)
İnsan
Zannedilmesin her insan şeklinde görünen insandır. Bazı insanlar vardır ki hayvanlardan dahi aşağıdır, hayvanları bile mahcup edecek bir hayvandır. Böylesi kimselere insan demek insanlığa iftira olur. Dolayısıyla insanı Hak’tan uzaklaştıran bu şeytanın oyuncaklarına asla gönül verilmemelidir:
Sanma her sûret-i insanda olan insandır
Belki hayvanları mahcûb edecek hayvandır
Zarf-ı insana bürünmüş nice hayvan var ki
Ona insan demek insanlığa bir bühtandır
Görünüp sûret-i hakda seni Hak’dan ayıran
Ona dil verme sakın bâziçe-i şeytandır (s. 148)
Ölüm
Ölüm, maceraların macerası bir muammadır. Ya cehennem ateşine sürükler yahut cennet yurduna sevkeder. Ölmeden önce ölen ceset ruh olur, ruh ise nura dönüşür. Şayet nur cesette hapsolunursa o zaman ölüm akkor bir ateş olur:
Mâceralar mâcerası bir muammadır ölüm
Sâik-i nâr-ı cahîm ya dâr-ı me’vâdır ölüm
…
Ölmeden evvel ölen ten ruh olur ruh nûr olur
Nûru tende habsedersen nâr-ı beyzâdır ölüm (s. 147)
Sonuç Yerine
Ey insanoğlu! Dünya devleti nasibinde var ise gelir, sakın üzme kendini. Şayet gelmez ise hâle boyun eğ ki bu da sana bir devlettir. Bir irfân sahibini bulursan, fırsatı tepmeyip ona bağlan. Hakk’ın ruhunda bulduğun bu fırsat büyük bir ganimettir, kıymetini bil:
Devlet-i dünya nasibinse gelir olma melül
Gelmediyse hâle ram ol ki bu devlettir sana
Ehl-i irfâna yetiştinse kaçırma fırsatı
Rûh-ı Hak’da bulduğun fırsat ganimettir sana (s. 15)
Kaynakça
Azamat, Nihat, “Kemâlî Efendi”, DİA, c. XXV, s. 236.
Dîvân-ı Kemâlî’den Aşk Sızıntıları, toplayan: Baha Doğramacı, Sinan Matbaası ve Neş., İstanbul 1957.
Osman Kemâlî Ozan, İrfan Sızıntıları, derleyen: Baha Doğramacı, İstanbul 1987.
Sönmez, Asım, “Şair, Bestekâr, Mesnevihan Osman Kemâlî Efendi”, Hayat Tarih Mecmuası, Yıl: 14, Sayı: 7, Temmuz 1978, s. 92-87.
Şimşek, Selami, “Âşıkların Gülbahçesinde Erzurumlu Bilinmeyen Bir Gönül Eri: Kolağası Ali Rıza Efendi (v. 1930)”,
Ayvakti Dergisi, Yıl: 15, Sayı: 157, Temmuz-Ağustos 2015.